Kararmış ahşapla kaplı dış cephesi kadar içi de eski ve bakımsız olan Burgaz adasındaki iki katlı evimiz bir köşk olmaktan çok uzaktı. Tamirat işlerine daima bir angarya gözüyle bakan babam yüzünden vaziyet her geçen sene kötüleşirken, annem tüm müşkülata rağmen ortalığa çekidüzen vermeye çalışır, fakat evin her tarafına sızmaya kararlı örümcek, kırkayak, çeşit çeşit çıyan, hatta akreplere pek engel olamazdı.
Esas kâbusum ise geceleri çişim geldiği zaman alt kattaki daracık tuvalete inme mecburiyetiydi. Evin gündüzleri en güzel ışığı alan en sıcak köşesi olmasına rağmen ahşap merdivenler geceleri beni sanki karanlık bir kuyuya doğru yönlendiren sinsi düşmanlarımdı.
Merdiven başındaki antika aynanın önünde, minyatür bir sokak kandili şeklindeki abajurdan yayılan yeşil ışık, gıcırdatmamaya ihtimam gösterdiğimiz birkaç basamaktan sonra kifayetsiz kalır, zifirî karanlığa doğru kedi edasıyla inmeye talim ederdim.
Eğreti ahşap bir kapının ötesinde duran gayet iptidai tuvaletin solgun sarı ışık veren ampulünü çalıştırmak üzere el yordamıyla aradığım açma kapama düğmesi haşereyle ilk sıcak temas ihtimalini beraberinde getiriyordu. Bu kısmı örümcek ağlarıyla biraz boğuşarak atlattığım zaman ise kireçle sıvanmış engebeli duvarlarda ve tavanda beni bekleyenler bilumum böceklerdi. Bir insan kafasının ancak sığabileceği boyutta olsa da, bağdadi cephede sonradan açılmış pencerenin camı yoktu; babamın yıllar sonra yerleştirebildiği geniş aralıklı tel ise fazlasıyla utanılan kokuların yanı sıra böceklerin de mevzubahis pencereyi işlek bir karayolu gibi kullanmalarına engel olamıyordu.
Aralarında en zararsız olmalarına rağmen beni gördüğünde harekete geçen atik süleymancıklar ürpermeme sebep olur, musluktan kovaya su doldurup tuvalete dökme görevimi muntazaman yerine getirdikten sonra gene sessizce, ama hızla yatağıma dönerdim.
“Niye bakıyorsun?”
Hindistan’daki helalarda insanları en çok rahatsız eden unsurlar arasında ise o coğrafyada bolca bulunan kertenkeleler mühim yer tutuyor. Sinema öğrencisi Subarna Dash’ın Yüznumarada yaşayan kız (The girl who lived in the loo) adlı animasyon filminde meraklı gözlerle bakan kertenkeleler mahremiyet hissinin sarsılmasına neden olabiliyor. Ne de olsa çekingen bir mizaca sahip Subarna çocukluğundan beri yüznumaralara bir sığınak misyonu yüklemiş vaziyette.
Yönetmenliği dışında 12 dakikalık animasyon filminin senaryosunu, sinematografi ve montajını da üstlenmiş genç yetenek Subarna, yalnız kalabilmek, sakinleşmek, huzur bulmak ve kendini güvende hissedebilmek için hususi veya umumi helalara sık sık sığınıyor. Kendini bildi bileli insan ilişkilerinde zorlanan, bu yüzden yalnızlığı tercih etmiş, mütemadiyen endişeye kapılan, sık sık alay edildiğinden kendinden utanan, içine kapanık ve tutuk bir kişilikten bahsediyoruz.
Naif çizgilerin bazen orjiyastik ritüellere dönüşebildiği filmde helalar kendisi için terapötik unsurlar taşıyor, hatta bazen şeytan çıkarma misyonunu üstlenmiş kadar oluyor.
Erkeklerin çok daha rahat baş ettiği muhtelif zaruretlerinin aksine, kadınların özbakımlarını gerçekleştirmek üzere mahrem bir mekâna duydukları ihtiyacın deprem bölgelerinde, işgal altındaki coğrafyalarda, göç yolları ve mülteci kamplarında pek karşılanmadığını bu arada hatırlayalım.
Temizlik sadece bir opsiyon mudur?
Dış dünya ne kadar kaotikse yüznumaranın bir o kadar sessiz ve tehlikesiz bir alternatif olduğunu tabii ki inkâr edemeyiz: Tıpkı savaş, işkence, muhtelif insan hakları ihlalleri hakkında peş peşe seyrettiğim belgesellerin seans aralarında, bitmez tükenmez kokteyl müdavimleri edasıyla ortalıkta dolanan küstah festival endüstrisi mensuplarından kaçarak bilumum tuvaletlere kendimi atmam gibi!
Hele de lüks bir otelin günde üç kere sterilize edilen geniş bir WC’si söz konusuysa keyfime diyecek olmaz. Fakat yanında başka tuvaletlerin varlığı, sıkışmış diğer insanların haklarını yememek açısından çok mühim.
Zaten Subarna’nın hususi ile umumi tuvaletler arasında gözettiği farklar arasında, halka hizmet verenlerde uzun kalınamayacağı gerçeği başı çekiyor. Oysa annesinin umumi WC’lere asla uğrayamamasının tek nedeni sterillik yoksunu olmaları.
Çocukluğumuzda içine girilmesi bile büyük cesaret isteyen Bulgaristan ile Türkiye arasındaki Edirne hudut kapısı kenefleri bir yana, Şehir Hatları gibi toplu taşıma kurumlarının WC’leri, öngörüldükleri amaçlar dışındaki başka bazı amaçlara hizmet eden gar, erotik sinema veya hamam tuvaletlerine alışmanın da kolay olmadığını şahsım adına belirtmeden edemeyeceğim…
(RL/AS)