Kimi kavramlar vardır ki! Kıymetliliği, erdemli olması elbette tartışılmaz. Hatta diri tutulur. İhtiyaç duyuldukça yerinde ve zamanında gündemleştirilir de. Çünkü sahada görünür olmasıyla ihtiyaç duyulandır…
Ama yine bu kavramlar hoyrat ellerde, olur olmaz yer ve zamanlarda kullanıldığında yıpranır. Amiyane tabiriyle ele-ayağa düşer. Gücünü kaybeder. Anlamsızlaşır.
Çabanın, mücadelenin, emeğin asli sahiplerinin sahada varlık göstermesi rüşt ispatındayken; kimilerinin de “dayanışma” adı altında “biz de varız” gösterisinde bulunmaları ister istemez insanı sıkar!
Samimiyet testinden geçmiş dayanışma eylemlilikleri elbette anlamlı ve çok değerli. Ama “yoldaş” dediklerini sahada, pratik içinde öteleyerek başkalarını “tercih” ederken... Bir başka yandan da büyük kalabalıklar içinde “dayanışıyor” gibi görünmek sahiden inandırıcı olamıyor maalesef! Hani “ayine” ve “iş” mevzuunda olduğu gibi ez cümle.
İşte tam mevzuyu deşifre edenleri hazmedememek ise elbette o pratikte dayanışamayanların sorunu olarak orta yerde hep duruyor olacak.
Milan Kundera; “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı”nda Litost’u şöyle ifade eder; "İçimizdeki zavallılığın birden ortaya çıkmasından doğan acılı durum."
Çünkü bir halkı ortadan kaldırmanın ilk aşaması o halkın belleğini yok etmeye başlamakla mümkün olur. Başta kültür dediğimizin içini dolduran tarih, yazılı ve diğer geleneksel kaynaklar hızla ret ve inkâr edilerek yeniden resmî tezler doğrultusunda yazılır. Böylece zaman dilimi içinde o halk, yavaş yavaş kendini inkâr ve hatta kendini unutma yoluna girip reddeder. Sonrası artık çok kolaydır. Bu yeni dünyayı yaratanlar, zaten çoktan onları unutmuştur bile!
İşte adına “unutuş” denilen hikâye tam da böyle yazılır.
Bundan kurtuluşun yolu elbette mümkündür. Dayanışmak gibi asaletli ve karşılığı olan kavramların ruhuna sinerek sahada hikayenin asli kahramanlarından “rol çalma” gayretkeşliğinde olanlara karşı, yakın ve uzak tarihteki tavır alışları yeniden okuyup ona göre mevzi almak gerek.
Evet, tarihi yeniden okuyup sadece kendi özgücüne güvenerek o özgücün belirleyiciliğinde sahici dayanışmacılarla bir arada kararlı sükunete ihtiyaç var…
Aziz kavramların içini boşaltarak sahaya sürenlere yanıt olarak kelama sığınıyor olmak sanki en doğrusu.
Zerdüşt üzüldü, karşısındakilere bakıp sadece kalbine seslendi ve şöyle dedi: “Ben bu kulakların duyabileceği DİL değilim...” (ŞD/AÖ)