İstanbul Arkeoloji Müzesi bahçesinde, Türkiye'deki azınlık cemaatlerini temsil eden 162 vakfın temsilcilerinin verdiği iftara eşi Emine Erdoğan ile katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan "36 Beyannamesi"nde yer alan mülklerin tapuya gidildiğinde vakıfları adına tescil edileceği sözünü verdi.
Türkiye'deki Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani, Keldani, Ortodoks Bulgar, Ortodoks Gürcü ve Latin Katolik toplulukları temsilcileri ile yaklaşık 450 kişinin katıldığı bu iftardan bir gün önce de Resmi Gazete'de yayımlanan kararnamede cemaat vakıflarının taşınmazlarının iadesine yönelik bir düzenleme yer aldı.
Bu düzenlemeye göre "36 Beyannamesi"nde yer alan mezarlıklar, okullar, kiliseler, akar amaçlı taşınmazlar kamuya geçmiş ise sahiplerine adına tescil edilerek, iade edilecek. Eğer üçüncü taraflara satılmışlarsa, bedelleri sahiplerine ödenerek geçmişteki uygulama tazmin edilecek.
Başbakan yaptığı konuşmada, "vatandaşların inancından, kökeninden, giyiminden dolayı baskı gördüğü dönemin artık geride kaldığını" söyledi. Bu olanlara bakılırsa, Türkiye'de bugün İshak Alaton'un deyişiyle bir "Devrim gibi bir şey" yaşanıyor. Bu gelişme Türkiye'nin vatandaşlarına eşit haklar tanıdığı normal bir hukuk devletine geçişi olarak da okunabilir. Türkiye artık normalleşiyor, yani Alaton'un deyişiyle "devrim" yaşıyor. Bu gelişme Türkiye'deki bütün toplulukların vatandaşlık haklarının tanınması için bir örnek oluşturuyor.
Soru şu: Bakalım bu "devrim" gelgitler olmadan, düzgün bir şekilde gerçekleşecek mi? Geçmişte de, Cumhuriyet kurulurken Lozan'da, daha sonra da defalarca da siyasette birçok iyi niyetli girişim sergilendi. Ama her defasında verilen, daha doğrusu bu toplulukların hakları fazlasıyla geri alındı.
Lozan Anlaşması'nın "azınlıklar" ile ilgili bölümü bir hukuk devletinin normları olarak değil de "dış güçlerin dayattığı" bir takım tavizler olarak algılandı. Sonuçta devletin vatandaşların bir bölümüne "azınlık", diğerlerine "asli" diyebildiği ve kendisini Müslüman bir "resmi kamu"yla özdeşleştirdiği, hatta taraf olarak konumlandırdığı bir tuhaf durum yarattı. Ayrıca her Türk vatandaşı gibi vergi vermelerine rağmen "eşitliği sağlamak amacıyla" kendi eğitim ve dini kurumlarının giderlerini, bakımlarını kendi sivil toplum kuruluşları aracılığıyla karşılamaları, yani bir bakıma iki defa vergi verdiler.
(Tersini düşünmeye, bu kuruluşların kadrolarının devlet tarafından karşılanmasının nasıl bir müdahaleye yol açacağını tahmin etmeye ise hiç gerek olmadı.) Bu topluluklar karşılarında işlerini kolaylaştıracağına, destekleyeceğine, görevleri kendileriyle uğraşmak olduğunu zanneden, daha doğrusu derin bir yerlerden yönlendirilen, eziyet eden bir takım bürokratlar buldular. Dolayısı ile bir hukuk devletinin normal koşulları olması gereken hakların kullanılması kolay olmadı.
Bu defa Başbakan'ın sözleri, uygulamanın da değişeceğinin işaretini veriyor. Ancak uygulamada bazı zorluklar ortaya çıkabilir.
Bunun bir örneği de dün, iftarın gerçekleştiği tarihte yaşandı. Aynı gün bir başka gazete eski uygulamanın devam ettiğini gösteren bir kamu ilanı yayınlandı. Dünkü Radikal'de (28 Ağustos Pazar) Kanun Hükmünde Kararname ile bu haber manşette yer alırken, aynı tarihte Birgün gazetesinin arka sayfalarından birinde, Galata Rum İlkokulu'nun, Kemeraltı Caddesi 25'teki dükkanların Milli Emlak'tan kiralama ilanı tam sayfa yer alıyordu!
Bu ilanda vakfın "36 Beyannamesi"nde belirtilen mülküne ait yerler listelenmişti ve çok yakında, Eylül başında ihale yapılıyordu. (Elbette ki sahibinin haberi olmadan.)
Bu ilanın aynı gün yayınlanması manidar. Acaba birileri Başbakan'a meydan okuyarak, "bu kararname bizi ilgilendirmez, biz gene kendi bildiğimizi yaparız" demek mi istemişlerdi? Zaten ilkokulun zemin katında daha önce de bir silah mağazası (Baretta) ve başka kiracılar yer alıyordu. Bu çelişkiyi nasıl değerlendirmeli?
Biz Başbakan'ın iyi niyetli sözlerine güvenerek, bunun teknik bir hata olduğunu, bu ilanı veren yöneticilerin kafalarının çoğu zaman "eski usul" çalışmaya devam ettiğini düşünelim.
Ama bu gene de işlerin normalde hep böyle olduğunu unutmayalım. Bu yüzden de düzeltileceğini umalım.
Bu defa bu gelişmenin ardında devlet yöneticileri ile görüşen, adım adım sabırla ilerleyerek bu haklı talepleri meşru bir platformlara taşıyabilen, müzakare alanını katılıma açan deneyimli sivil toplum önderleri var.
Bu gelişme hiç şüphesiz Türkiye'nin diğer meselelerine de bir örnek teşkil ediyor. Eğer bu gelişmeden dolayı (elbette ki siyasetçiler yanında) onları da kutlamak gerekli. (KG/IC)