“Tarihi” olaylara tanık olduk 16 Kasım'da. T.C. başbakanı adı Kürdistan olan topraklara –“başkentine”- gitti, yıllardır ülkeye ayak basması mümkün olmamış bir ozanı getirdi, sonra da konuşmasında ilk defa “Kürdistan” dedi.
Birkaç gün sonra aynı coğrafyaya giden Cumhuriyet Halk Partisi genel başkan yardımcısı “biji aşîtî, biji biratî” dedi. Yüz yıldır yasaklı olan bir dil, yüz yıldır yasaklı olan bir isim kullanıldı. Kürdistan halkının ezelden beri üzerinde yaşadığı, -bir diğer yasaklı, Hrant Dink’in deyişiyle altına girdiği toprağın adını söyledi bir egemen, o halkın ezelden beri konuştuğu dilde ezelden beri bağırdığı bir sloganı dillendirdi bir diğeri. “Tarihiydi” hem başbakanın hem Perihan Sarı’nın yaptığı.
Egemen medyanın başbakanın Amed ziyaretinden beri bol bol geçtiği bu “tarihi” sözünden ne anlıyoruz?
İlk tanım, tartışmasız, ‘ilk defa’. Bir T.C. başbakanının ağzından bir kelimenin ilk çıkışı, bir CHP yöneticisinin bir dili ilk kullanışı tarihte.
Sözcüğe atfedilen anlam/eyleme atfedilen değer tabii ki sadece istatistiksel bir ilgiyle sınırlı değil. Başbakanın ve Sarı’nın yaptıkları tarihin akışında başka değerlere sahip. Bu göz önünde tutulduğunda ”tarihi” sözü, bu kişilerin ve söz konusu eylemlerinin ilericiliğini, demokratlığını anlatıyor. Başbakanın demokrat kişiliği/hükümetinin ileri programı Kürdistan’a Kürdistan adını bahşetmesini; Sarı’nın (ve partisinin) ilericiliği Kürtlerin dilini kabul etmesini gerektirmiş…
İlerleyen tarihin akışını, tarihsel öznelerin hareketlerini konu edinen bir bakış için ise “tarihi” kavramı, bu “tarihi” eylemler ve onların failleri farklı işlevselliklerle ele alınıyorlar.
İlerlemenin (adına demokratikleşme deyin) tarihinde, içinde bulunduğumuz bu “tarihi” an, Kürdistan coğrafyasının adının ve dilinin (ve ozanının) yasakları gibi geri öğelerin ortadan kaldırılması özelliğiyle varoluyor. Ve bu an AKP iktidarı-CHP’nin ana muhalefetliği süresinde bulunuyor. İşte bu, ilerleyen tarihin hareketlerinin yorumlanması açısından bir tehlikeyi barındırıyor: sonucu yanlış bir tarihsellik anlayışı olacak bir yanlış yorumlama tehlikesi.
Böyle bir yorum yanlışı pratikte de yanlış eylemlere / yanlış tutumlara yol açıyor kuşkusuz. Bu yelpazenin bir ucu “hükümeti yıpratmayalım” refleksine, bir ucu hükümetin dümen suyuna, bir ucu sorgusuz bir hükümet karşıtlığıyla tutarsız, anlamsız, işlevsiz ve karşılıksız bir muhalefete tekabül ediyor. [“Erdoğan teröristle kucaklaştı”, “Kürdistan dedi ülkeyi böldü” çizgisi tutumlar ise bu yelpazenin alanının dışında; ilerleyen tarihin karşısında dikilmeye çalışmak, kendi kuyusunu kazan bir beyhude gericilik, bu arada.]
***
Tarihi ve istatistikleri yerine oturttuğumuz zaman görüyoruz ki bu ne Kürdistan’ın ilk kullanılışı ne Kürtçenin, ne aşîtî’nin ilk dillendirilişi ne biratî’nin.
Kürt özgürlük hareketi bunu otuz yıldır dillendiriyor, Kürt halkı yaşadığı topraklara yüzyıllardır Kürdistan diyor, dillerini bütün zorluklara rağmen konuşuyor.
***
Ve otuz yıldır bu mücadeleleri uğruna can veriyor, ondan çok istemedikleri bir şey varsa onu da yapıyor, kardeşlerini (bra) öldürüyor.
Ve süreci ve geçtiğimiz günlerdeki olayları tarihsellikleri içine oturttuğumuzda görüyoruz ki başbakanın ve Sarı’nın ‘ileri’ eylemlerini kendi programlarının ilericiliğine bağlamak her şeyden önce Kürdün, Kürtçenin, Kürdistanın dillendirilebilmesi uğruna hayatlarından vazgeçmiş on binlerin hatıralarına, bir halkın mücadelesine saygısızlık oluyor.
Ve Hegel yine haklı çıkıyor: tarihi ilerleten özne egemenler (Efendi) değil ezilenlerdir, halklardır (Köle). Yani toplumsal ilerlemenin adımlarını atan “Kürdistan” demeyi başaran bir başbakan değil, otuz yıllık bir mücadelede on binlerce hayatı feda ederek ona bunu söyletendir.
Kürtçeyi ve Kürdistan adını ilk yasaklayan partinin bir yöneticisinin Kürdistan’da “Kürtçe hitap edemediği için özür dilemesi” gereğini hissetmesini sağlamış harekettir. Böylece Erdoğan ve Sarı, akıntıya karşı direnci yenilen taşlar olarak ele alınmalı; eğer bir ilerleme, hak ve özgürlük kazanımları yoluyla demokratikleşme endişesi güdülüyorsa tarihin ilerletici(‘demokratikleştirici’) gücü desteklenmeli.
Ve bu okumadan sonra Şivan Perwer’in gelişi, “Kürdistan”ın başbakan ağzından dillendirilişi, Kürt halkının taleplerinin Kürt halkının dilinde, bu taleplere karşı belki en büyük zulmü yaşatmış irade tarafından dillendirilişi gibi örneklerle akıntının önünden engellerin kalkışına sevinmek insanı olmak istemeyeceği bir eksene düşürmez. Ve akıntının gidişatının farkına varan taşların kanal olmayı taşlıklarına tercih etmeleriyle kan durur, halklar özgürlük ve haklarını kazanır.
Ezilenlerin, kölelerin; tarihin ilerletici güçlerinin bu çerçevede birliği (yekitî) işte Umuda Yolculuğun yolunu açar. Çünkü su oraya akmakta.
Egemenlerin çektikleri “kırmızı çizgilerin” anlamsızlaşmasına şahit oluyoruz bugün; bunu mümkün kılanlar, egemenlerin çektikleri tüm çizgileri de anlamsızlaştıracaktır. (TA/HK)
* Haber fotoğrafı: Özge Özgüner, Diyarbakır, Newroz 2013.