Yazının başlığı “eş zamanlı beş karaciğer nakli” nedeniyle gazeteci, medya ombudsmanı Faruk Bildirici’nin ve takiben Dünya Organ Nakli Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın eleştirel yazılarına İnönü Üniversitesi Karaciğer Nakli Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Sezai Yılmaz’ın yanıtının son satırı.
Tartışma da aslında bir yanıyla bu; karaciğer nakli gibi zor ve özellikli bir alanda özveriyle çaba harcayan, olanakları ve başarı açısından da dünyada sayılı bir ekipten, çok özel bir merkezden vatandaşın nasıl haberi olsun?
Benim “etkinlikten” haberim (kuşkusuz merkezden vardı) 10 Haziran günü Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu (TTB YOK) üyesi Dr. Ali Özyurt’un cep telefonuma yolladığı mesajla oldu. Bir haber sitesinin “Malatya’da 5 hastaya aynı anda canlı vericiden karaciğer nakli yapılacak” başlıklı iletisi ve ekinde de kısa notu.
Daha önce, Haziran 2012’de, Kompozit Doku Nakilleri Raporu (TTB) tartışma ve yazım sürecinde yer almıştım:
“… hekimliğe ve kamuoyuna duyulan sorumluluk nedeniyle
- konunun bilimsel, etik ve hukuksal çerçevesini hekimlik mesleği açısından çizebilmek,
- hekimlerin ve kamuoyunun olası sorularına yönelik yanıtlar üretebilmek amacıyla”
hazırlandığı Sunuş yazısında belirtilen Rapor sayesinde kimi tartışmalara yakındım. Düşüncelerimi yazıp paylaşmak istemekle beraber henüz masa başına oturamamışken Faruk Bildirici’nin 25 Haziran’da çıkan o güzel yazısı (başlık hariç!) önüme düştü.
Gerçekten de “Adanalı kebapçı ve karaciğer naklinde rekor denemesi” yazısını okumaya başlarken bir hekim olarak başlıktan rahatsız olduğumu (hekimlerin de büyük çoğunluğunun rahatsız olacaklarını) hissettim.
Yazı çok da yerinde bir tartışmayı yürütüyor, değerlendirmelerde bulunuyordu. Acaba bu başlık, hekimlerin ön yargıyla okumasına, hatta okumamasına yol açar mı, diye aklımdan geçti.
Faruk Bildirici’nin yazısını Mehmet Haberal’ın 5 Temmuz tarihli yazısı ve son olarak 9 Temmuz’da da İnönü Üniversitesi Karaciğer Nakli Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Sezai Yılmaz’ın karaciğer nakillerini yapan merkez adına gönderdiği yazısı izledi.
Nihayetinde aşağıdaki birkaç not yukarıda bahsettiğim üç önemli yazıyı okuduktan sonra yazılmış oldu!
“Önce” hekimler
Kompozit Doku Nakilleri Raporu hazırlık sürecinde de konuşulmuştu ve Rapor içerisinde nakil sürecinde yer alan hekimlere ayrı bir başlık açarak -kısa da olsa- yer verdik. Çünkü “nakil” alanında çalışma tercihi zor bir seçimdi. Bu seçimin takdiri, dahası yüreklendirilmesi önemliydi. Faruk Bildirici’nin yazısında kullandığı başlığın bende “talihsiz olmuş” duygusuna yol açması da bu nedenle olabilir.
Hekimlik tek tek bireylerin ve bir bütün olarak toplumun beklentileri göz önüne alındığında azımsanmayacak bir sorumluluğu, bilgi, beceri ve yetkinliği gerektirir. “Nakil” alanında çalışmak ise özel bir başlık olarak ve özel bir vurgu olarak anılmayı gerektirir. Konu toplumsal, kişisel, hukuki, etik ve vb. birçok yanı nedeniyle güçlükler içermesinin ve bütün bunların hekimi de ilgilendirmesinin yanı sıra ve ötesinde bir hekimlik pratiği olarak da tahammül sınırlarını zorlayan, deyim yerindeyse “insanüstü” bir çaba ister. Bu alanda bir yetişmiş bir hekim olabilmek, bu alanda yetişmiş bir ekip olabilmek, karar verebilmek, kararın gereğini olabilen/olması beklenen ve istenen sıfır hata ile gerçekleştirebilmek için “evet, yapalım/yaparım, yaparız” diyebilmek, olması gereken cesaretle ve özgüvenle sorumluluk alıp süreci yönetebilmek vb. kolay değildir. O nedenle kamuoyuna yansıyan vakalarla ilgili bilimsel platformlar dışında görüşleri ile katkı sunan hekimler dahil herkesin bu birikimi hissetmesi yerinde olur. Bu alanda çalışama özverisi gösteren hekimlerin (kuşkusuz bütün ekibin) ve göstermek isteyeceklerin biricik olan insanın yaşamına “katmak” için ihtiyaç duydukları iç enerjinin kamuoyu önündeki tartışma süreçlerinden etkilenerek söndürülmemesi, bir başka ifade ile hekimlerin bu alana yönelmekten çekinmemeleri sağlayacak bir duyarlılıkla sürdürülmesi gerekir. Aksi durumda kaybeden toplum, kaybeden bizler oluruz. |
* Bu eki TTB’nin Kompozit Doku Nakilleri Raporu’ndan aldık.
Eleştiri: Hekimlik ve rekor denemesi
Organ nakli konusu organ nakli turizmi, organ ticareti, kadavradan organ bağışı, canlı bağış vb. birçok hassas konuyu içeriyor. Faruk Bildirici ve Mehmet Haberal’ın yazıları da konuyu değerlendirirken farklı yönlere dikkat çekiyorlar. Ancak tartışmayı başlatan yazının ana gündemi “hekimlik ve rekor denemesi”.
İnönü Üniversitesi Rektörü’nün “kendimizi bu konuda ülkeye ve dünyaya göstermek amacındayız” sözlerinden amaca uygun etkili gösterme aracı olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girme “etkinliğinin” bulunduğunu ya da tercih edilmiş olduğunu anlıyoruz. Bu aracın seçilmesindeki amaç, Enstitü Müdürü’nün de söylediği gibi bir rekor kırmak değil. Zaten (gerektiğinde) yaptıkları bir işi “… ülkenin ve dünyanın haberi olsun”u sağlayacak bir “biçimde”, rekor başvurusuyla yapmak.
Temel eleştiri de buradan geliyor: İnsan hayatı üzerinden -sonuç olarak- rekor kırılmaya çalışılması*.
Eleştirenler medyanın da öne çıkarttığı gibi ortada bir rekor süreci/çabası olduğunu söylüyor, merkez ise olmadığını. Hemfikir olunan nokta -öyle görünüyor- sağlıkta, insan hayatı üzerindeki “iş ve işlemlerde” yani hekimlik uygulamalarında rekorun söz konusu olamayacağı.
Eleştiri bu süreçte ameliyatların bir gösteri/şov malzemesi olduğunu ve bunun uygunsuzluğunu söylüyor, savunu her zaman yapılanın aynı özen, dikkat ve duyarlılıkla yine yapıldığını (rekor başvurusu nedeniyle daha özenli bile olabilir), ameliyata giren hastaların hayatı açısından -bu nedenle- ek bir risk olmadığını bildiriyor; her zaman “olanın” belki özel bir kurguyla kamuoyuyla paylaşılmasından bahsediyor.
Unuttuklarımız
İçinde yaşadığımız sağlık ortamı Türkiye özelinde reklam, şov, bilim dışı sağlık uygulamaları, başvuru yapmasak da dünya ölçeğinde “rekor” olduğunu bildiğimiz acile başvuru, “iş kazası” adı altında işçi cinayeti, hekime şiddet, günlük muayene sayıları, “en iyi/ilk/tek”leri yapan hekimler, sağlık merkezleri… daha ötesi her şeyin fiyatını bilen ama değerini bilmeyen egemen dünya düzeninde hekimliğe ait, halen yazılı olarak geçerli birçok bağlayıcı düzenlemenin hatırlanması gerektiğini gösteriyor. Misal, … tabiplik… ve tedavi müesseselerine ticari bir veçhe verilemeyeceğinden her ne suretle olursa olsun -kamu ya da özel, vakıf vb ayrımı olmaksızın- reklam yapılamayacağını kadar açıkça yazan belgelerimiz var. Kısacası belgeler ve yaşanan gerçek halimiz ** biliniyor.
Eleştirilere yanıt yazısında Sezai Yılmaz şöyle söylüyor:
“Reklam veya şov … işimiz değildir ve buna da (alanında açık ara önde olan merkezimizin) ihtiyacı yoktur… (merkezimizin)… özel hastaneler veya vakıf üniversiteleri gibi, bir reklam yapma zorunluluğu da yoktur… Ortada egale edilecek veya kırılacak bir derece de yoktur.”
***
Malatya’da gerçekleşen dündü, yaşandı, artık dünden farklı bir yerdeyiz. Belki bugünü tanımlamak neden olmaması gerektiği konusunda bir fikir verebilir.
Malatya’dan sonra, alanında açık ara önde olmadığı için bazı merkez ya da hekimler acaba reklam, şov “ihtiyacı” ile rekor denemesi başvurularında bulunabilirler mi? Daha da ötesi bugüne kadar ortada egale edilecek ya da kırılacak bir derece yokken bugün “var” olması bazı merkez ya da hekimler için “ön açıcı” olabilir mi?
Konunun boyutları elbette çok fazla ve hekimlerin kendi aralarında da tartışmayı sürdürmeleri yerinde olur. Hastaları iyileştirmek için gösterilen olağanüstü özverileri bilen, takdir eden, değerini veren bir seviye ancak tek amacın insan sağlığı olduğu ve sağlığın metalaştırılmadığı, araçsallaştırılmadığı bir ortamda güvence altında olabilir. Elbette tersi de doğru ve geçerlidir: Tek amacın insan sağlığı olduğu ve sağlığın metalaştırılmadığı, araçsallaştırılmadığı bir ortamda ancak toplumun sağlığını korumak, geliştirmek, hastaları iyileştirmek için gösterilen olağanüstü özveriler gerçek anlamıyla bilinir, takdir edilir.
Dünyayı güzellik kurtaracak demiş şair. İnsan onurunu gözeterek ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastalıkları önlemeye, hastaları iyileştirmeye çabalayarak insanın yaşamını ve sağlığını korumaya çalışan hekimliği de etik kurtaracak diye bağlamakta yarar var. (EB/EKN)
---
* Faruk Bildirici yazısında medya eleştirisi de yapıyor ama bu yazı kendini hekimlikle sınırlamış durumda.
** Mevzuata rağmen sağlık alanındaki üzücü tablonun gerekçesi olarak merkezi otoritenin sağlık alanında uyguladığı, en hafif deyimiyle piyasacı politikalardan hekimliğin sermayeden, iktidardan, her türlü güç odağından bağımsız olarak insan hakları temelinde bireyin ve toplumun sağlığı için bilim rehberliğinde ve bilimsel yöntemlerle yapılmasını savunmakla/korumakla yükümlü TTB/Tabip Odalarının bilinçli olarak etkisizleştirilmesine, zayıflamasına uzanan bir dizi başlık sayılabilir.