Bugünü eni iyi hangi kelime, hangi cümle anlatır? Bugünü anlatmak için en iyi metafor nasıl kullanılır? Hangi mecazlarla bugün daha anlaşılır kılınır? Bugünü hangi ironi daha çarpıcı kılar? Bugünün hikâyesine hangi başlık daha uygundur? Şiirin dizelerinde bugün, hangi imgelerle ifade edilir? Hangi kara mizahla bugünün acısının kahkahası attırılır?
Bugüne dair meşrebinizce bir ifade bulmayı deneyin.
Bir gazete, bir web sitesi yazısı için ben “Çürüme” başlığını kullandım. Biliyorum, anlamlı olmakla birlikte sıradan ve yaygın kullanılan bir kelime.
Hiç böylesi yaşanmadı; ne bildiğim tarihten böylesini okudum ne de yaşadığım dönemde böylesine tanık oldum!
Ortada heyula, amorf bir cisim var. Her gün bir yeri şişiyor, patlıyor. Patlayan yerden iğrenç görünüm ve kokularıyla bir şeyler akıyor. Akan yerler dikilmeye çalışılıyor. Akıntıyla birlikte yalanlar akıyor; patlayan yerlerin dikişi yalanlarla dikiliyor. Bir makine, bir dev, bir ejderha…
Eskimiş, dökülüyor, kokuyor, korkutuyor, eziyor, süründürüyor, saldırıyor… (Ben de mecaza başvurdum)
Bir devletin serencamı bu!
Bu devletin evrensel hukuk değerlerinden uzak olduğunu biliyorduk, ama mevcut amorf hukukunun bile bu denli ayaklar altına alındığını ve içinde bir miktar olsun, haklara dair var olan parçalarının da yok edildiğini görüyoruz.
Hukukun ilkelerinin çiğnendiği yerde keyfiyet vardır. Demokrasi dışı bir eylem olan keyfiyet ise, iktidarın bir özne olarak kendi ideolojik, siyasi görüşlerini ve yürütme pratiğini hukuka egemen kılmaya çalışmasıdır ki, ülkede olan da budur. Bu yolda yürüyen bir iktidar, işin doğası gereği dikta özellikleri taşır. Bu baskıcı yola devam edilmesi halinde otoriter, totaliter aşamalardan son durak faşizme kadar gidilebilir.
Bugün bu olanların baş sorumlusu, yürütme gücünü elinde bulunduran AKP hükümetidir.
Başbakan Erdoğan’ın söylemleri, siyasi stratejisi freni patlamış kamyon gibi. Bugün Başbakan Erdoğan’a totaliter bir yapı inşasına tevessül ediyor deniliyorsa veya bugünkü siyasi yapıya profaşist nitelemesi yapılıyorsa, bunlar gerçeğin farklı ifade biçimleridir. AKP mağdur değil, bir süreden beri muktedir olarak vesayetin yerine inşa ettiği sivil diktayla mağdurluklar yaratan bir iktidardır.
Sistemle birlikte çürüyen toplum/birey
Çürüme ve dikta birbirini tamamlayan siyasi yapılardır. Sistem çürüdükçe, diktayla gizlenmeye çalışır. Sistem gizlendikçe, çürüme artar. AKP hükümetinin diktalaşan yasalar çıkarmasıyla örneğin Sayıştay raporlarının yok sayılması, kamu bankalarındaki kredilerin gizlenmesi, imardaki oyunlar vs. bir rastlantı değildir.
Sistemin çürümesinden toplum/birey kendini tamamen koruyamaz. Ve sistemin çürümesinden çok, toplumun/bireyin çürümesi daha tehlikelidir. Darbe dönemlerinin korku ve yalan günlerinde toplum hala birtakım olumlu değerlerini yitirmemiş; kötülük, yalan, utanmazlık, onursuzluk genel olarak toplumu tümüyle teslim alamamıştı. Bir basın/yayın (Medya kelimesinin 20 yıllık geçmişi var) ahlakından, bir üniversite bilimsel disiplininden, cılız da olsa evrensel hukuk değerlerinden, özellikle bir utanma ve onur kavramlarının karşılığının olduğundan söz etmek mümkündü.
Her şey bu kadar sahte değildi.
Bu kadar sahteliğin içinde, bu kadar yalan bombardımanın, bu kadar reklamın içerisinde insan rasyonel düşünebilir mi?
Her şeyin imaj adı altında pazarlandığı ve gerçeğe ulaşmanın yollarının her türlü araç gereçle tıkandığı ve özellikle eğitim/öğretimin yerlerde süründüğü bir ortamda insan eleştirel düşünceye sahip olabilir mi?
Korkuların ve kaygıların egemenliğinde bir gelecek tasavvuru oluşturulabilir mi?
Yalanın sınırı var mıdır?
Kötülüğün sınırı var mıdır?
Bu kadarı da fazla artık diyebilmemizin bir ölçütü var mıdır?
Hayır!
“Sana alçak desem, çukura yazık” diye bir söz var ya; artık yalanın, kötülüğün, ahlaki çöküşün, vicdansızlığın, utanmazlığın bir son durağı yok!
Sistemin şimdiki çürümüşlüğü toplumu/bireyi öyle bir kuşatma altına alıyor ve onu öyle bir parçalıyor ki, sistemin yürütme gücü iktidar, kitleleri de kendine benzetmeyi başarıyor. Bugünkü durumu önceki çürümüşlüklerden farklı ve özgün kılan da bu durumdur. Ancak bu çürümüşlük iktidarla sınırlı değil ve muhalefetin çok büyük bir kesimi de bu genel yapının içerisinde (etkin veya edilgen şekilde de olsa) bulunuyor.
Bu duruma ilişkin olarak sosyal medya ortamındaki dolaşımlar, youtube videoları için yazılanlar, somut ve önemli bir örnek oluşturmaktadır.
Toplum, çürüyen ve diktalaşan sistemin kuşatmasında erezyona uğrasa da, bu sistemi aşacak olan da yine bu toplumdur. Ziya Paşa’nın, “… bu terazi bu kadar sıkleti çekmez” dediği gibi, bu sistemin ve onun Erdoğan iktidarının terazisi, toplumsal çürümeye rağmen bu sıkleti daha fazla çekemez! Başbakan Erdoğan’ın toplumu ikiye bölerek düşmanlık üreten söylemleri ve icraatları bunu gösteriyor. Kendi seçmeni dışında kalan kesimi, kendi seçmenini diri tutabilmek için ötekileştirdi. Bunu öyle fütursuz biçimde yapıyor ki, defalarca camide içki içtiler, başörtüsüne işediler gibi dini değerler üzerinden düşmanlık yaratıyor. Bunun gibi gerçeğe dayanmayan daha birçok iddiası var. Seçmenini akredite etmek için izlenen bu provokatif yol, büyük tehlikeler içermektedir.
Aslında bütün bunlar yönetememenin ve inişe geçmenin bir telaşı, kızgınlığı ve şaşkınlığı değil midir? (HŞ/HK)