Güvenlik devleti, yasaları ve düzeni koruma kisvesini kadın bedeninden biçiyor. Kadının haddini aşan 'cüretkârlığı' ya toplumdan dışlandığı ya da direnişinin sıradanlaştırıldığı, bayağılaştırıldığı bir 'münferitlik', 'mosturalık', 'numunelik' olarak arşivleniyor. 'Tanınmış bir direnişçi' olma yolunda taşlarını döşeyen iktidar bir dünya türküsü tutturuyor direnişçi adına. Bir an için ve pek çok zaman için baskıyı tekelinde tutan devlet, öfkene ve direnişine davranışçı bir psikolojiyle yaklaşıyor.
Devletin böylesi bir birleşik gücü kadını sembolleştiren, vatanı dişileştiren, dişliyi erilleştiren bir devamlılıkla sürekliliğini koruyor. Modern erkekliğin, erkek ideolojilerin inşası, kadının 'kahramanlığını' ayrıntıya boğarak, kadınları bireysel özerklik ve seçimden yoksun bırakarak; toplumsal iktidar biçimlerini yeniden üretiyor.
Teorik tartışmaların içerisinde tutarlı bir politik mücadele deneyimleseniz de medyanın, siyasetçinin, yorumcunun eril dili sesinizi kısıyor veyahut kendinizi soru ve sorgulara yanıt ararken buluyorsunuz.
Korkmak lazım, nefret dilleri pek dudu artık
Kadınlar mücadelelerinin dilini, sözünü iç içe işleyen iktidarlar sistematiğinde kurmaya çabalamaktadır. Bu çaba, boşuna değildir; ataerkil yapıların, eril meydanların, sokakların kendi inisiyatifine aldığı özgürlük iradesini, politik gücünü tartışılabilir kılabilmektedir. Sokaklar, meydanlar, kürsüler, amfiler, salonlar mekansal dönüşümlerini, toplumsal belirlenimlerini, sınırlarını kadınların yasadan, töreden, törenden bağımsızlaştırdığı her an sağlamaktadır.
Alanlarda kadınların içselleşmiş kontrollerini aştıkları her eylemleri, iktidarın gözünde 'bireysel seçimden' ibarettir. İktidar tüm aygıtlarını 'uyumsuz, huysuz kadınlara' verili bir uyumu, kendi doğrusunu her alanda dayatmaktadır. Kadınların direnişi 'anlık', 'apansız' bir cesaret olarak tarif edilir ve gerçeklik zemini kaydırılır.
Direniş, kadın kimliği, bedeni son zamanlarda pek çok medya aracılığıyla evlerimizin içindedir. Evlere, özel 'dişil' rehavet alanlarına büyük bir (t)aşkınlıkla gelmektedir. Kadının güçlenen bağımsız ve örgütlü kimliği, eril dünyanın indirgemeci, gündelik, simge taşıyıcı diliyle her defasında yeniden konuşulmaktadır.
Şili'de öğrencilerin "parasız eğitim" talebiyle başlattığı protestoların önemli bir halk hareketiyle buluştuğu; çok sayıda işçi ve kamu görevlisinin genel grevle muhalefetlerini derinleştirdiği bir süreçte Şilili öğrenci Camila Vallejo'nun görüntüleri, fotoğrafları güçlenen bireysel ve örgütlü bağımsızlığın bulandırıldığı bir dizi yorumla ele alındı.
Bu yazının amacı farklı coğrafyalarda iki kadının Türkiye'den Dilşat Aktaş'ın; Şili'den Camila Vallejo'nun direnişinin dönemeçlerinde takıldığımız eşikleri anlama çabasıdır.
Kadınların tarihsel deneyimleri çok uzun bir tarihsel dönem boyunca kayda geçmedi ve yorumlanmaya değer görülmedi. Entelektüel çabalar yeni bir analitik perspektifle kadınların görünürlülüğünü ortaya koymaktadır. Entelektüel emeğin hayatı, sokağı belirlediğini düşünen umutlu ve yürekli kadınların Dilşat ve Camila'nın, görünürlülüğünü körleyen ve sırlayan erilliği bu kez görünür kılmaktan yanayım.
'Burnu hızmalı' Camila'nın güzelliği; ülkesindeki halk isyanının 'yüzü' Camila tüm sanal alemde artık bir 'kült', haber bültenlerinde yer alan bu ifadelerde bir direnişe ve direnişçiye duyulan nefretten başka ne okunabilir. Camila, yaramaz kız, o zaten halktan değil; ya da halk adına konuşan bir soylu veyahut bilge kızı mı? Camila'nın bilgeliği değil inatçılığı ve cesareti mevzu bahis olan; tüm bunları yapan yerinde duramaz Camila'ya merakımızı hafifleten de güzelliği. Güzelliği, direnişi kadar yakıcı ve ikonlaşabilecek, kültleşebilecek bir açıklıkta.
Nefretin dili güzel, çirkin, korkak, cesaretli tüm kadın deneyimleri için artık böylesi bir acımasızlıkla kuruluyor. Medyanın cinsiyetçi ve nefret söylemlerine çok büyük bir aşinalıkla haberleri okuruz hatta bazen içselleştirdiğimiz ön yargının boyutlarını fark edip kendimizden de korkabiliriz.
Korkmak lazım, nefret dilleri pek dudu artık. Yoksa güzel olan, halkı arkasına alan bir hızmalı genç kadının direnişi nasıl soğurulacaktır? Eril nazar, öyle bir bakar ki kadın bedenine güzellik asaletten; asalet mesafeden; mesafe iktidar ilişkilerinden örülmeye başlayacaktır.
Kadın direnişçilere yönelen nefret halleri
Kadının direnişi eril tarihin ürettiği içlerinde sırlar barınan kurgusal mitler kadar kültürel bir enerjiyle de yorumlanır. Pek tabii ki tüm mitler kültürel örüntülerin kolaylaştırdığı bir düzlemden hareket eder. Ancak kadınların öfkeleri, isyanları, müdahaleleri gözden kaçırılan, bilinci bulandıran bir hamasetle ele alınır.
Dilşat Aktaş'ın ülkesi de Camilia'nın ülkesi gibi kapitalizmin, neoliberalizmin, savaşın, işkencenin damar damar yaşandığı bir ülke. Dilşat, Hopa'da yaşanan şiddetinin dallı budaklı, saran, örten, bastıran tüm şiddetine karşı panzerin üzerindedir. Kadın haliyle panzerin üzerinde, üstelik kendi karar vermiş yani iradesiyle.
Nasıl olur? İnsin panzerin üzerinden bir yerde sıkıştırıp kalça kemiğini, bacaklarını kıralım; bakalım bir daha yapabilecek mi? Gerçekten de kırarlar; Dilşat'ın bacak ve kalça kemiklerini; felç olma riskiyle hastaneye kaldırılır. Panzere çıkan kadından ürker eril siyaset, ne diyeceğini bilir bilemez; bir şeyler der "Ankara'da bir polis panzerine tırmanan bir tane kız mıdır, kadın mıdır bilemem."
Dilşat Aktaş'a kadın eylemciliğinin bedeli ödetilmeye başlanmıştır bile. Kadın bedeni, ruhu, umuduyla sorunsallaştırılmıştır. Kadın direnişçi bir meseledir artık. Cinsiyetçilik, bütün bir toplumun ve toplumsal kültürün betimleyici, çözümleyici bir ideolojisi olarak feodalizmle, kapitalizmle, liberalizmle, ırkçılıkla hızlıca kaynaşabilmektedir. Dilşat, bastıran, püskürten, ezen bir demir yığının üzerinde bir kadın, ataerkilin mutlak üstünlüğünün üstünde direnirken, cinsiyet yüklü değerleri ve yasaları sarsmıştır.
Düşünen kadının ifade biçimini de kendisinin belirleyebildiği eylemlerin kadına dönen hibrit veya doğrudan nefreti Camila ve Dilşat'ın direnişinde görünür olmuştur. Kadınların deneyimlerinin, öngörülerinin yok sayıldığı, görmezden gelindiği hakim anlayışın çatlakları her geçen gün büyüyor. Milletin, devletin kurumsallaştığı, kadın vatandaşa biçilen güvenilir ve pozitif kimliğe alternatifler, devletin sınırlarıyla politik sınırların aynı olmadığını gösteriyor.
Devletin denetimsel ve baskıcı tüm işlevi hegemonik yapısıyla bireylerin özgüllüğünden, eritilemeyen ideolojik hareketlerden her dem rahatsız. Tarih geçmiş hakkında nesnel bir gerçekliği tarif edemez ancak Camila, Dilşat ve tüm kadınlar, ülkelerinin bastırma ve kendi içinde eritme stratejilerine sadece yasal ve filli engellerle değil, manipüle edilmiş anlam ve varsayımlara da tanık olmaktadır.
Kate Millet, zulüm ve dehşet aynı zamanda cinsel bir şeymiş gibi sunulmazsa o zaman gerçek tepkilerin berrak ve açık bir şekilde duyulacağını söyler. [1] Cinselliğin dişi olduğu ve cinselliğin dişilik üzerinden kurgulandığı bir gerçek inşası kadının direnişine hiç olmadık düzeyde direniş gösteriyor. O vakit, 'hızmalı direnişçi', 'simge kadın', 'kız mı kadın mı' nefret dilindeki semiyotik, anlaşılmayı bekliyor. Kadınlar, çocuklar gibi siyasi varlıklar olmadıkları ön kabulüyle kurulan dillerde, ideolojilerde kendine, tarihine, öfkesine yer aramaya çıkıyor. (YGY/NV)
[1] Kate Millett, Zulüm Politikaları Siyasi Tutukluların Tanıklıkları Üzerine Bir Deneme, İstanbul: Metis Yayınları, s. 139.