Fransız Millet Meclisi, bu Salı günü Fransa genelinde çarşaf giyilmesini yasaklayan kanun tasarısını oyladı. Sağ partilerin hepsi ve Sosyalist Parti'den 14 milletvekilinin desteğiyle tasarı kanunlaştı.
Eylül ayında Senato da kanunu onaylarsa, Fransa'da çarşaf giymenin bedeli 150 avro ceza ve "vatandaşlık stajı"na katılmak olacak.
Sosyalist Parti, Komünist Parti, Yeşiller ve Sol Parti'nin katılmadığı oylama, sol içinde ciddi bir tartışma yarattı.
Din özgürlüğü ve kadın haklarının çatıştığı alanda, Fransız Sosyalist Partisi'nin eski kadın haklarından sorumlu bakanı Yvette Roudy, çarşaf konusundaki ikircikli tutumun ileride köktendincileri daha da cesaretlendireceğini söyleyerek, partinin kararını protesto etti.
Roudy'nin ve daha birçoklarının kaygısı, taleplerin karma sınıfların kaldırılması, belediye havuzlarında kadınlar matinesi yapılması hatta LyonR'da dillendirilmeye başlandığı gibi belediye otobüslerinde kadınlara özel seferlerin konması aşamalarına varması.
Pratik engeller
Laikliğin korunması ya da Roudy'nin deyişiyle "cinsel apartheid"in engellenmesi için çarşaf yasağının ne derece faydalı olacağı ise tartışmalı. İşin insan hakları, laiklik, özgürlükler kısmındaki teorik tartışma bir yana, yasağın önünde ciddi pratik engeller var.
Müslüman nüfusun yoğun olduğu banliyölerde görev yapan polisler yasağın uygulanamaz olduğunu belirtiyor.
Kısaca "arkadaş ben adamın karısına çarşaflı diye ceza kesmeye çalışırsam direnir, direnirse karakola götürmem gerekir, karakola götürürsem karakolu basarlar ve zaten barut üzerindeki banliyölerde isyana yol açarız" diyorlar.
Bu tespite katılan çok sayıda siyasetçi de var. Tartışma daha yeni başlamışa benziyor.
Meme
Fransa'da hal böyle iken, köktendinciliğin en meşhur örneği Suudi Arabistan'da ise bambaşka bir tartışma yaşanıyor. Malum Suudi Arabistan'da kadınların araba kullanmaları yasak. Fakat aileden olmayan birinin kullandığı arabaya binip binemeyecekleri tartışmalı.
Neticede sahih bir hadise göre peygamber, "bir kadın beraberinde nikahlanamayacağı biri olmaksızın bir günlük ve gecelik yolculuğa çıkmasın" buyurmuş.
Bu ifadedeki esnekliği kullanarak, kadınların ulaşım sorununu çözmek isteyen Kral Abdullah'ın danışmanlarından yüksek din âlimi Abdül Muhsin Bin Nasır El Ubeykan, aileden olmayan şoförü emzirmeleri şartıyla, kadınların yolculuk yapabilecekleri yönünde bir fetva vermiş.
Fetva, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği gibi bir hadisin yorumuna dayanıyor. Buna göre emzirilen şoför, seyahat eden kadının oğlu sayılacağından, birlikte seyahat etmeleri de sorun yaratmamış oluyor.
Basın sözlerimi çarpıttı
Fetva sonucunda ortalık birbirine girince El Ubeykan, basının sözlerini çarpıttığını ileri sürerek ifadesini düzeltti. Gulf News'un haberine göre, din âlimi doğrudan emzirmekten değil, sütün bir tasa aktarılması ve şoförün de onu içmesinden bahsediyormuş.
El Ubeykan'ın düzeltmesinden bihaber bir şoförün okula götürdüğü bir ilkokul öğretmeninden kendisini emzirmesini istediği ve kadının reddetmesi üzerine, "ama ben senin oğlun olmak istiyorum" dediği de bazı Arap sitelerinde yer alıyor.
Suudi Arabistanlı kadınların bu fetva üzerine "tek başımıza araba kullanmamıza izin verin yoksa yabancı erkekleri emzireceğiz" diye bir kampanya başlatması da işleri iyice karıştırdı.
Suudi yazar Suzan El Maşhadi'nin El Ubeykan'a yönelttiği, "Kocamızın yanında mı emzirelim yoksa yalnız başımıza da emzirebiliyor muyuz hocam?" sorununun da ulemayı çıldırttığı ortada.
El Ubeykan'ın El Kaide'ye üye olmayı günah sayan fetvanın sahibi olduğu da göz önünde tutulursa konunun sadece bir seyahat özgürlüğü davası olarak kalmama ihtimali mevcut.
Cevap?
Dinin toplum ve hukuktaki yerini tayin etme meselesi, insan onurunun korunması, din özgürlüğü, kadın erkek eşitliği ve genel olarak çetrefilli bir insan hakları sorunu.
Birbirinden çok farklı iki ülkede, iş gelip dinin hangi yorumunun kadının hangi özgürlüğüyle çatıştığı sorusuna dayanıyor. Ve de bu sorunun basit ve bilinen bir cevabı yok.
Bu sebeple dinin kamusla yeri konusunda, Türkiye'de herhangi bir kampta sorunun cevabına sahipmiş gibi davrananlardan sakınmak gerek.
Laikliğin hangi yorumu din özgürlüğünü zedeler, dinin hangi uygulaması insan haklarını sakatlar? Her somut olayı bu ölçünün terazisine vurmakta fayda var.
Laikliği korurken otoriterleşmemek, din özgürlüğünü korurken "cinsel apartheid"a yol açmamak için.
Diğer yol ise, beraber yaşamaktan vazgeçip çok hukuklu bir sisteme geçmek. Ki bunu da aklı bulanık bir avuç postmodern sosyolog dışında ciddiye alan yok.
Ulemaya danışmanın çözüm olmadığını Suudi Arabistan örneği, polisiye tedbirlerin sakıncalarını ise Fransa'daki kanun gösteriyor.
Sokakta çarşaflı kadın avı başlatmak da "tek başına araba kullanma, başkası kullanacaksa onu emzir" demek de insan onurunu kırıyor.
Ana mesele de insan onurunun nasıl korunacağı ve örtünmenin bununla ilgisi. (ÖM/BB)
*Özgür Mumcu'nun yazısı 16 Temmuz 2010'da Birgün gazetesinde yayımlandı.