Geçen cumartesi günü üniversite rektörleri kendilerine ulaşan ferman doğrultusunda Dolmabahçe'deki başbakanlık çalışma ofisinde toplandılar. Başkanlık Rejimi ön hazırlıkları diyebileceğimiz bu tür toplantılarla bütün erkler tek elde toplanmaya çalışılır.
Üniversite öğrencilerini doğrudan ilgilendiren hususlarda toplantı düzenleyen ve her zaman yaptığı gibi muhatapları görmezden gelerek iş bitiren zihniyeti protesto etmek ve taleplerini iletmek isteyen öğrencilere polis hunharca saldırdı ve onlarca öğrencinin yaralanmasına yol açtı.
Buraya kadar olayda büyütülecek bir nokta gözükmüyor çünkü Türkiye standartlarında bir müdahaledir yapılan... Ancak bu eylemde öyle bir detay yaşandı ki, asla ve kat'a üzeri kapatılmamalı ve olası kast ile insan öldürme suçundan görevliler hakkında dava açılmalı.
Müdahale sırasında polisler, kadın arkadaşların özellikle kasıklarına vurdu ve aralarından biri 5 haftalık gebe olduğu için çocuğunu kaybetti.
Türkiye için yeni bir durum değil. Maraş katliamı sonrası yapılan işkenceleri Nokta Dergisi'ne anlatan eski bir polis; neden 6-7 yaşlarındaki kız çocuklarının rahimlerine yönelik işkence uyguladığı sorusuna "gelecekte doğuracağı çocuk komünist olur diye" cevabını vererek bir insanın doğurganlığının nasıl yok edildiğini anlatmıştı. Zihniyet hiç değişmedi.
Yerde tekmelenen ve "Vurma hamileyim!" diye bağıran en nihayetinde bir kadındır ve ona vuran orda sistemi temsil eden erkektir.
Şöyle ki; aslında sistem açısından son derece aykırı bir özne yerde yatan... Her şeyden evvel kadın ve evinde oturmuyor. Ve ne işi var eylemde! Bununla yetinmemiş gebeliğine bakmadan eyleme gelmiş. O kadın arkadaşın hiçbir eylem yapmasına gerek yok ki! Varlığı zaten sistem için tehlike oluşturmuş orada! Velhasıl, o çocuğun katli vacip olmuş!
Bundan sonra yapılması gereken bu olayın üzerini kapatmak olmamalı. Bu tam bir erkek tavrı olur. Aksine üzerine gidilmeli, dava açılmalı, polisin hamile olduğunu bildiği bir kadının kasıklarına ve karnına tekme atarken çocuğun öleceğini öngörmesi hususu esas alınmalı ve amirler de azmettirmekten yargılanmalı.
Fethullahçılar dışında neredeyse bütün medya yaşanan bu olayı kınadı. Ancak bu iş sanıldığı kadar basit değil maalesef. Bir tarafta "cemaatçi" basın diğer tarafta "cemaatçi olmayan" şeklinde keskin bir ayrım yok. Cemaatçiler bazı mesajlarını solcuymuş gibi manipülatif bir biçimde vermeyi tercih ediyorlar.
Taraf Gazetesi bu işi hakkıyla epey bir süre omuzlamış ancak açıktan Fethullah ve ABD avukatlığı yapmak zorunda kalınca (zaten bizlerin en başından beri bildiği) ipliği pazara çıkmıştı. Bu sebepten yerine yeni bir "12 Eylül torunu" gerekiyordu. Cemaat ilişkilerini saklamayan Referans Gazetesi ve eski Zaman'cı Eyüp Can yani kısacası Radikal Gazetesi uygun görüldü. Konu ile alakasına gelince, daha düne kadar gençlere yapılanı "bel altı vuruş" diye haber yapan gazete gece nereden düğmeye basıldıysa artık, dün (07.12.2010) inanılmaz bir şekilde maskeyi erken düşürmek zorunda kaldı.
Şener Şen'in "Hele bir sor ki niye yaptım?" üslubu ile köşe yazılarında suç işleyen polisler ve amirleri aklanmaya çalışıldı. Yazıların tamamına bakıldığında görülecektir ki; görev başarı ile yerine getirildi.
Baş memurumuz Eyüp Can, ilk olarak Hüseyin Çapkın'dan "Emniyet teşkilatının yetiştirdiği en donanımlı ve medeni polislerden" diye bahsederek önce bir gönlünü almış. Ardından tamamen mesnetsiz ve tam bir memur edası ile demogoji yapmış ve gençlere haddini bildirmiştir: "Aynı gün Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürü kontrol ettiği bölgede ciddi bir sorun çıkmamasına rağmen protestoculardan dayak yedi.
Ama bakın televizyonda izlediğim o orkestra şefini ya da protestocuların flamalı saldırısına uğrayan o emniyet müdürünü değil, biber gazından gözleri kızaran, aldığı darbeden burnu kırılan, yediği tekmelerle her tarafı moraran öğrencileri konuşuyoruz kaç gündür.
...
Peki ama yol kapatmak, arabalara saldırmak, camları indirmek, Başbakanlık Çalışma Ofisi'ni basmaya kalkışmak yasal ve demokratik bir hak mı?
...
Şimdi sıra 'orantısız güce sıfır toleransta.'
Peki ya 'orantısız protesto?'
Çuvaldızı emniyete batırdık şimdi sıra protestocularda."
Çuvaldız emniyete batırıldıysa vay haline gençlerimizin... Bahtlarına kılıç mı çıkar kazık mı çıkar artık insafa kalmış.
İşi sağlama almak için başka bir memur yazar Akif Beki devreye sokulmuş ve yazı bittiğinde görevini mükemmelen yerine getirmiş edası ile şöyle bir gerinmiştir. Hocamız şöyle buyurmuştur:
"Meğer gösteri ve yürüyüş özgürlüklerini kullanmaya değil, Başbakan'ın toplantısını basmaya gelmişler.
Polisin uyarılarına kulak asmamışlar, engellemelerine aldırmamışlar, barikatı darp ve cebirle yarmaya çalışmışlar. Ellerindeki sopalarla vurmuşlar, tartaklamışlar memurları. Çatışmanın ilk kıvılcımını ateşlemişler. Polis de onları durdurmak için gazdı, coptu, Allah ne verdiyse müdahale etmiş.
Kabul edelim ki, öğrenci arkadaşlarımız da Başbakanlık'taki bir toplantıyı basmalarına polisin yol vermeyeceğini bilmeliydi. O kadar naif olmamalıydılar. İyi niyetle kışkırtır, kutlu bir dava uğruna fiziki güç kullanırlarsa polisten aynı karşılığı alacaklarını kestirebilmeliydiler. Keşke iyi düşünselerdi baştan, keşke bu tür ufak tefek ayrıntıları atlamasaydılar da arzu etmediğimiz olaylar hiç yaşanmasaydı.
Umarım bir dahaki sefere yol kesip toplantı basmak yerine, slogan atıp bildiri okumayı tercih ederler. Savaşa, çatışmaya gider gibi değil; şölene, festivale gelir gibi hazırlanırlar eyleme."
Özetleyecek olursak; 'eylem yapacaksanız radikal eylem değil ama Radikal'in çizdiği çerçevede eylem yapabilirsiniz' demek istiyor kalemşörlerimiz. Aksi takdirde burnunuz kırılır, gözünüz morarır, çocuğunuz ölür bilesiniz.
Sonuç olarak ortada bir suç mevcuttur. Bir cinayet işlenmiştir göz göre göre. O halde bu iki yazar hakkında suçu ve suçluyu övmekten dava açılmalıdır. (TD/EÖ)