*Kaya Kalaycı, kızı Rubina ile çalışıyor.
Adalı dergisinin Ekim sayısında Adalar’ın İmar Planlarının Son Bir Yıllık Hikayesi (Ali Erkurt), Petros Markaris, Heybeli’de Sonbahar, “Boşluk ve Bisiklet” (Ayçe Ayyıldız Baturay), Bakır Ustalığında Dördüncü Kuşak: Adalı Komşumuz Kaya Karakin Kalaycı (Ayda Özlü Çevik), “Heybeliada’ya Âşık Bir Yaşam: Hasret ve Kavuşma” (Ayçe Ayyıldız Baturay), İmparatoriçe İrene ve Büyükada Kadınlar Manastırı (Melis Şeyhun), Adalı Olmak (Nazlı Doğuoğlu), Talihsiz ‘Mavi Marmara’ (H. Can Yücel), Benim Bitki Dostlarım (Bercuhi Berberyan), Bienal (Melis Şeyhun), Yıllar Önce Basında Adalar: Ekim 1937 (Cihan Yiğin) başlıklı yazılar yer alıyor.
Ayda Özlü Çevik'in "Bakır Ustalığında Dördüncü Kuşak: Adalı Komşumuz Kaya Karakin Kalaycı" başlıklı yazısını kısmen yayımlıyoruz. Adalı dergisine teşekkürlerle.
* * *
"Belki de son tombakçı"
Bakmayın Adalıların ada sokaklarında öyle şatafatsız, az utangaç, kuralsız trafik nedeniyle biraz ürkek gezinmelerine, içlerinde her birinin ne cevherler, ne hikayeler, ne yetenekler gizli. Benim çeyrek asırlık komşum Kaya Karakin Kalaycı da işte onlardan biri. Büyükada sokaklarında bisikletiyle alışveriş dönüşü, motorlarda, vapurlarda çoğunuz görmüşsünüzdür onu.
Çoğumuz aşinayızdır, selamlaşırız da; ürettiklerini bilen çok azdır. Oysa eserleri ülke sınırlarını çoktan aştı. Ortadoğu’da Osmanlı, Selçuklu motifleriyle camileri süslerken Batıda örneğin Lüksemburg şehrinin girişinde kente gelenleri karşılıyor. Hikayesini ilgiyle okuyacağınızı umuyorum, eserlerini görmek için heyecanlanacağınızı da ve okudukça başarının görünmezliği üzerine epeyce düşünüp yorumlar yapacağınızı da. Yazı bittiğinde neler düşündüğünüzü bizimle de paylaşırsanız çok mutlu olacağız. Lafı uzatmadan geçmişe uzanalım.
Sultan Abdülmecit dönemi başlayan hikâye
Ailenin bakır ustalığı büyükbaba Artin Usta ile Bursa’nın Çengiler Köyü’nde (Bugün bu köy Yalova sınırları içindedir, adı da Sugören Köyü’dür) başlar. Çiftçilikle uğraşan Artin Usta tüm civar köylere de bakır kaplar üretir. Oğlu Haçik Usta da babasından aldığı el ile bakır kap-kacak yaparken, 1911 yılında askere alınır. Trablusgarp Savaşı’na gönderilirken Mısır’da esir düşer. Esareti sekiz yıl sürer. 1919 yılında Bursa’ya döndüğünde ailesinden hiç kimse kalmamıştır. İstanbul’a bir akrabasının yanına gelir ve daha sonra ailenin tüm eserlerinin üretildiği Beyazıt Çadırcılar Caddesi 40 numarada çalışmaya başlar. İstanbul’da evlenir, kızı Virgin ve babasının adını verdiği oğlu Artin dünyaya gelir. 40 numaralı dükkân-atölyeyi satın alır.
Mustafa Kemal Atatürk ile devam eder
İstanbul’a yerleşen ailenin yolunu köklerinin bulunduğu Bursa’ya çeviren Mustafa Kemal Atatürk olur. 1929 ile 1937 yılları arasında 130 gününü Yalova’nın termallerinde geçiren Atatürk’ün kaldığı Baltacı ve Millet Çiftliği ile Atatürk Köşkü için bakır kaplar üretimi ve kalaylanması işi, zanaatıyla adını duyurmuş olan Haçik Usta’ya verilir. Atatürk’ün “Haçan Usta” diye seslendiği Haçik Usta 1934 yılında soyadı kanunu ile “Kalaycı” soyadını alır.
1955 yılında Haçik Usta hastalanınca üçüncü kuşak Artin Kalaycı Beyazıt’taki dükkânın başına geçer. Onun da Kaya Karakin (1959) ve İrma (1963) isimli iki çocuğu olur. Genişleyen aile Aksaray’dan Bakırköy’e taşınır. İşleri giderek büyüyen Artin Usta 44 numaralı dükkânı da satın alır.
Kaya Kalaycı’nın çocukluğu babasının dükkanında geçer. Bakır üretimi ona oyun gibi gelmektedir. Babası bu oyuna katılmasına çoğunlukla izin vermez. Okumalı, çağa uygun bir meslek sahibi olmalıdır. On bir yaşında Alman Lisesi’ni kazanır ve eğitim hayatı başlar. Ama Kaya’nn aklı fikri Çarşı’dadır. Yabancı dil öğrenip kendini “renkli bakırcılık hayatı”na atmayı düşlemektedir. Alman Lisesi onun için dünyayla konuşmasını sağlayacak bir kapıdır. Okul sonrası babası hemen yanında çalışmasına yine izin vermez. Ticareti anlasın, insan ilişkileri gelişsin diye Bedesten’de eğitimli çevresi geniş kuyumcu Bedros Kato’nun yanına çalışmaya verir, orada hem bir çevre edinir hem de satış ve ticaretin temel kuralları eğitimi alır. Ve nihayet askerlik sonrası 1986 yılında artık dükkana adım atmayı hak etmiştir.
Çiğdem Simavi’nin sihirli dokunuşu
Kaya Kalaycı, Artin Usta ve baba dostu Ohannes Usta ile birlikte çalışırken cesaretle hedef yenilemek gerektiğini düşünür. 1989 yılında “Dünya Genç İş Adamları” toplantısının yapılacağı Divan Oteli’ne üç yüz adet kapaklı sahan üretirler. Sahanlardaki motifler, el işçiliği o kadar beğenilir ki, Çadırcılar Çarşısı 40 numara, Koç Ailesi’nin ve İstanbul’un önde gelenlerinin ziyaret ettiği bir yer olur.
Sanatsever ziyaretçiler, Kaya Kalaycı’nın önünde yeni bir ufuk açarlar. Avusturya Konsolosluğu “devlet azizi” olarak kabul edilen Aziz Johannes von Nepomuk’un Barok dönemde yapılmış bir heykelinin replikasının yapılmasını ister. Replikayı dövme bakırdan bir gölge olarak yaparlar ve bu gölgeyi Lüksemburg şehrine gelenler halen büyük bir hayranlıkla seyreder.
Bu günden sonra onu keşfeden iki farklı ünlü kadın, hayatının akışını da önemli şekilde etkileyeceklerdir,
İlki Mustafa, Ömer ve Ali Koç’un anneleri Çiğdem Simavi’dir. Kaya Kalaycı’yı müzelerde bulunan tarihi eserlerin tıpkı yapımı ve tombak ustalığı konusunda yüreklendirir. Tıpkı yapımların yabancı konuklara armağan edilmesi amaçlanır. Simavi’nin yol göstermesiyle, Kalaycı’nın tıpkı yapım eserleri dünyanın dört bir yanına yolculuğa çıkar. Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı döneminde ziyarete gelen yabancı konuklara bu eserlerden armağan eder. Bu çalışmalara ilgi duyan Hayrunisa Gül de Çankaya Köşkü ve Huber Köşkü’ndeki eserlerin onarılması ve eksiklerin tamamlanmasını Kaya Kalaycı’dan ister.
İlk gençlik yıllarından bu yana Selçuklu ve Osmanlı motifleri üzerine araştırma ve çalışmalarını sürdüren Kalaycı, tombak çalışmalarına başladığında parmaklarının kalınlığı tombak ustalığında altın tozunun gerektiğinden fazla kullanılmasına neden olur. Ona tombak yapımının sırlarını öğreten İran Tebriz doğumlu ünlü ressam Yakup Cem Hoca’dır. Yakup Cem parmakları bu işe daha yatkın olan karısı Hilda ve kızı Rubina tombaklama işlemini öğretir ve onlar gerçekten çok daha tasarruflu kullanırlar altını.
“21. Yüzyılın antikaları” diye adlandırılan bu eserler Çiğdem Simavi’nin öncülüğünde, Üsküdar Belediyesi’nin sergi salonunda 2020 yılında sergilenir. Pandemi günleri olmasına, kısıtlı sayıda davetli çağrılmasına rağmen, sergi müthiş ilgi görür. ..
(AÖÇ/APK)