Bir toplumun bir kesime yaklaşımını öğrenmek için sokağa çıkmak, onun havasını solumak, gündelik faaliyet içerisinde bulunmak yeterlidir. Orada toplumu toplum yapan sevinçleri, hüzünleri, çelişkileri, duyarsızlıkları görürsün. Yani bir aynadır aslında her tür eğilimin görüldüğü. Geçen gün sokak ortasında yaşanan eril şiddet ve çevredekilerin tepkisi şu anki durumumuzun da bir aynasıydı mesela. Yabancılaşma, ırkçılık ve cinsiyetçiliğin birbirini beslediğinin acı örneklerinden biriydi. Hamile bir kadının saatlerce sopayla dövülmesi ve kimsenin sesinin çıkmaması. Sonra o ses tellerini tıkayan tortu. Yani ırkçılık. Yani Roman olmasa ses çıkaracaklarını söylüyor bir esnaf. Yani “kadın umurumuzda değil, aşağı gördüğümüz bir kesimdense hiç değil” demek istiyor.
Bu içinde bulunduğumuz sürecin ürkütücülüğü ve tehlikelerine dair çok çarpıcı bir örnek. Benzer bir duyarsızlığı, türcülüğün yükseltilmesiyle canice işlenen hayvan cinayetlerinde de görüyoruz. Adeta şiddete alışıyoruz. Aslında bugün değinmek istediğim bunlar değil. Bir başka ayrımcılık türü ve rahatsız ediciliği çok fazla göze çarpmıyor. Yukarıdaki örnekler kadar olmasa bile yıpratıcı.
Bilinçli bilinçsiz, kötü niyetli ya da değil çeşitli aşağılayıcı ifade ve davranışlar. EEEH dergi yazarı Elif Emir Öksüz, mikrosaldırganlık olarak Türkçeye uyarlamıştı bu davranış biçimini. Mikrosaldırganlık ötekileştirilen kesimlerin sürekli karşı karşıya kaldığı bir durum. Oldukça kanıksanmış, hatta olmazsa olmaz gibi. Ben sağlamcılığın ifade biçimi diyorum buna. Başka ayrımcılık türlerinin de ifade biçimi aynı zamanda. Bu davranış türü zararsız gibi görünse de birçok insanın zihninde derin yaralar açıyor ve cesaretini kırıyor. Bunların hiç birisinin olmasına da gerek yok. Kimse öyle davranışları hak etmiyor. Çünkü bu davranışlar sanıldığı gibi istisna değil. Sokaktaki erişilebilirlik sorunlarıyla yarışır karşımıza çıkmak konusunda.
Bakalım bu mikrosaldırganlık nasıl bir kuşmuş. Çok önemli bir şey yapmışsın ve heyecanını birisiyle paylaşmak istiyorsun. Tam söze giriyorsun kişi “gözlerini sabit tutamıyor musun?” Yok devenin nalı. Ne alaka şimdi. Dışarı çıkmışsındır ki buna herkes kadar hakkın vardır. Hiç tanımadığın birisi gelip babasının oğluyla konuşuyormuş gibi “niye yalnız dışarı çıktın? Merdiveni değil asansörü kullan.” Sevgilinle dışarı çıkmışsın yeni tanıdığın biri “Siz kardeş misiniz? İkinizin de engel durumu var mı?” Ya sana ne. Yani kullanmamaktan paslanmış düşünce yetisini çalıştırmayı denemek yerine, alışılagelmiş önyargıyla birisi engelliyse diğeri de “kusurlu” olmak zorunda gibi davranıyor. Öyle de olabilir, seni ilgilendiren ne? Burası önemli mikrosaldırganlığın o kadar masum olmadığının bir kanıtı. Bu soruyu soran kişi çok rahat “engelliler çocuk yapmasın” diyebilir. Tersini de diyebilir elbet. Mikrosaldırganlıkta ille de kötü niyet olmak zorunda değil ama bir ilişkide iki kişinin de engelli olup olmadığını merak edenlerin “onların çocuğu da sakat olur” diye düşünmeyeceği hiç de gerçekçi değil. Bu da öjeniye giden bir yola dönüşme tehlikesini bile taşıyor. Bir dönem sosyal medyada engellilerin çocuk yapmasına dair fikirleri okuduğumda, içimizde azımsanmayacak kadar Nazi zihniyetli insan olduğunu fark etmiştim. Engelli ebeveynin yanında çocuğunun eline para sıkıştırmak. Bu artık mikrosaldırganlığın da ötesinde. Mesela aynı şeyi engelli olmayan bir çiftin çocuğuna yapabilir mi? Yapar belki ama o çiftin de ötekileştirilen kesimden olması lazım. Yoksa aklından geçiremez. Aklından geçirse cesaret edemez. Mikrosaldırganlığın en büyük özelliklerinden birisi de o zaten. Toplumda “normal” kabul edilen bir kişiye yapamayacağı davranışı ötekileştirilene yapmak. Mesela kimse “normal” kabul edilenlere nasıl yemek yediğinden nasıl cinsel ilişkiye girdiğine, nasıl öz bakımını yapabildiğine dair sorular soramaz. Tanımadığı halde seviyesiz şakalar yapamaz. Bedenine, kafasına göre dokunamaz. Bu en temel kural ötekileştirilenler söz konusu olduğunda gündeme bile gelmez. Herhangi bir erkek sokakta bir kadına dokunamazken, kör bir kadını kucaklayıp tepki gösterildiğinde de yardım ediyorum bahanesine sığınabiliyor. Üstelik kendine erdemli insan rolü biçebiliyor. Herhangi bir iş için birisiyle ya da birileriyle görüşürken, bir toplantıda zıpçıktının birisi “gözler doğuştan mı” diyebiliyor. Ne alaka? Çoğu, sağlamcı özgüvenini öyle benimsemiş ki “ne alaka” sorusunu işitince çileden çıkıyor. Örnekler saymakla bitmez. Uydurulmuş beden normlarının dışında olan kadına dikilen gözlerde, konuşması farklı olanı taklit eden dillerde, herhangi bir engellinin beden dokunulmazlığını ihlal eden ellerde görebilirsiniz mikrosaldırganlığı. Kendilerini “normal” olarak niteleyenler için bu davranışlar zararsız ve ego tatmini ama davranışın muhatapları için durum aynı değil. Bu davranışlar yüzünden evinden çıkamayan, psikolojik destek alanlar var ve kimsenin kimseye bunu yapmaya hakkı yok. Rica etmiyoruz, bu davranışların son bulmasını istiyoruz. Bunun için de kimsenin teveccühüne ihtiyacımız yok. Rahatsız olduğumuz yerde rahatsız etmeye, sağlamcıların fildişi kulelerini sarsmaya devam edeceğiz. Ta ki eşit muamele görene dek.
(BS/RT)