Her gün yanımızdan yüzlerini bir daha hatırlamayacağımız onlarca insan geçiyor. Hayatları neye benzer, insanlıkları nerede durur bilemeyiz. Çoğunluğun içindeyken din, dil, ırk ya da düşünce nasıl bir azınlık olursan ol erirsin, aslolan çoğunluktan olmaktır bu yüzden.
Seren Yüce'nin yönettiği Çoğunluk filmi yüzlerini hatırlamakta güçlük çektiğimiz ama Beyoğlu'nda ya da herhangi bir alışveriş merkezinde çokça rastlayacağımız Mertkan gibi gençlerin haritasını çıkarıyor bize.
Filmin ayrıntılı bir hikayesi yok, orta sınıf bir aile var, büyük oğulları evlenmiş, küçük olan Mertkan ise babasının izinden gidecek şekilde yetiştiriliyor. Arada sırada yemek yediği kafenin garsonu Kürt kızı Gül'le aralarında bir yakınlaşma olunca hayatında ilk kez bir heyecan yaşıyor, tabii onun da sınırları var.
Orta sınıf olmak ve bunun sürekli devam eden kısırdöngüsünü yaşamak farkında olmayınca kolay. Mertkan da olup bitenlerin farkında değil, birini gerçekten sevebilir mi onu bile net olarak anlayamıyoruz, kararlarını veremiyor çünkü kabuğunu kıramadığı sürece ancak babası gibi bir adama dönüşebilir, ötesi olmaz.
Zaten ağabeyi de evlenerek babasının yaşadığı küçük burjuva hayatı bir başka biçimde yeniden üretiyor, çoğullaştırıyor. Orta sınıf ahlâkı çetrefilli ve ikirciklidir, içten içe bir sınıf kini de taşır.
Mertkan'ın evlerine temizliğe gelen kadını daha çocukken ittiğini gösteren sahne işte bu yüzden boşuna değil. Bir yandan çok sıradan bir refleks gibi görünebilir ama bir yandan da gerçeğin ta kendisi.
Mertkan yaşadığı hayatın kıyısına gelip düşünse de, vicdani bir hesaplaşma yaşasa da, babası, Vanlı olduğu için potansiyel terörist olarak gördüğü Gül'den ayrılmasını, görüşmemesini isteyince çok da fazla direnemiyor, yaşayacak başka bir hayatı olduğuna inanmıyor.
Sürekli dikte edilen Müslüman olmak Türk olmak, vatan için çalışmak söylemi de ayrıntılar olarak sekanslara serpiştirilmiş. Bunlar doğru ve yerini bulan ayrıntılar zira her sisteme ayak uydurabilen ve her savaşta ayakta kalmayı başaran orta sınıfın nasıl işlediği, konformist ve ataerkil olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Ailedeki duygusuzluktan, tekdüzelikten rahatsız olan bir anne var ama onun da elinden birşey gelmiyor, mevcut gündelik hayat düzeni onun da elini, kolunu bağlıyor. Henri Lefebvre Modern Dünyada Gündelik Hayat çalışmasında gündelik hayatın itinayla incelenen bir nesne haline geldiğinden bahseder.
Örgütlenen gündelik hayat kapalı bir devre haline gelmiştir. Önceden biçimlendirilen gereksinimlerin ne olacaklarını tahmin etmek artık işten değildir. Çoğunluk gündelik hayatın içerisinden bir aileyi tasvir ederken, bir yandan da Lefebvre'nin bahsettiği tekdüzeliği de analiz ediyor.
Uyanmak, sadece yerinden doğrulmak değil, uyanmak zihinsel bir aydınlanmadır aynı zamanda. Belki Mertkan, Gül'ün elinden tutmasına izin verse kabuğunu kıracak ama kıramıyor.
Aslolan da bu, orta sınıf hayatın umutsuz, statik tablosu, hep aynı kısırdöngüyle sürecek olması kapitalizm içerisinde bir yazgı, yaşadığımız zamanda hiçbir çark, orta sınıfı başka şekilde döndüremiyor, aradan sıyrılan, "başka bir hayatın mümkün" olduğuna inananlar yerinden doğrulurken, Mertkan gibi olanlar ancak babasının ayakkabı ve palto çıkarma ritüelini derinleştirebiliyor.
İşin kötü yanı bu ahlâk biçimiyle hesaplaşıp dışına çıkabilenlerin az sayıda olması, çoğunluk böyle çoğalıyor ve böyle ürüyor, sistem ne veriyorsa onu alan çocuklar hiçbir zaman uyanamayacak, oysa bir film bile ışık olabilir insana, bu anlamda Çoğunluk iyi bir örnek. (JB/EÖ)