Burhan Sönmez’in okurlarının heyecanla beklediği son kitabı. Kürtçesi de yayımlandı. 107 sayfalık bir kitap. Son derece akıcı, merakla ve hızla okunuyor. Baştan söylemeliyim, hızlı okumakla kitaptan kurtulmanız çok zor, benim için imkânsız oldu. Zihin bırakmıyor, günlerdir her karşılaştığım konuyu Ferdy Kaplan’la birlikte değerlendiriyor, tartışıyorum.
Ferdy Kaplan kitabın suçlu kahramanı. Nazi taraftarı annesi, Türk babası İkinci Dünya Savaşı sırasında Berlin’de ölünce, Ferdy İstanbul’a dedesiyle ninesinin yanına gönderiliyor. Onunla birlikte bu kitapta yaptığımız yolculuk İstanbul, Paris, Batı Berlin üçgeninde geçiyor.
Kitabın tanıtım metni şöyle: “1968’de her yer gençlik ayaklanmalarıyla sarsılmaya başladığında öğrenci dergilerinde hararetli tartışmalar yaşanmaktadır. Eski Nazi suçlularını cezalandıran gizli bir direniş grubundaki gençler, ölmüş yazarları da savunmanın ve onların intikamını almanın değerine inanmaktadır.”
Kadim çağlar, gelenekler, ihanetler…
Paris, İstanbul, Batı Berlin haritasında geçen edebi gerilim ve aşk romanı.
İnsanın evine dönmesinin gerekçesi nedir?
Edebiyat kitapları, okurlarının algısında farklı formlar alırlar. Bazen okur sayısı kadar forma girerler, bazen daha az. Çalan bir müziğin etrafında birbirlerini görmeden, gözleri kapalı dans eden insanlar gibi düşünürüm okurları. Dinledikleri müziğin tınıları her biri için farklı bir ritim, farklı bir anı, yeni düşünme yollarının başlangıcı olabilir. Bu kitabı okurken yürüdüğüm yolları paylaşmak istedim sizinle. Okuma heyecanınızı elinizden almamaya, bu edebi gerilim dolu kitaptan ipuçları vermemeye özen göstereceğim.
Mekânlarımız; polis merkezi, mahkeme salonu ve cezaevi. Tümü Batı Berlin’de. Ferdy Kaplan otobüs durağındaki günahsız, başarılı bir üniversite öğrencisini öldürmekten ve yanında oturan yaşlı adamı yaralamaktan sorgulanıyor. Polis yanında kısa saçlı bir genç kadının olduğuna ve kaçtığına inanıyor. Bu eylemin ardında bir örgüt, uluslararası bağlantı ağı olduğuna inanan polis (devlet) sorguya bu yapıyı ortaya çıkarma mücadelesi ile başlıyor. Ferdy’nin Berlin’e dönme amacı ne? Neden geldi?
Ferdy Kaplan: “İnsanın evine dönmesine gerekçe aranmaz.”
Ohhh çok yaşa Ferdy. Yaklaşık iki yıldır bu soru o kadar çok soruluyor ki çevremizde. “Almanya’da burslu çalışırken yargılanacağı davayı da bilerek niye döndü?” Bir daha soran olursa “Ferdy Kaplan’a danışın” diyeceğim.
Komiser Müller: “Olayın arkasında çözemediğimiz ilişki ağlarının varlığından şüpheleniyoruz (…) Bizim amacımız düzeni sağlamak hayatı yaşanır kılmak.”
Ferdy Kaplan: O yüzden mi bir öğrenciyi öldürdünüz?
(68’de Batı Berlin’de protestocu öğrencilere polis ateş açmıştı.)
Kitapta sorgu sahneleri müthiş bir matematiksel kurgu ile ilerliyor. Polis, yargıç, savcı ilişki bağlarını çözmek için uğraşırken zaman da kazanmak istiyorlar.
Ferdy Kaplan: “Odaklandığınız yerlerden vazgeçin, bana sorduğunuz soruları aklınızdan silin. Bu yanlışlardan uzaklaşırsanız zaman kazanırsınız.”
Ferdy Kaplan’ın peşinden gitmemek mümkün değil. Ama Komiser Müller de kendi duruşu açısından mükemmel.
Komiser Müller: “Bu ülke büyük yazarların ölümüne hazır, ama eski yaraların yeniden açılmasına değil.”
Devlet, “hayatı yaşanır kılmak isterken” insanların (canlıların) canını da alan bir kurum değil midir? Tezer Özlü “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” diye yazmıştı. Ülkenin yerine dünya da demek mümkün.
Sayın Müller, inanın bizde de canlıların acı çekmesine, ölümüne hazır devlet, yeter ki Dersim, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, Maraş, Çorum, darbeler, 90’ların fiyakalı cinayetleri, derinde patlayan bombalar... gibi konular açılmasın.
Ferdy Kaplan: “Bana karşı hukuku savunduğunuzu söylüyorsunuz, ama o hukuku her yandan eğip büküyorsunuz.”
Komiser Müller: “Siz bize yardım etseydiniz, emin olun farklı davranırdık.”
İlişkiler ağını, Doğu Berlin ile casusluk bağlantılarını, devleti örselemek isteyen örgütü ele vermesini kastediyor sanırım Komiser Müller. Ya casusluk ve düşündükleri gibi bir örgüt yoksa? İşte kitap buradan müthiş bir kurguyla ilerliyor. Devleti bakmadığı noktaya bakmaya davet ediyor. O noktada şaşırtıcı bir yapı, güzel bir aşk ve mükemmel tasarlanmış bir yapı var. Üç büyük kente yolculuktan da bir örnek vermeliyim:
Paris’te öğrenimi sürerken büyüdüğü kent İstanbul’a gelen Amalya’dan bir gözlem aktarmalıyım.
“Sahildeki balıkçı iskelesi silinmiş yerini asfalt bir yol almıştı. Sur dibindeki bostanlara inşaatlar dolmuştu. Kentin rengi değişmiş, ağaçların gölgesi gitmişti.”
Ben renkten daha çok kokuyu hissediyorum ve çok özlüyorum diye düşünürken Amalya’nın kafa sesi de sayfayı çevirince geldi:
“Bir kenti ne daha çabuk değiştirirdi, yıkılan yapılar mı, yitip giden arkadaşlar mı?”
Amalya birkaç gün dolaştı, çocukluğundaki kokuyu aradı.
Franz K. Âşıkları’ndan tüm bu seçtiklerim kurguyu, gerilimi, zihninizde oluşacak tartışma konularını ele vermeyecek ipuçları. Yazarla aramızdaki dünyaya bakış açısı ortaklıkları diyeyim. İşin en heyecanlı yanı ise Franz K. dünyayı karıştırmaya devam ediyor hala.
Dipnot: Okuduğum kitaplarla ilgili heyecanımı paylaşmak isteyen bir okurum yalnızca.
(AÖÇ/VC)