Güneşin altında, tek bir ağaç gölgesinin olmadığı bomboş araziye bitişik nizam kurulmuş yüzlerce beyaz çadır. Bir yanı asfalt yol, diğer üç yanı, mera, bataklık, toz. Çadırların çevresi yine aynı beyaz kumaşla kapatılarak dünyadan soyutlanmış. Ne içeridekiler dışarıyı görebiliyor, ne de dışarıdakiler içeriyi.
Beyaz kumaşın dört yanında silahlarıyla nöbet tutan jandarma yaklaşanı el kol hareketleriyle uzaklaştırıyor. Açık olan tek girişten sadece iş makinaları, Kızılay'ın elemanları ve akrabalarını ziyaret etmeye gelen yerel halk girebiliyor.
Nisan ayının son günlerinde ülkelerinden Türkiye'ye kaçan ilk grup Suriyeli, Kızılay, Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ve Hatay Valiliği tarafından, Hatay'ın Yayladağı ilçesindeki eski tütün fabrikasının bahçesine yerleştirildi. Çadırların hızla dolması sonucu başka bir ilçe olan Altınözü'ndeki bir başka eski fabrika Suriyeli'lere tahsis edildi. Gelişler devam edince sınıra yakın farklı noktalarda açık arazilere yeni çadırlar kurularak, yeni kamplar oluşturuldu.
Bugün Hatay'da beşi dolu, biri kurulması devam eden toplam altı çadır kamp var. Yaklaşık 10,000 Suriyeli mülteci* iki aydır bu kamplarda yaşıyor.
AFAD'ın verdiği bilgiye göre Türkiye'ye yaklaşık 15,000 mülteci girmiş, 4,500'ü ülkesine geri dönmüş. Hala hergün yüzden fazla kadın, erkek ve çocuk, kendi deyimleriyle 'özgür' Türkiye'nin basına ve dolayısıyla dünyaya kapalı kamplarına giriş yapıyor. Tekrar ne zaman çıkacakları belli değil.
İçerisi
Üzerimde Hatay'ın tarihi çarşısından aldığım uzun entari, başımda bir yemeni, Hataylı tanıdığım Mehmet'in eşi olarak akraba ziyareti amacıyla farklı kamplara üç defa girdim. Kadın olduğum için üzerim aranmadı, Mehmet'in kimliği ikimiz için yeterli sayıldı.
İlk göze çarpan şey çocuklar. Çadırların içleri de dışları da çocuk dolu. İş makinalarının daha yeni döktüğü, gündüz güneşinin altında soğuyup kurumak bilmeyen asfaltta koşturuyorlar. Minik terlik izleri sıcak asfaltta birer imza.
Televizyon çadırlarında erkekler devamlı BBC ve Al Jazeera'nın Arapça kanallarını izliyor. Kadınlar çadır önlerinde ya çay demliyor, ya bebek sallıyor. Normalde 4 kişi için tasarlanmış çadırlarda ortalama 7 - 8 kişi kalıyor. Hava çok sıcak. Açık araziye kurulmuş Boynuğoyun kampında iki çadır arasına gerilen havlu altlarından başka gölge yok. Yakıcı güneşten kaçmak isteyen herkes bu iki metrekarelik gölgelere sığınmış ya uyuyor, ya da hiçbirşey yapmadan oturuyor.
Mahremiyet yok, insanlar içiçe. Ancak ''En azından güvendeyiz, bize yardım edebilecek tek insan Başbakan Erdoğan,'' diyen Suriyeli mülteciler için can güvenliği mahremiyetten çok daha ön planda.
Türkiye'ye neden kaçtıklarını dinlemek için Mehmet'le birlikte birkaç mülteciye kim olduğumuzu açıklıyoruz. Kimlik görmek istiyorlar. Herkesin ağzında 'kamplarda muhaberat var,' korkusu. Konuşmaktan çekiniyorlar. Geri yollandıkları takdirde muhaberatın kendilerini ele vereceğini ve öldürüleceklerini söylüyorlar. Herkes birbirinden şüpheleniyor, kiminle konuşsak, biraz sonra bir başkası yanımıza gelip konuştuğumuz kişinin muhaberat olabileceğini, dikkatli olmamız gerektiğini fısıldıyor.
Yine de konuşmak ve yaşadıklarını anlatmak isteyenler çoğunlukta. Görevlilere yakalanmamak için fırın gibi çadırlara giriyoruz. Erkekler anlatmaya başlıyor. ''Ordu geldi, önce tarlaları yaktılar, sonra köyümüzü taradılar, kurşun yağmurunun altında, çoluk çocuk ayağımızda terliklerimizle gecenin bir vakti Türkiye'ye kaçtık.''
Ancak kadınların aynı gecelere dair hikayeleri biraz daha farklı. ''Ordunun geldiğini haber aldık, tarlaları yakıyorlarmış, kaçmanın en iyisi olduğuna karar verip geldik.'' Zamanımız kısıtlı olduğu için olabildiğinde çok mülteciyle konuşarak ortalama bir gerçeklik yakalamaya çalışıyoruz.
Her ne kadar konuştuğumuz herkes 'Beşşar Esad düşene kadar geri dönmeyeceğiz,' dese de son bir haftadır gelen ve dönen sayısı neredeyse eşit.
Dışarısı
AFAD'ın internet sitesinde verilen rakamlara göre Türkiye'ye son iki aydır giren yaklaşık 10,000 Suriyeli mülteci minibüs konvoylarıyla getirilen ve kaydedilen kişiler. Bir de telleri aşıp koşarak giren ve Hatay'ın köylerindeki akrabalarının yanına yerleşenler var. Çok fazla olmamakla birlikte onların sayısı belli değil.
Sınıra en yakın köylerden biri olan Güveççi'nin nüfusu iki hafta öncesine kadar hergün arttı. Köyde konuşulan dil Arapça olduğu için kimin Suriyeli kimin Güveççi'nin yerlisi olduğunu ilk etapta anlamak mümkün değil. Kadınlar evlerde, erkekler damlara serilen döşeklerde uyuyor.
Köye misafir gelen Suriyeliler sabahın erken saatlerinden günbatımına dek hemen karşıdaki sınırı ve Suriye tepelerini izliyorlar. En küçük bir hareketlilik, yoldan geçen bir araç, üzerlerindeki uluslararası insani yardım kuruluşlarına ait kırmızı üniformaları dürbünle rahatlıkla seçilen görevliler, Güveççi'deki köylüler için sadece 'muhaberat' demek.
Çadır kentlerde kalanlardaki korku ve şüphecilik Güveççi'de de kendisini hissettiriyor. Sınırın ötesindeki kıpırtının sadece rüzgardan sallanan ağaçlar olup olmamasının bir önemi yok. Aslolan Suriyeliler'in Esat rejiminden ve ordusundan duydukları korku.
Köyde akrabalarının yanına yerleşen Suriyeliler'in de geleceği belirsiz. Onlar da ancak Esat rejimi yıkıldığı takdirde geri döneceklerini söylüyorlar. Mevsimlerden yaz, okullar kapalı, damlarda uyunabiliyor, her aile bir süre birkaç akrabasını evine almakta şimdilik zorluk çekmiyor. 'Peki kış geldiğinde, çocukların okulları açıldığında ne yapacaksınız?' sorusuna ise 'Başbakan Erdoğan bize yardım etsin'den başka bir cevap gelmiyor.
Hatay
Yaklaşık 1,5 milyon nüfuslu Hatay'da az sayıda Hıristiyan vatandaşla birlikte Sünni ve Alevi nüfusu neredeyse eşit. Samandağı ve Harbiye'de düzenlenen ve katılımcı sayısı çok az olan iki gösteri dışında Hatay'da Suriyeli mültecilere karşı herhangi bir tavır şimdilik yok. Birkaç Alevi vatandaşın yarım ağız söylediği 'Bunların aslında Esat'la bir derdi yok, maksat Türkiye'ye kaçmak olsun,' cümlesi kamplarda yaşayan binlerce kişinin trajedisi altında kaybolup gidiyor.
Gelen mültecilerin uzun süre kalmasından asıl endişe duyanlar ise köylerinin yanına çadır kamp kurulan köylüler. Boynuyoğun ve hala yapımı devam eden Apaydın kampları köylünün hayvanını otlattığı meralara kurulmuş. Hacıpaşa'lı bir köylü ''Arazimizi kaybettik, şimdilik dayanıyoruz ama aslolan herkesin kendi ülkesinde yaşamasıdır. Başbakan bir an önce birşeyler yapıp bu insanları geri yollamalı'' diye şikayet ediyor.
Pamuk tarlalarında ırgatlık yapanlar ise Suriyeli mültecilerin uzun süre daha kamplarda kapalı tutulamayacağını ve bir süre sonra kendilerinden daha düşük ücretle tarlalarda çalışmayı kabul edeceklerini iddia ediyor. ''Üstelik günde üç öğün yemek de bedava veriliyor, o kadar yiyeceği biz bulamıyoruz,'' diyorlar.
Boynuyoğun kampının hemen karşısındaki evinin damını gazetecilere açan Samira ise şimdilik oğlunun asgari ücretle kampta işçi olarak çalışmasından memnun. ''En azından bir işi oldu, sigorta da yaptılar. Bilmemki bunlar kışın da kalırlar mı? Soğuk olmaz mı bu çadırlar? Gitsinler, onlar için de daha iyi. Ne zaman gideceklermiş siz bilirsiniz?'' diye bize soruyor.
Suriyeli mülteciler Hatay'ın istenmeyen misafirleri. Onlar kalabilmek, Hataylılar ise geri yollanmaları için gözlerini Başbakan'a dikmiş, birşeyler yapmasını bekliyorlar. Çadır kamplarda ise oyun alanlarından sonra okulların da kurulmaya başlandığı haberi bu 'misafirlerin' bir süre daha Hatay'da kalacağını anlatıyor. (ZE/ŞA)
* 1951'de imzalanan Uluslararası Cenevre Sözleşmesi'ne göre; "mülteci" kavramı: 12 Mayıs 1926 ve 30 Haziran 1928 Düzenlemeleri veya 28 Ekim 1933 ve 10 Şubat 1938 Sözleşmeleri, 14 Eylül 1939 Protokolü ya da Uluslararası Mülteci Örgütü Tüzüğü'ne göre mülteci sayılan; Uluslararası Mülteci Örgütü tarafından, faaliyette bulunduğu dönem içinde alınmış mülteci sıfatını vermeme kararları, bu bölümün 2. fıkrasındaki koşullara sahip olan kimselere mülteci sıfatının verilmesine engel değildir.''
(Fotoğraflar: Zeynep Erdim)