Yılın bu zamanları geldiğinde Oscar adayları açıklanmış; bizler de oturmuş tahminlerimizi yapmaya başlamış oluyoruz çoktan. "En iyi filmi şu alır, yönetmen bu olur, en iyi oyuncu da kesin o olacak!"
Bunu yapmaya hem alış(tırıl)dık hem de zaten her yıl bir (bazen birden fazla) film daha vizyonu görür görmez hatta daha yapım aşamasında "bu seneki Oscarların en büyük adayı" olarak çıkıyor karşımıza.
Bu sene 12 Yıllık Esaret bahsi geçen durumun öznesi. İngiliz yönetmen Steve McQueen'in son filmi olan "12 Yıllık Esaret" (12 Years A Slave) sadece Amerikan tarihinin değil insanlık tarihinin en utanç verici şeylerinden biri olan köleliği anlatıyor. Hani şu beyaz derili ırkın kara derili ırkı insandan saymadığı, kendinden aşağıda gördüğü için parayla alıp sattığı, malı olarak gördüğü, her türlü eziyeti yaptığı, büyük ve muhteşem Amerika garabetinin üzerinden hâlâ silinmeyen o "kara" leke.
Aslında formül tanıdık: İnsanlık tarihinin dönüm noktalarını, utanç kaynaklarını -misal savaşlar, soykırımlar gibi- anlatan büyük bütçeli, usta yönetmenlerin elinden çıkma, iyi oyuncularla parlatılmış her film Oscar yarışına 1-0 galip başlıyor, ipi de öyle ya da böyle göğüslüyor.
Aslında demiyorlar
Hollywood bize bu dersi öğreteli epey uzun zaman oluyor. Sinemayı çok sevip sinema değil de başka bir bölüm okuduğum ama yine de vazgeçemeyip seçmeli ders olarak sinema aldığım yıllarda çok sevgili bir hocam yapmıştı bu tespiti: "Bol Oscarlı Kurtlarla Dans filmi bize kızılderililerin hikâyesini değil Kızılderililerin arasında yaşayan beyaz bir adamla beyaz bir kadının aşkını anlatır." Hafızanızı biraz yoklarsanız filmi hatırlayacaksınız.
Yılı tam aklımda değil ama çok da uzak olmayan bir geçmişte Spielberg'in Er Ryan'ı Kurtarmak filmini izledik misal. Savaş kötü diyordu değil mi?
Ama aslında demiyordu işte; savaşın acısını da gösterirken aslında kahramanlık hikâyesi anlatıyordu, yine savaşa ya da savaşanlara dair bir şeyleri övüyordu alttan alta.
Oysa aynı yıl adaylık alan ama kazanamayan Terrence Malick şaheseri The Thin Red Line savaş karşıtı bir filmdi. İzlerseniz aradaki farkı görüp hak verirsiniz diye düşünüyorum.
Köleleştirme
12 Yıllık Esaret (12 Years A Slave - 2013) Yönetmen: Steve McQueen Oyuncular: Chiwetel Ejiofor, Michael Fassbender, Benedict Cumberbatch Gösterim Tarihi: 24 Ocak 2014 |
Lafı uzatmayalım, 12 Yıllık Esaret tam da böyle bir film işte ama bu yılın en çok konuşulan filmlerinden biri olacak belli ki. Kölelik 12 yıllık bir şey değil elbet, film bize bu utançtan 12 yıllık bir kesit sunuyor.
Solomon Nortup bir zenci ama köle değil, beyazlarla birlikte, onların yaşadığı evler gibi bir evde yaşayan, onlar gibi giyinen, işi, ailesi olan, saygı da gören bir adam.
Bir müzisyen, bilgili, kültürlü bir insan. Köle olmayan, aslında kölelikle ilgili çok da bir fikri olmadığı belli olan Solomon bir gün iki beyaz tarafından kaçırılıp köle tüccarlarına satılıyor. Sonra da 12 yıllık çilesi başlıyor. Bir insan değil de bir mal olmayı öğrenen Solomon, aynen de bir mal gibi alınıp satılmaya başlıyor. Birkaç farklı beyaz sahibi oluyor Solomon'un.
Olayların çoğu son sahibi Edwin Epps'in evinde geçiyor. Steve McQueen'in fetiş oyuncusu diyebileceğimiz Michael Fassbender'in adeta harikalar yarattığı sahip Epps kötü bir adam, çok kötü hatta. Beyaz bir sahibin zenci bir köleye yapabileceği bütün kötülükleri yapıyor. Ama karikatür bir karakter değil. Ruhu hasta Epps'in.
Sıkıntılı bir durum aslında; ben izlerken düşündüm misal Epps hasta ruhlu bir adam diye mi köle tüccarı yoksa bu tüccarlık mı hasta etmiş ruhunu. Yaşadığı iç çatışmalar yüzünden neredeyse sempati duyacak gibi oluyoruz bazı yerlerde bu kötü adama.
Epps'in karısı da böyle bir karakter. Sanki kocasını kıskanmasa merhametli bir sahibe fırlayacak içinden. Köleler çok eziyet görüyor, McQueen yakın planlarla, kimi uzun sahnelerle güzel anlatıyor bunu, gözümüze sokarak ama yine de mesafesini koruyarak. İnsani olmayan koşullarda çalıştırılıp bir de üstüne kötü beyazların canı çektikçe kırbaçlanıyorlar. Erkek köleler beter halde, kadınlar daha da beter.
Kadın olmak zaten zor, bir de hele köleysen iyice zorlaşıyor işin. Solomon kaçmaya çalışıyor olmuyor, köle olmadığını, kaçırılıp satıldığını anlatmaya çalışıyor ama nafile. Kimseyi inandıramıyor hikâyesine. Sonra bir mucize eseri iyi kalpli bir beyaz çıkageliyor, kurtarıyor Solomon'u.
Beyazlar "gibi" yaşamak
Filmin yapımcısı da olan Brad Pitt'in adeta "E ben de oynayayım bu filmde" demek için oynadığı Kanadalı Bass karakteri kurtarıyor Solomon'u. Allahtan Kanadalı diyoruz Bass için. Amerikalıların alaya aldığı, fazla kibar ve naif bulduğu bir millet çünkü Kanadalılar.
Herhalde Bass'ın beyaz olmasına rağmen makul ve merhametli olması da bundan. Solomon kurtuluyor sonuçta, ailesine, beyazlar gibi yaşadığı özgür hayatına geri dönüyor. Geri kalan günlerini de ırkını özgürleştirme mücadelesine harcayarak geçiriyor.
Böyle anlattım diye kötü bir film diyemeyiz 12 Yıllık Esaret'e. İyi çekilmiş, iyi oynanmış bir film elbet. Güney'in bereketli toprakları, doğasının güzelliğini bu acı çeken insanların etrafına serpiştirerek çok iyi bir tezat yaratmış McQueen. Hans Zimmer'in müzikleri, tarlalarda çalışan kölelerin ağzından dökülüveren acının müziği dediğimiz güzelim blues şarkıları çok iyi.
Oscar'a oynamak
İyi ve yolunda giden bir hayatı alıp tepe taklak edip sonra da işleri yoluna sokarak seyirciyi rahatlatan bir finalle senaryosu da formüle uygun. Ama yine de konunun hassasiyetine, görkemli anlatımına karşın önceki iki filmi Açlık ve Utanç gibi saramıyor bizi film. Dedim ya formüle uygun ama fazla fomül işi gibi duruyor. Belki de böyle bir film yapıp Oscar kazanayım da bu ödül baskısını başımdan savayım demiştir Steve McQueen.
Bir merakım da neden Solomon Nortup'u seçtiği. Sıradan bir zenci olsaydı bu adam, yani bir zenciye göre kıskanılacak bir hayatı olmasaydı, özgürlükten köleliğe doğru ilerlemeseydi hikâyesi daha mı az etkilenecektik acaba filmden?
Umarım Steve McQueen bize "bakın zencinin de daha beyazı ya da tam tersine daha zencisi var aslında" demek istemiştir.
12 Yıllık Esaret'i Tarantino'nun geçen yıl fırtınalar koparan Django Unchained'iyle kıyaslayanlar var. Malûm orada da kötü beyazlar ve onlarla mücadele eden zenciler vardı. Ben hiç benzetememekle birlikte Dr. Schultz karakterinin daha inandırıcı bir iyi kalpli beyaz portresi olduğunu, kâhya Stephen'inse beyazdan daha beyaz bir zenci haline gelirken köleliğin, ırkçılığın aslında en çirkin yüzlerinden birine harika bir örnek olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
12 Yıllık Esaret bu hafta vizyonda, büyük ve ödül adayı bir prodüksiyon olduğundan uzunca bir süre de kalacak gibi salonlarda.
Kölelik bitti, Solomon'un 12 yıllık esareti de bitiyor nihayetinde. Ama görünen o ki Hollywood'un klişe kapanındaki esaretimizin, ödül avcılığına soyunmanın, iyi yönetmenlerin arada sırada da olsa beklentilerin altında filmler çekmesinin sonu gelmeyecek gibi. Tüm insanların özgür ve eşit hayatlar yaşayacağı ve sinema seyircilerinin esaretinin biteceği günlere özlemle... (GÖ/HK)