“Ben sizin ananızım, ben sizin bacınızım”… Türkiye’de bir kadının siyaset sahnesinde geldiği en yüksek kürsüden hitabeti buydu seçmene…
Başbakan olmuş Tansu Çiller’den bahsediyorum…
“5 Nisan paketi, ‘Vatan için kurşun atan da yiyen de şereflidir’, ‘Sivaslılar Sivas’ı il yapalım mı?’, jetski, örtülü ödenek…”
Çiller’in açtığı gediği kapatmak kolay değil ama zihinlerimizde yarattığı kadın siyasetçi travmasını anlatacak en iyi sözdü “Ananızım, bacınızım” sözü…
“Evet ama siyaset sahnesinde yer almanın şartı erkek rolü oynamaktı” demenin aczini ortadan kaldırmak hep zor oldu.
Eşinin, çocuklarının yani ailesinin üstüne basarak, onu ihmal ederek politika yapan kadın portresi zaten bu ülkede sevimli karşılanmazken bir de üstüne erkeklerin kirli siyasetinin parçası olmaktan asla beis duymayan hatta tam da o noktada yarışan bir figürdü.
Yanlış anlaşılmasın, Çiller, siyasette erkek aktörlerin ellerini güçlendirmedi aslında. Onlar için kadının siyasette temsilini talep edenlere gösterilecek bir örnek olarak tarih sahnesinde yer aldı.
Hani “Kadın başbakanımız da olmadı demesinler” diye…
Ama “Kadınlar siyasete giriyor da ne oluyor?” diyenler de var ya. İşte 2007 Temmuz genel seçimlerinden bu yana bu soruya cevap vereceklerin eli güçlendi.
Meclise 50 kadın vekil girdi.
İsmi tartışılsa da, eksik olsa da tatmin etmese de “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu” kuruluyor Mecliste. 11 yılın ardından nihayet oluyor.
Kadınların namus/töre bahaneli öldürüldüğü, kadınların temsil edilmediği, kadınların şiddet gördüğü, kadınların işten çıkarıldığı, çocukların okula gönderilmeyip zorla evlendirildiği ve zamanından önce kadınlaştırıldığı, şiddet gören kadının gidecek sığınma evi olmadığı bu ülkede TBMM’ye giren kadın vekiller bu sorunları kadın hareketini de arkalarına alarak önergelerine konu ediyor, yasa uygulayıcılardan hesap soruyorlar.
Üstelik bunu TBMM’deki yüzde 9.1’lik oranla gerçekleştiriyorlar. Bu oran yüzde 50 olsa yani gerçekten eşitlik olsa neler olmaz ki?
Maalesef yüzde 9.1’lik oran Meclis’te kadın temsiliyeti adına ulaşılan en yüksek oran. Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği’nin (KA-DER) öncülüğünde kadın hareketinin de desteğinin bu orana ulaşılmasında katkısını görmek yerel seçimler için de kadınlara umut olmuştu.
“Meclise girmek için bıyıklı olmak şart mı” diye isyan eden kadınların 19 Aralık’ta başlattıkları ve siyasi partilerden yüzde elli kadın aday göstermelerini talep ettikleri kampanyaları, yerel yönetimlerin odağında hizmet alanların kadın olması gerçeği bu umudu güçlendirmişti.
Hem de yerel yönetimlerde kadın temsiliyetinin yüzde 0.56 olması utancı silinmeliydi…
Amma velakin umutlar boşa çıktı. Siyasi partiler aday listelerini açıkladı. Sonuç hüsrandı.
AKP yüzde 0.61, CHP yüzde 2.34, MHP yüzde 1.32, DSP yüzde 4.6, DTP yüzde 11.9 oranında kadın aday gösterdi. Yüzde 97’si erkek yüzde 3’ü kadınlardan oluşacak yerel siyasetten bahsediyorum.
Üstelik bu kadınların ne zor şartlarla siyasete katıldıkları ırtada.
Kadıköy Bağımsız Belediye Başkan Adayı Nursel Şengür mesela…
Rakipleri zaten şişkin olan ceplerinden seçim kampanyasına para aktarmakla neden zorlansınlar ki, seçildikleri takdirde o cebi daha da şişirecek ulaşım, inşaat yatırımcısı dostları var.
Şengür de iki kadın sanatçının sahne alacağı mütevazi bir dayanışma konseri düzenledi.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı İkbal Polat, Bahçelievler Belediye Başkan Adayı Ayşe Yumli Yeter, Adalar Belediye Meclis Üyesi adayı Sevim Çavdarlı Tosun, CHP Bursa Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sena Kaleli… İlk anda aklıma gelenler.
Onlar önce aynı zemindeki erkeklerle yarışarak aday olabildiler.
Evdeki, okuldaki, sokaktaki, işyerindeki erkekleri saymıyorum bile.
Zira bir kadının siyasetle uğraşmasının ön koşulu toplumsal cinsiyet rollerinden yani ailesinden, çocuklarından, evdeki görevlerinden emekli olmasına bağlıyken bu kadınların aştıkları onca engelden sonra aday çıkmak için partilerindeki erkeklerle de yarışmak zorunda kaldıklarından bahsediyorum.
Kimisi “sığınma evi”, kimisi “kreş”, kimisi “ücretsiz ulaşım, tacizsiz sokak, çamursuz yol” diyor, ama ortaklaştıkları nokta bu kentlerin kadınlara şans tanımayacak ölçüde yapılandığı oluyor.
Yarın sandık başında bütün bu kadınlar seçilse bile belediyelerde cinsiyet eşitliği mümkün olmayacak. Sırf bu yüzden yine beş yıl daha sığınma evlerimiz, bakım hizmetlerimiz, kreşlerimiz, lambası yanan sokaklarımız, güvenli ulaşımımız olmayacak.
Kadınlar yine evlerine kapatılacak. Kaç nesil daha? Annelerimizle aramızdaki fark üzerine düşününce bizlere miras kalan ne? Onlar daha iyi eş, daha iyi ana, daha iyi bacı olabilmek için de biz ne için uğraşıyoruz? Karar mekanizmalarında yer alamıyorsak eğer okullara giderek daha kültürlü, daha bilgili eşler, analar, bacılar olalım diye olabilir mi?
Kadınlar söz konusu olunca akıllara sandık deyip de çeyiz değil oy sandığı gelmesi için ne yapılabilir?
2009 yerel seçimlerinde bir ilk yaşandı. Beyoğlu’ndan feminist bir belediye başkan adayı çıkarıldı. Saime Ülfet Taylı Taş.
“Kadınlar siyasette bu kez özne olacağız” dediler. Ananız, bacınız değil özne!
Umarız bu miras gelişerek zenginleşir. Bir dolu hakla, kazanımla gelecek seçimlere devreder gücünü…
Son olarak KA-DER’in tüm kadınların sesi olduğu çağrısını yinelemekte fayda var:
Yarın sandık başında oy verirken kadınları seçin.
Mecliste 50 kadının verdiği cesaretle... Nüfusun yarısının kadın olduğunun sorumluluğuyla... (EZÖ)