Geçen cumartesi günü Başbakan Erdoğan gözaltında kaybedilenlerin yakınlarıyla görüştü.
Doğrusu Başbakan'ınki beklenmedik bir davetti. Çünkü Erdoğan'ın kamuoyunda 'Cumartesi Anneleri' olarak da bilinen gözaltında yakınları kaybedilenlere tavrı belliydi.
Sayın Erdoğan yakın bir tarihte "Ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Cumartesi Anneleri birileri tarafından kullanılıyor" diyerek devletlü diline hâkimiyetini ispatlayalı çok olmamıştı.
Cumartesi Anneleri Dolmabahçe'deki buluşmaya bir talepler listesiyle gitti. Talepler arasında Meclis'te gözaltında kayıpları araştırmak için kalıcı bir komisyon kurulması ve Birleşmiş Milletler İnsanların Zorla Kaybedilmesinden Korunması Sözleşmesi'nin imzalanması ilk göze çarpanlar.
Mezarları böyle kazın
Cumartesi Anneleri ölülerini arıyor. İnanılır gibi değil ama devlete Mutki'deki gibi toplu mezarları nasıl kazması gerektiğini de öğretiyor: Birleşmiş Milletler Otopsi Protokolü'ne uyulması, ilkel yöntemlerin bırakılması, toplu mezarların antropolog, arkeolog ve adli tıp uzmanları nezaretinde açılması talepler arasında.
Aileler devlet sırrı ve zamanaşımının ileri sürülmesini engelleyecek yasal değişiklikler ve bu cinayetlere ilişkin devlet sırlarının açıklanmasını da talep ediyor.
Bunun yanı sıra gözaltında kaybedilenlerin kimlik tespitine yarar genetik bilgilerin depolandığı, ücretsiz hizmet veren bağımsız bir merkez oluşturulması ve bu merkezin verilerinin resmi olarak kabul edilmesi de talepler listesinde.
Yani aslında yapılması gerekeni istiyorlar.
Öyle bir memleket ki burası, yakınları gözaltında öldürülenler, devlete çocuklarını, kardeşlerini nasıl kazarak bulması gerektiğini anlatıyor.
Taleplere cevaplar
Cumartesi akşam saatlerinde gerçekleşen görüşmede Başbakan'ın yanı sıra milletvekilleri Ayşenur Bahçekapılı ile Güldal Akşit de vardı. Cumartesi Anneleri'ni temsilen 14 ailenin bireyleri görüşmede bulundu. Bunlardan biri de 1995 senesinde gözaltına alınıp, işkenceyle öldürüldükten sonra bedeni ormanlık bir alana atılan Hasan Ocak'ın ağabeyi Hüseyin Ocak'tı.
Ocak'la telefonda konuştum. Başbakan'ın görüşmenin başında "Sizin sorununuz benim ve kabinemin sorunu" diyerek olumlu bir tavır aldığını anlattı. Ancak Başbakan'ın somut talepler karşısında pek bir şey söylemediği anlaşılıyor.
Erdoğan'ın, Meclis'te Araştırma Komisyonu kurulması talebine verdiği karşılık: "Bizim tek başımıza yapacağımız bir şey değil, diğer partiler de dahil olmalı." Oysa bu köşede de usandırıncaya kadar yazıldı. CHP ve DTP'nin faili meçhul cinayetler konusunda verdiği önergeleri AKP reddetti. Hem de defalarca.
İnsanların Zorla Kaybedilmesinden Korunması Sözleşmesi'ni Türkiye'nin neden imzalamadığı sorusuna Başbakan'ın verdiği cevap da pek anlaşılır gibi değil: "İmzalanmıyorsa bir nedeni var."
Başbakan'ın daha önce sarf ettiği "Cumartesi Anneleri birileri tarafından kullanılıyor" sözüne sitem eden bir kayıp yakınına tepkisi de tuhaf: "Burada misafirimsiniz, şimdi söyleyemem ama size olaylar farklı yansıtılıyor."
Yakınları gözaltına sağ alınıp ölü olarak verilenlerin talepleri gayet somut ve uygulanabilir. İnsanların kaybedilmesine karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi imzalanmayacak, Meclis'te gözaltı kayıplarını araştırmak için bir komisyon kurulmayacaksa bu görüşme neden?
Tarihe nasıl geçeceksiniz?
Başbakan'ın bu görüşmesi devletin kirli geçmişiyle yüzleşme arzusunun ifadesiyse ne güzel.
Ancak görüşme, Musa Anter'in de cinayetinin araştırılması için kurulacak komisyona hayır oyu verdirdikten sonra referandum öncesi Diyarbakır'da "Ape Musa'nın acısını unutmadık" demesi gibi bir oy hesabıysa.
Başbakan siyasi cinayetler için komisyon önergesi Meclis'te tartışılır, kürsüde Sırrı Sakık önergeye destek verirken CHP milletvekili Ali Rıza Öztürk'e "Bu işin nereye varacağını görüyor musun, işte bu yüzden biz geçirmeyeceğiz" diyen partisinin milletvekili Suat Kılıç gibi düşünüyorsa...
Yani açılımının ömrü genel seçime kadarsa...
Bir şey olmaz tabii ama tarihe 'işte bu da böyle biriymiş' diye geçer.
Başbakan'ın niyetinin düzgün olduğunu göstermesinin yolu çok kolay: Cumartesi Anneleri'nin taleplerini harfiyen yerine getirmek.
Bu devletin böyle bir borcu var. Madem devlette devamlılık esastır. Bu geçmiş cinayetleri çözmemenin utancını kendinden önceki başbakanlarla paylaşmamanın tek yolu budur.
Ucu kime dokunursa dokunsun, Refah-Yol da dahil her dönemde gözaltında öldürülenler için.
O komisyonu kurun, o sözleşmeyi imzalayın, o mezarları açın.
(*) Yazı Radikal gazetesinin 7 Şubat 2011 tarihli sayısında yayımlandı.