Tesadüfi bir şekilde "diğerlerinden" farklı olarak henüz, yazma çizme ve söz söyleme zamanımız var. Bu durum ne kurtulmuş olduğumuzdan ne de kurtarılmış olduğumuzdan ileri gelmekte. Sadece ve sadece tesadüfi bir şekilde ve bolca şanstan dolayı bizler, zaruri bir eylemi yani nefes alıp vermeyi henüz yapabilmekteyiz.
Katledilen, dövülen, tecavüz edilen, enseste maruz kalan hemcinslerimizin ve diğer ötekilerin/ötekileştirilenlerin aksine bizler durumu şimdilik, sokak tacizleri ve sistemin diğer faizlerine maruz kalarak idare ediyoruz. Evet, durumu idare ediyor ve kotarmaya çalışıyoruz. En hafifiyle her gün yaşadığımız dilsel aşağılanma, yoksun bırakılma ve arada bir el çabukluğuyla savuşturmaya çalıştığımız tacizlerle günü kurtarıyoruz. Piyango bize ne zaman vurur ve bu "şanslı" hallerimiz ne zaman tonunu daha da koyultur ya da hangi aşamada durumu kotaramamaya başlarız pek bilemesek de şimdilik vaziyetimiz budur.
Aynı gemide farklı dozajlarla da olsa aynı zihniyetin muamelelerine maruz kalan "hemcinsleriz". Biyolojik olarak hemcins olmasak bile erilin karşısında onun ötekisi olan hepimiz, her zaman "hemcinsiz". Kimimiz politik mücadeleye dâhil olmadan bireysel deneyimlerle bu süreci yaşarken kimimiz ise her haliyle politikaya batmış durumda. Feminist oluşumlarda yer alarak, örgütlenerek, kafa yorarak ve her gün biraz daha ayılıp duruma biraz daha batarak güçlenmeye çalışanlarımız, tüm enerjileriyle her yöne yetmeye ve en önemlisi de güçlü durmaya çalışıyorlar.
Dayanışma ruhuyla kadınların bakışlarını bu şiddet sarmalına yöneltmeye ve bu sarmalı kadın bakış açısıyla çökertmeye çalışıyorlar. İçinde bulundukları feminist hareketin bir kazanımı olan ve en başından beri sistemin gönülden onaylamadığı kadın sığınaklarının bugünkü vaziyetine de müdahil olmaya ve sahipsiz bırakılamayacak kadar hayati ve "bize ait" yerler olduklarını göstermeye çalışıyorlar.
Bir zamanlar kadın sığınaklarının gereksizliğini ve gayri ahlakiliğini kanıtlamaya çalışan ve bu yerleri kapatan zihniyet, mekânsal olarak kapatamadığı kadın sığınaklarını şimdilerde ise kapsamaya ve zihniyetiyle kapatmaya çalışıyor. Bunun kanıtlarını tüm yasal yükümlülüklere rağmen (bu yasal yükümlülüğe örnek olarak nüfusu 50.000'in üzerinde olan belediyeleri verebiliriz. Bu belediyelerin sayıları 251 civarındadır.[1]) hala 81 olan sığınakların sayısında[2] ve kimi sığınaklarda kadınlara reva görülen yarı açık cezaevi uygulamalarında görebiliriz.
Feminist hareketin ataerkil literatüre, sağlam bir zorlamayla soktuğu kadın sığınaklarının ülkemizdeki yolculuğu da pek çoğumuzun bildiği gibi yine aynı kanaldan olmuş ve bol git gelli bir süreçte gerçekleşmiştir; bu sürecin zihinsel ve yapısal yolculuğu halen devam ediyor.
İlk sığınaklar
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 1990 yılında kurulmuş ve ilk sığınak çalışması 1995-1998 yılları arasında hayata geçirilmiştir.[3] Kadın Dayanışma Vakfı ise 1993'te kurulmuş ve resmen kurulmasından önce 1991'de Altındağ Belediyesi'nin işbirliği ile kadın danışma merkezini açmıştır.
1993 yılında yine Altındağ Belediyesi işbirliği ile kadın sığınağı da açılmıştır.[4] Bu işbirliğinin sona erme biçimi bize, bugün dahi geçerliliğini sürdüren kadın sığınaklarını tam olarak özümseyememenin ve gerçekten gerekliliğine inanmamanın sonuçlarını göstermektedir.
Her türlü açıdan meşruiyetini kazanmış olan kadın sığınakları, tüm bu meşruiyete rağmen bu bakış açısını içselleştiremeyen sistemin zorlamalarıyla karşı karşıya. Bu gerçek, dün iktidarda olanlarla bugün iktidarda olanların bir şekilde aynılaşabilecek kadar bu konulara isteksiz olduklarını her fırsatta bize kanıtlıyor.
Türkiyeli feminist kadınlar, 80'lerden itibaren önceki yıllara göre daha örgütlü ve daha kararlı bir şekilde yola çıktıkları zaman da, o temeller üzerinde ve o deneyimlerle güçlenmiş olarak Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Yasa Tasarısı hazırlıklarında söz söylemeye çalıştıkları bugün de aynı devlet anlayışıyla karşılaştılar. Bizi bu sonuca götüren veriler ise, tasarı çalışmalarına "dâhil edildikleri" söylenen kadınların ilk çalışma sonucunda çıkan metni sahiplenecek kadar kendilerine ait bulmamalarında saklı. Yani kadınlara yine reva görülen, toplantılarda yalnızca "bulunmak"tır. Ancak sonrasında kadın örgütleri taslağa kendi ruhlarının da geçebilmesi için çabalarını sürdürmüşlerdir.
Bir diğer trajikomik örnek ise son iki üç aydır Ankara'da Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nde gerçekleşen "Kadın Konukevleri/Sığınmaevleri Yönetmeliği" taslak çalışmalarının yürütülme şekli. Söz konusu bu yönetmelik çalışmalarına, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nden (KSGM) yetkililer ile Ankara'da kadın sığınmaevi olan iki üç belediyenin sığınmaevi sorumluları haricinde örneğin, Kadın Dayanışma Vakfı gibi alanda en eski deneyimlerden birine sahip ve KSGM'ye adres bakımından 10 dakikalık mesafede bulunan bir kadın örgütünün dahi çağrılmaması da devletin bu konudaki değişmeyen o "tutarlı" görüşünün yansımalarıdır. Bu örnekler tek tek sayılmaya başlandığında iyi niyet söylemleri dayanaksız kalıyor.
Tüm yaşananlara rağmen hala işin ciddiyetini ve asıl kaynağını kabul edemeyen bu ataerkil zihniyet, sığınak şöyle dursun sığınmaevi demeye bile dilini alıştırmakta yaşadığı hazımsızlığı konukevi "şirinliği" ile kapatmaya çalışıyor. Kadın sığınaklarını kendi arka bahçelerine dönüştürmeye çalışan ve "yaşayabilirsin ama benim istediğim şekilde" anlayışıyla, bu kadar hayati olan yerleri "idare eden" bir zihniyettir bahsi geçen.
Bu zihniyetin, içeriden dışarıdan gelen baskılar neticesinde açtığı ve aslında gerekliliğine inanmadığı sığınakları, kendi lehine kullanma uyanıklığıyla hareket ettiğini söylemek yeni bir keşif olmayacaktır. "Konukevi ahlâkıyla" yönetilen sığınakların kimi zaman aileyi koruma ve kadınları aynı ortama yani "yuvalarına" geri gönderme ilkeleriyle hareket ettiği ise sır değil aksine; "sığınmaevinden eşiyle barışmak üzere ayrılan..." şeklinde başlayıp malum sonla biten haberlerle her gün sıkça duyulmakta ve kapatıldıkça daha da ayyuka çıkan bir gerçeklik olarak maalesef varlığını sürdürüyor.
Feminist örgütler herşeye müdahil olmalı
Fotoğrafa kabaca göz atıldığında bile çok net bir şekilde görüleceği gibi, dünyada ve tabi ki Türkiye'de de feminist hareketin öncülüğünde açılan ve açtırılan, açmak zorunda bırakılan sığınaklar, açmak zorunda kalanların ellerine ve "iyi niyetlerine" bırakılamayacak kadar kıymetli yerlerdir.
Adı "aile"yle başlayan ve kadını sadece aile içerisinde gören, tanıyan bir bakanlığın sorumluluğuna tek başına bırakılmayacak kadar da hayatidir. Özellikle de sığınakların standartlaşması gibi bir açıdan olumlu ama içeriği açısından bir o kadar da kritik olan bir tartışmanın yürütüldüğü bu günlerde!
Standartlaşma meselesi ele alınırken, kadın sığınaklarının ataerkil yapıdan kaynaklı şiddete karşı, kadınların ve çocuklarının güçlenmeleri için kadın dayanışması özünü taşıyan birer yaşam alanı oldukları unutulmamalı. Bu yaşam alanlarının, feminist deneyim ile ortaya çıktığı akılda tutularak, keyfi ve baskıcı uygulamalara karşı insan haklarını temel alan bir yapıda olma zorunluluğu göz ardı edilmemeli. Ayrıca tartışmalar, şiddetin sadece evli kadınların başına gelen talihsiz ve münferit olaylar olmadığını da idrak eden bir zeminden sürdürülmesi oldukça önemli.
Her ne kadar kapsamının genişliği bakımından bu yazıyı aşsa da, standartlaşma ve uzmanlaşma tartışmalarının örneğin, LGBT bireylerin yaşadıkları şiddeti de dikkate alacak bir eksende devam etmesi, şiddetle mücadelede daha somut adımların atılmasına neden olacaktır.
Eğer standartlaşmadan kasıt halen kimi "konukevlerinde" uygulanmaya devam eden ve kadınları rüştünü ispatlayamamış birer suçlu ya da varlık olarak gören anlayış ise, o zaman bu duruma kadına yönelik şiddetle mücadele tanımı fazla gelecektir. Yapılan değişiklikler ve yürütülen çalışmalardan edindiğimiz ipuçları, "dindar bir gençlik yetiştirmek istiyoruz" anlayışının, şiddetle mücadelede de ciddi bir payeye sahip olduğu ve bunu kadınlara lütfedilen roller çerçevesinde okuduğu yönündedir.
Evet, özellikle de bugünlerde, feminist örgütlerin kulaklarını gerekirse tüm gözeneklerini açarak her ortamda, her tartışmada ve her toplantıda yer almaları gerekmektedir. Hatta toplantıların en "kapalı" olanlarında bile!
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı başta olmak üzere, tüm muhatap kurumların yetkililerinin, konuyla ilgili yapılan her tartışmaya ve her "kapalı" toplantıya alandaki kadın kuruluşlarını çağırmaları ve müdahil olabilmelerini sağlamaları, kadına yönelik şiddetle mücadeledeki samimiyetlerini ve hangi anlayışla hareket ettiklerini göstermesi açısından önemli bir fırsattır. Yoksa Türkiye'deki ilk kadın sığınağını açan ve öncesinde de bunun ideolojik alt yapısını oluşturan bir deneyime başvurmamak, daha önceki dönemlerde deneyimlendiği gibi abesle iştigalden başka bir şey olmamaya devam edecektir.
Sığınaklarda standartlaşma: Kimin standardı?
Standartlaşma tartışmalarının "kimin standardı?" ve "hangi standart?" sorularını doyuracak bir eksenden devam edebilmesi ancak, gerçek muhatapların konunun her aşamasına dâhil edilmeleriyle sağlanabilir. İşte bu yüzden ilgili kadın örgütlerinin bazı toplantılara çağrılmalarından, arada bir haberdar edilmelerinden ya da o toplantılarda dikkate alınmadan sadece var olmalarından ziyade, sürecin her adımına dâhil edilmeleri, kadına yönelik şiddetle mücadeledeki niyeti ve samimiyeti göstermesi açısından önemlidir.
İşin bize, yani tesadüfi bir şekilde hayatta kalanlar, ya da tersten bir ifadeyle öldürülmeyen, ölmek zorunda bırakılmayan, henüz konuşabilecek durumda olan kadınlar olarak bize düşen tarafı ise; öldürülenler ve susturulanlar adına da konuşmak hatta kocaman harflerle konuşmaktır. Ataerkil sistemin temsilcilerine (ki bugünkü muhatabımız AKP iktidarıdır), "burada henüz hayat var" demek için, yeniden ve her zaman olduğu gibi sürece müdahil olmalıyız.
Onların bizi çağırmayacakları hatta bizimle ilgili olan o çok önemli konuları kapalı toplantılarda görüşecekleri ve çoğu zaman bizleri haberdar dahi etmeyecekleri aşikârdır. Sanırım buna şaşıranımız yoktur. Ancak bu sürece dâhil olmak/edilmek, bazen katılımcıların, yani alanda olan ve kendilerini taraf olarak gösteren kadınların bakış açılarına ve sorumluluğu üstlenmelerine de bağlıdır. Hiçbir şey yapılamasa bile en azından oralarda bulunan kadınlara konumlarını ve ne yapmaları gerektiğini hatırlatmak, kadın hareketinin nefesini hissettirmek dahi pek çok sorunun çözüm yoluna girmesinde etkili olacaktır. Unutmayalım ki sığınakların açılması sadece başlangıç ve bu kazanım kadın kuruluşlarının elinde anlamlı!
Tam da bu noktada kadın sığınaklarının aslında ne için açıldığını ve ne olmaları gerektiğini anlatabilmek için kendine feminist diyen herkese seslenmek yerinde olacaktır; lütfen o güzel burunlarınızı sokmaya devam ediniz ve şiddetle mücadelede kadınları o güzel burunlarınızdan mahrum bırakmayınız! (DT/ÇT)
[1] http://www.tbb.gov.tr/resimler/files/ADKS_2010_Belediye_Nufuslari.pdf
[2]"Ülkemizde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı 53, belediyelere bağlı 25, STK'lara bağlı 3 olmak üzere toplam 81 konukevi/sığınmaevi bulunmaktadır." http://www.kadininstatusu.gov.tr/tr/html/204/Kadin+Konukevleri#1
[3] http://www.morcati.org.tr/tr
[4] http://www.kadindayanismavakfi.org.tr/tarihce