"Nezih bir işletme" lafı herhalde artık aklımdan çıkmayacak, tabii bir de "…bu hanım gibi" lafı. Buradaki "hanım" ben oluyorum.
Türbanlı öğrenciler üniversiteyi okusunlar da, devlet dairelerinde rejimi mi tehdit etsinler, yoksa okumasınlar da, evden mi tehdit etsinler tartışmalarıyla ilgili haber yapmak üzere Ankara’ya gittik geçen hafta. Türbanı nedeniyle üniversitede sıkıntı yaşayan birkaç öğrenciyle buluşmak için sözleştik.
"Arjantin Caddesi’ndeki Starbucks’da buluşalım" dedi içlerinden biri. İki saat sonra, havanın da güzel olmasından yararlanıp, Ankara’nın en "trendy" caddesindeki Starbucks’ın bahçesine oturmuştuk.
"Nezih bir işletme"
Televizyon röportajı olacağı ve uzun süreceği için işletmeciye en azından haber vermek nezaket kuralıdır diye ilgili kişiyle konuşup tam olarak ne yapacağımızı anlatırken yanımıza genç bir erkek geldi. Fütursuzca benim lafımı kesti ve kendinden son derece emin bir ses tonuyla "Burası gibi nezih bir işletmede bunların ne işi var?" diyerek işaret parmağıyla Starbucks’un bahçesinin en ucunda, kaldırıma en yakın yerde oturan başörtülü grubumuzu işaret etti.
Benim de, işletmecinin de ve Starbucks’taki herkesin de kendisi gibi düşündüğünden o kadar emin bir hali vardı ki... Halbuki işletmeci satacağı kahvenin peşindeydi, ben de o masanın bir elemanıydım. Starbucks’taki herkes ne düşünüyordu bilemiyorum.
Genç arkadaşa dönüp "'Bunların' nezih işletmenin nezihliğine nasıl zarar verdiklerini açıklamasını" istememle işin rengi değişti. Kim olduğum soruldu, ben de "O masadanım" dedim ve inatla "bunların" diye hitap edilen türbanlı öğrencilerin "nezih işletmelerde" nasıl "yakışıksız" kaçtıklarının tam açıklamasını istedim.
O sırada, biraz ötede oturan diğer arkadaşları lafa girdiler. Tekrar tekrar kim olduğum soruldu, türban ajanı mıyım neyim, artık benim de asıl yüzüm belli olsunvari seviyesiz bir atışma başladı. Çalıştığım yabancı haber ajansının adını söyleyince laiklik kaygılarına milliyetçilik kaygıları da ekleniverdi. "Hah" dedi bir başka genç adam, "Yabancı ha, hepiniz nedense gelip, gelip burada haber yapıyorsunuz, ülkemizi didikleyip duruyorsunuz. Niye acaba? "Acaba"daki o çok bildik şüpheyi ve nefreti anlatmama gerek yok herhalde.
"Arkadaş"a kibarca nerede kahve içtiklerini hatırlattım, isterlerse Ulus tarafında birçok kahvehane olduğunu oralarda da gidebileceklerini, hem o zaman yabancı sermayeye karşı bir duruş da sergilemiş olacaklarını söyleyip türbanlı masamıza geri döndüm. Yarım saat sonra bazılarının Selçuk Üniversitesi öğrencileri olduğunu öğrendiğim grup yanımızdan geçerken "Niye acaba" arkadaşın sesi geldi arkadan "Şşşşt BBC" diye kötücül bir laf atma tonunda. Biri daha söylemişti bunu. Mahkeme kapısında "Orhan Pamuk akıllı ol" diye. Aynı şüphecilik ve nefretle.
"…bu hanım gibi"
Akşam yaşadıklarımı düşünürken geçen yaz başıma gelen başka bir olayı hatırladım. Yine haber yapmak üzere bu sefer İstanbul’da Fatih’teydik. Çok şık görünümlü, ebru, hat gibi İslami sanat ürünlerinin satıldığı bir galeriye girdik. İçerideki tek türbansız bendim, bir de yanımdaki yabancı meslektaşım. Ama o sayılmazdı, çünkü gayrimüslimdi.
O’nun sayılmayıp, benim sayıldığımı galeriye öğrencilerinin eserlerini getiren hat hocası hanımdan öğrendim. Kim Müslüman, kim değildir, İslamiyet’in şartları nedir, bu şartlar kimi kapsar, kimi dışarıda bırakır ve kapsayan kişiler bu şartlara uymadığı takdirde başlarına neler gelir çerçevesinde aydınlatıcı bir konuşma yaparken aniden ufak bir göz devirmesi ve zarif bir el hareketiyle beni konu mankeni olarak kullanıp "yani bu hanım gibi" deyiverdi. Üzerimdeki çiçekli elbisem nedeniyle öldükten sonra cehennemde yanacaklar kategorisine giriverdim bir anda.
Bu bana gelen ikinci uyarıydı. Daha önce de İslami kadın kıyafetleri satan bir mağazanın sahibi yumuşak bir ses tonuyla "evet, ne yazık ki cezalandırılacağımı" söylemişti. İnansam travmatik bir durum, ama umurumda değil, oradan yırtıyorum.
Yaşadığım bu iki yumuşak ayrımcılıktan sonra hala kafam karışık. Başından beri gözlemlediğim tartışmanın taraflarının kendi "biz"lerinin "herkes" haline gelmesini istemeleri. Benim derdimse kimsenin "biz" ya da "onlar" grubunda yer almadan çiçekli elbisemi giyebilmek. Tıpkı herkesin birbirine yan gözle bakmadan istediğini giyebilmesi gibi... (ZE/GG)