Yönetmenliğini Seren Yüce'nin yaptığı, Yeni Sinemacılar'ın son filmi "Çoğunluk", Venedik Film Festivali'nde Geleceğin Aslanı (Lion of the Future) ödülünü kazandı.
Çoğunluk filminin Sala Darsena Sineması'nda yapılan galasında, Venice Days Direktörü Giorgio Gosetti'nin filmi sunarken "karanlık ama komik bir film" yorumu yaptığına dair haberler yayınlandı.
Yorumda kritik olan çoğunluğun karanlık yanlarının sıradanlığının ve olağanlığının ürkütücülüğüdür. Komik kısmı konusunda ise cümle kuramayacak kadar şüpheliyim. Belki de Marx'ın ünlü sözünü "tarihte olaylar iki kez yaşanır birincisi trajedi ikincisi komedi olarak" yeniden düşünmek gerekmektedir.
Korkunun egemen kılındığı, ortak yaşamı belirleyenin güç ve kontrol olduğu, bu nedenle şiddetin tüm biçimleriyle insanlar arası ilişkilere yayıldığı bir toplumsallıkta tüm naiflikler, dinginlikler huzursuzluğumuzun emareleri olmaktadır.
Devletlerin resmi ideolojilerinin aşağıdakileri hızlıca harekete geçirdiğine mi kanaat getireceğiz? Pek tabi ideolojiyi yukarıdan üretilen bir şey olarak aşağıda tartışılmaz kabul edilen tek yönlü bir akış olarak düşünmek birçok sakıncayı içinde barındırmaktadır.
"Çoğunluk"la yüzleşmek
"Çoğunluk" filmi, çoğunluk kavramıyla nasıl yüzleştiğimizde saklıdır. Nüfus homojen değilse, çoğunluk hiç homojen değildir. Sadece "biz" ve "onlar" arasında değil "biz"in arasındaki eşitsiz ve hiyerarşik fark gözden kaçırılmaması gerekendir. Ancak en etkili ve hakim olan, kimliğin toplumsal olarak algılanma biçimindeki halleriyle cinsiyetçiliktir.
Milliyetçilik ve muhafazakarlık kadının çoklu kimliğini traşlıyarak geriye kalan öznelik tarifiyle kadınları görünür kılmaktadır. Cinsiyetçiliğin, ırksal ve dinsel ilişkiler dışında anlaşılamaması bu ilişkinin dinamikliğiyle ve birbirlerini etkilemesi ile ilgilidir. Militarizm cinsiyetçilik ilişkisinin milliyetçi, muhafazakar eğilimleri her zaman cinsiyetlendirilmiş ordular, savaşlar zemininde değerlendirilemez.
Öyle ki Çoğunluk filmi de bu eğilimleri buluşturacak birçok zemini gösterebilmede başarılı olmuştur. Toplum ve insanlararası ilişkiler bize kavramlar arasındaki ilişkilerden çok daha fazla şey söyleyebilmektedir.
Cinsiyetçilik ve militarizmin kültürel yeniden üretimi tüm farklılıkları tanımlaması, adlandırma çabası toplumsal ve ekonomik sınıflandırmadan bağımsız değerlendirilemez.
Seçkinlik ve egemenler
Filmi seyrederken orta sınıf bir ailenin kapitalizmle bağının karmaşık ve katmanlı ilişkisine tanıklık ilk yüzleşmede önemli bir kırılma yaratmaktadır. Film boyunca en sarsıcı olan liberal ideolojiye uygulanır bir biçimde seçkin alanın değişmeyen egemenliğidir.
Seçkinlik, toplumsal mit ile yaşar. "Saygınlık", "çevre", "tanınmışlık", "yerleşiklik", farklı kan, renk, kokunun havayı bozan tehditi ile korkuyu içselleştirme ve bir tür başa çıkabilme biçimi olarak belirir.
Seçkin alanın egemenliği sürekli dönüşmektedir. Farklılık her ne ise korku, tehdit emaresidir. Tüm bu ikincil, aşağı görülen ilişki biçimleri egemen, üst, beyaz, erkek olanın dünyasında geçici olarak kalacaktır, güçlü olanın egemenliğini biçimlendiren, güçlendiren bir istisna olarak.
Filmde evin uzun yıllar temizliğine yapan kadının kokusuna tahammül etmek gibi, Mertkan'ın Van'lı Gül'le yaşadığı ilişkinin süreksizliği gibi, Türk, Müslüman mütahittin yanında çalıştırdığı Kürt işçiler gibi vs. geçici, mevsimlik ve hissetmeden.
Filmdeki kadınlar ve erkekler
Film boyunca adeta filmde rol alan kadınlarla birlikte erkekleri seyrederiz. Sevgiliyi, kocayı, oğulu, erkek arkadaşları, ağabeyi, erkek torunu. Tüm bu cinsiyet ortaklığını buluşturan farklı yaş, statü, rollere rağmen "çoğunluk" içinde olanlar ve ona katılacak olanlar arasındaki süredir.
Cinselliğin, militarizm ve muhafazakârlığın ortaklığında nasıl dönüştüğünü ve kadınların tüm bunlara sadece seyirci kalmak ve bunu yaşamanın ötesinde pek bir şey yapamadığı sezdirilmektedir.
Çoğunluk filmili'nin konusu nedir? sorusunu yanıtlama güçlüğü Mertkan'ın basit olmayan oldukça ağır akan hayatındaki rehavettir. Rehavet ve rutin Mertkan ve babasının ilişkinde farklı akışlarda belirmektedir.
Rehavetin ağırlığıyla; rutinin planlanmış, kestirilebilir, sürprizlere açık olmayan hızı tüm film boyunca çatışır. Babasının özgüvenli, duygusuz, iş bitirici hallerindeki "başarı"sına karşın Mertkan'ın uykusu ağır, iştahlı, kayıtsız, iradesiz halleri alternatif değildir.
Adeta babanın gücü, Mertkan'daki etkisizlikte görünür olmaktadır. "Az gülen adamın" öğütlerinde askere gitmek, aile kurmak vardır. Her vatan evladı gibi askere gitmek, sonrasında soyu sopu belli bir aile kızı ile evlenmek.
Mertkan'ın teslimiyeti
Mertkan hayatında ayrımcılıkla karşılaştığı ilk anda ona teslim mi olmaktadır; çoğunluğa mı katılmaktadır? Mertkan'ın teslimiyeti ensesindedir. Teslimiyeti korkuları ile içiçedir. Teslimiyeti yaşamaktadır.
Mertkan'ın hayatı için basitlik ve boşluk hissi, babasının kendisi için çizdiği yolda biçimlenmektedir. Baba figürü bir an için ve tüm zamanlar için çoğunluğun sesine, susuna hayat verecektir.
Baba oğul ilişkisindeki nadir sıcaklığı ve anlayışı görebildiğimiz kare, babanın oğul Mertkan'a verdiği hayat dersi, nasihatidir.- "....ben hergün sizin için vatan için en önemlisi daha fazlası için çalışıyorum...sen kendin gibilerle birlikte olmaya bak!...bu gibi adamlar vatanı bölme derdinde..."
Filmde Mertkan'ın suskunluğu ile konuşan birçok diyalog mevcuttur. Belli bir zaman sonra seyirciyi de içine alan, çoğunluğa katan beylik monologlara tanık olunur. Monologlar önyargısal ve baskıcıdır.
Kimi zaman babanın nasihatlerinde, kimi zaman da babanın erkek arkadaşlarının "askere ne zaman gideceksin? Askere git!, Senden iyi komando olur!" ifadelerinde yerini alır.
Devlet de, aile de, arkadaşlar ve yakın çevre de kendi ideolojik içeriklerini üreterek çoğunluk oluşmaktadır.
Öyle ki babanın beyliğinden, öğreticiliğinden, baskısından kurtulmak bir ihtimal Mertkan'ın ağabeyinin yaptığı gibi evlenmek ve küçük komando kıyafeti alacağı, oyuncak silahı olan bir oğul dünyaya getirmekle olacaktır.
Son olarak bireyden yola çıkarak toplumu kavramak mümkün olmasa da veyahut senaryo metinlerindeki söylemlerin, imgelerin, gerçekliği sarsan, örten, aşikar kılan tartışılmaz sanatsal kaygılarını dikkate alsak da gerçek hayattan ve "çoğunluk"tan kaygılanmamak imkansızlaşıyor.(BB)