Bu yazının muradı; türümüzü, modern dönemin diline, normlarına ve de facto Geist’ına indirgemeden, tüketilmiş ve yorgun kavramların hem miyop hem hipermetrop bakış açısına hapsetmeden anlamaktır.
Türümüze geniş açıyla bakarak, kroniği dil varlığına dönüştüğümüz seksen bin yıllık mazimizden başlatalım.
Onbinlerce yıl süren topluluklar halinde yaşama deneyiminin türsel belleğimiz ve/ya kimliğimize nakşettiği kavramların izini sürmek istiyoruz.
Hakikat sonrasına kurban gitmiş, kapitalist referansla bağlamı kaymış, totaliter rejimlerce içi boşaltılmış onlarca kavramı, bir tür arkeolojik kazıyla derinlerden çıkarıp üzerindeki tozu toprağı silkeleyip felsefi iletişim kuramı ışığında bir daha, bir daha bakarak anlamlandırmak istiyoruz.
“homo socialis” kavramı
Örneklendirmek gerekirse, sosyal varlık olarak yaşayan türümüzün milyon yıllık biyolojik evriminin, iki yüz yıldır kulağımıza fısıldanan “toplum yoktur, birey vardır” söylemiyle alt edilmeye çalışılmasını sorunsallaştırma cüretini göstererek başlayalım.
Burada, hepimizin üzerini bir battaniye gibi örten “homo socialis” kavramının, parça parça kesilerek bize biçilmiş “birey” elbiseleri neremizi ne kadar örtüyor bunu bir ölçüp tartalım.
Açıkta kalan yerlerimizi tespit ederek, poiesis (yaratmak) ediminin bize verdigi coskuya dayanarak, yeni sözleri, savları hipotetik biçimde öne sürelim; böylece düşünmeye ve yapmaya içkin olan yaratmanın anlam sağlığımızı iyileştirebilme olanağına can verelim. Çünkü insan bir anlam/a varlığıdır ve anlamak hiç bir zaman bireysel olmamıştır.
İnsan, türsel bakımdan topluluklar halinde yaşar. Türümüzün tarihinde çeşitli biçimlerde varlığını sürdüren, bu bakımdan topluluk halinde yaşama, türümüzün kurucu ilineklerindendir. Bu örüntüye can veren, insanların ortak bir sorunu, ortak bir amaç doğrultusunda birlikte hareket ettiklerinde tek başlarına yapabildiklerinden daha fazlasını başarmalarıdır. Anlam, birlikteliğe hayat verir, anlamlı hale getirir ve kültürü yaratır.
Kültür, anlam; anlam, kültürdür; ikisi özdeştir. Kültür, insanın dil varlığına dönüşme sürecinin kendisi, bu süreçte doğan anlam/(a)dır. Birlikte yaşam/a, insan ve/ya topluluk hayatını var kıldığı gibi ona anlam katar, aranır, ihtiyaç duyulur.
Bu nedenle de insan varlığının radikal yönelimini imler; insan için bir topluluğun üyesi olmak, bu bakımdan temel bir ihtiyaçtır. İnsanın türsel niteliği bakımından bu yöneliminin doğal olduğu söylenebilir.
Birlikte yaşam/a, tek tek öznelerin ilişkiler ağıyla bir araya gelmesiyle oluşan toplumsallığa içkin kapsayıcı bir kavramdır. Birlikte yaşama, bir olanak olmanın ötesinde insan türünün temel ilineklerinden.
Birlikte yaşam/a; topluluk, işbirliği, deneyim paylaşımı, bilinç, sosyal öğrenme, öğreşme, hayatta kalma, bilgi, etkileşim, barış, güven, güç, doyum, eğlenme, estetik, anlam, mutluluk kavramlarına içkindir. Bunlar, “diyalog” kavramı altında toplanabilir.
Diyalog iletişimdir, diyalojik iletişim ise taraflarını yeni bir varlık ya da ilişki adını verdiğimiz öznede harmanlayıp toplumsallık yaratır. İletişimin özel bir türü olarak felsefi iletişim, ilişkide bir araya gelen özneleri eksiltmeden, kendilerini açmalarına olanak sağlar; anlam/a evrenimiz özgürleştirir.
İnsanlık tarihinde, topluluk halinde yaşamak ve buna içkin dayanışma ve iletişim, insanın insanlaşmasına giden yolun taşlarını döşer. İnsanlar, avlanma, tarım, barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak ve güvenliklerini sağlamak için gruplar halinde yaşamışlardır.
Bu gruplar, birlikte çalışarak güçlü dayanışma ve iletişim ağları geliştirmişlerdir. Antropolojik bulgular, insanın evrimsel sürecinde dayanışmanın, dayanışmanın türevi iletişimin toplumsal bağların gelişimi için kritik olduğunu belirtirler. İnsanlar, grup içinde birbirlerine destek olmak, birlikte hareket etmek hem güvenliklerini hem de refahlarını sağlar.
İnsan ilişki kurmaya muhtaç
İnsan teki, öteki ile ilişkisinde hayat bulur. Beni yaratan ötekidir deyim yerindeyse. İnsanın diğer insanlarla olan ilişkisi ve toplumsal bağları, insanın varoluşsal gerçekliği üzerinde derin bir etkiye sahiptir.
İnsan doğası sıklıkla tartışma konusu edilir; çünkü doğa, doğaya referans verir göreli bir statiklik yükler; insan, doğayı aşan bir niteliğe sahiptir kültür varlığı olmaklığıyla.
Ama insanın toplumsallığının doğal olduğu söylenebilir. İnsanın toplumsal olması bu bağlamda önemlidir çünkü topluluk dışında yaşayamaz. İnsanlar, doğası gereği diğer insanlarla etkileşime geçmeye, ilişki kurmaya muhtaçtır.
İnsan, toplumsal bağları sayesinde kişisel anlam arayışına can verir. Bu can verme yolculuğu, kendini kişi olarak toplulukta gerçekleştirmesinin temelidir. İnsanlar, birlikte yaşayarak birbirlerinden öğrenir, destek alır ve ortak bir anlam inşa ederler.
En yalın ifadeyle adına kültür dediğimiz anlam evrenini yaratır ve bu evrende yaşarlar. Bu evrenin iki temel taşıyıcı ayağı vardır: dayanışma ve iletişim.
İnsanlar, birlikte çalışarak ve birbirlerine destek vererek güçlenirler ve hayata kalırlar. Toplumsal dayanışma, bu bakımdan doğaldır.
Çünkü temelini yaşamdan, yaşamak ihtiyacından alır. Birliktelik, tek tek kişilerin hayatta kalmak gibi temel ihtiyaçları yanında ruhsali sosyal ve zihinsel gelişimlerini sağlar yani insanı insan yapan işte bu birlikteliğin kendisidir. Kanser hücresi, diğer hücreleri hesaba katmadan bireysel hareket eden hücredir. Oysa bir bağlamın içinde hem varlık hem de bununla özdeş olan ifadeyle anlam kazanabiliriz.
Peki iletişim?
Dayanışma, kaçınılmaz biçimde ikinci taşıyıcı ayağı olan iletişimi doğurur. İletişim, dayanışmayı sürdürdüğü gibi nitelikli kılar.
Sorunlarla mücadelede birlikte düşünmeyi, duygularını paylaşmayı, bilgi ve deneyimlerini aktarmayı, ortaklaştırmayı sağlar.
Amacına hizmet eden iletişim yani burada anılan işlevlerini yerine getiren iletişim, anlaşmazlıkların çözülmesine, ortak hedeflerin belirlenmesine ve birlikte çalışma, üretme, paylaşma, yaşama kültürüne can olur.
İnsanın türsel olarak bir arada yaşaması, dayanışma ve iletişim açısından kritik öneme sahiptir. Bu, hem antropolojik olarak insanın evrimsel sürecindeki toplumsal uyumunu açıklar hem de felsefi olarak insanın toplum içinde anlam arayışını ve kendini gerçekleştirmesini imler.
Peki iletişim dediğimiz olgunun taşıyıcılar nedir? Kelimelerle, imgelerle, nesnelerle değil kavramlarla düşünüyoruz.
O halde iletişimin ilettiği kavramlar ve kavramların bir araya gelerek oluşturduğu anlam ise bunu nasıl anlayabiliriz? Müziğin hammaddesi nasıl seslerse, resmin renkler, heykelin ise biçim ya da form, felsefenin de kavramlardır.
İletişim olgusuna felsefece bakarak ürettiğimiz felsefi iletişim ve bunu çözümleyen yöntemi, iletişimin, kavramlar dolayımıyla gerçekleştiğini savlar. Her kavramın, duygu, deneyim, inanç ve bilgi anlamında tek tek kişilerde izdüşümleri, bu izdüşümlerin bir araya gelerek kişisel bir imge yarattıklarını savlar. Kişi, hayatla kavram dolayımıyla bağ kurar; kavramları da imgesel temsiliyle yaşar.
Felsefi İletişim ile muradımız, kavram temizliği yaparak anlamamızı durulaştırarak anlam sağlığımızı iyileştirmek, zihinsel anlamda katharsise ulaşmak. Dilimiz, bilincimiz; kavramlar dolayımıyla yaşamla ilişkileniriz.
Kavramlarımızın içeriklerine vakfiyetimiz ölçüsünde ne yaşadığımızın farkında olabilir, bu farkındalık, iletişimin taraf(lar)ı dolayımıyla kendilik bilincimizi yaratabilir.
Bu yaratımın bağlamı ilişkidir. İlişki, belli bir bağlamda varlık kazanır; ilişkinin cansuyu iletişimdir. İletişim, tıpkı düşünmek eyleminde olduğu gibi kelimeler ile değil kavramlar dolayımıyla sağlanır. Kavramlara, iletişimin tarafları soluk olur.
İlişkinin güvenli hale gelmesinin yolu iletişimdir. Bu olanak, güven içinde ortak bir sorun ya da amaç etrafında bir araya gelenlerin neyi nasıl yaşadığının ayırdında olmasındadır.
Felsefi iletişim, kavramların kişilerdeki izdüşümlerini, hem kişisel hem müşterek hem türsel hem de canlılığa dair içerimlerini açımlayarak ilişkinin ortak kesenlerini referans alarak iletişimi durulaştırıp içtenli hale getirerek organikleştirir. Bu, kişinin, toplulukta kişi ve/ya kendi olarak var olabilmesine, eşdeyişle o toplulukta yer alabilmesine olanak sağlar; bu da birlikte yaşamın temelidir.
Topluluk, felsefi iletişim dolayımıyla güvenli hale gelen ilişkileri referans alarak sorunları tanılayıp çözümleri üretebilir. İlişkiye can veren iletişimi diyalojikleştirek anlam evrenimizi yaşanabilir hale getiren felsefi iletişim, birlikte yaşam(an)ın sigortasıdır çünkü insan, yaşamak, var olmak için topluluklara ihtiyaç duyan bir türdür.
Zorunluluk, iradenin olmadığı yerde söz konusudur; oysa hayat, sonsuz olabilirlikler evrenidir. Hep böyle değil idi hep de böyle olmayacak.
Bu da bir anlam/a varlığı olarak insanın sonsuzluk evreni içinde organik biçimde yeni ilişkilerle yeni sözler üretip yeni hayatlar kurabilmek yeteneğini imler. Umut, bu yetenekte cisimleşir, Hayat da.
Yeter ki birlikte düşünüp birlikte eyleyip birlikte mücadele ederek yaşamı paylaşabilelim. Hayatı bu şekilde paylaşabilmenin yaşam ürettiğinin bilinci, yaşayarak yaşatmanın olanağı. Kişiye özneleşerek bir topluluğun parçası olmak imkanı veren dayanışma ve bundan anlam üreten iletişim, özgürlüğün yatağı olabilir.
Özneleştirici topluluklar, “kurtarıcı”ya ihtiyaç duymazlar çünkü ortak kesenleri yaşamı odaklarına alarak örgütlenirler. Örgütlenmeden topluluk ruhu doğar. Özgürlük, bu topluluk ruhunun hem meyvesi hem de sigortasıdır.
(MVB/EMK)