Merhabalar sevgili canlı varlıklar,
Benim adım Eci. Ben bir sincabım. Kendisini kuyruğuyla gölgeleyen bir varlığım (en azından öyle bilinirim).
Uzun zamandır sizinle paylaşmak istediğim bir sıkıntım var. Aslında sıkıntı da sayılmaz belki, ama... İsterseniz buna bir nevi "sitem" diyelim. Umarım beni hoş karşılarsınız.
Bu yörede oturan devasa varlıklar (yani insanlar) oldum olası hep beni dikizlerler. Beni görür görmez put gibi dururlar. İnanın nerdeyse nefeslerini tutacak kadar sabittirler. Bir görseniz, çok gülünç bir hale geliyorlar. Bu nedenle kafamı çok kurcalayan bir soru var; bilmem ki nasıl anlatsam acaba...
İnsanlar o minicik ayaklarıyla nasıl taşıyabiliyorlar o koca gövdelerini? Üstelik dimdiktirler. Üstelik onları koşarken görüyorum. Gerçi onların en hızlısı bile benim en yavaşımla yarışamaz ya! Amacım kıyaslamak değil, ama anlamaya çalışmak: Hem, nasıl oluyor da o devasa yapılarıyla ne tırmanabiliyorlar benim gibi ne de uçabiliyorlar? Bunun mutlaka bir açıklaması vardır tabii, ama açıklamayı bana yapabilen yok.
Onların yerinde olsam neler neler yapmazdım ki, diye düşünüyorum. Ama ne yazık ki, ne yapsam da olduğumdan daha farklı olma yetisine sahip değilim...
Ben, gün boyu gezinirim. Zıplarım ve tırmanırım. Övünmek gibi olmasın, ama atlamakta yoktur üstüme. Bu yeteneğim belki de narin gövdem ve uzun kuyruğum sayesindedir. Kuyruğum, atlarken daldan dala denge sağlamamda yardımcı olur. Uzun bacaklarım ve sert çentikli tırnaklarım iyi tutunmamı sağlar. Kocaman gözlerim dürbün gibidir. Kemirgenler arasında en iyi görenler arasındayım. Fakat ne yazık ki kırmızıyla yeşil arasındaki farkı ayrıştıramam. Gözlerimin konumu sayesinde arkamdan gelen tehlikeleri hemen keşfedebilirim. İşte bu nedenle bana sataşmak isteyenlerden korunmam pek zor olmaz. Kaldı ki hızım, kemirgen familyasından olanların hiçbirinde olmadığı için, oldukça huzurluyumdur.
Bulunduğum bu Filar ormanındaki bütün ağaç türleri benim meskenimdir. Üstelik kargalarla, kırlangıçlarla dalaşmak gibi bir huyum da yoktur. Dostça yaşayıp gidiyoruz buralarda.
Acıktığım zaman en sevdiğim yerlere; daldan dala atlayarak keşiflere çıkarım. Aslında karnımı doyurmam sorun değil. Bol miktarda taze çam yaprakları, fındık, kozalak çekirdeği ve mantar vardır beni doyuracak. Ama hep en iyisini, en tazesini aramaktan zevk alırım.
Ha unutmadan söyleyeyim, benim sürekli gelişmekte olan (aşınmaktan dolayı) dört ön dişim vardır. Toplam on altı dişe sahibim. Genellikle ağaç diplerinde kurumuş yaprak ve çalıların altında yaşarım. Kışın da beni sıcak tutan kürküm sayesinde karda, aşağı yukarı 30 cm çapındaki evimde barınırım. Yaklaşık kırk günden sonra 4-8 arasında yavru doğururum. Yavrularım kör ve çıplak doğarlar. 22 gün sonra gözlerini açarlar ve onları sütümle 12 hafta boyunca beslerim. Sonra kendilerini idame edebilecek duruma gelirler.
Belki inanmayacaksınız, ama yavrularımın bütün sorumluluğunu kendim taşırım. Anlayacağınız babaları hiç oralı olmaz!
Filar ormanının her bir köşesini çok iyi bilirim. Oradaki çam ağaçlarını pek severim. Onların salgıladığı kokunun insanları ne çok etkilediğinin de farkındayım; çünkü hep o alanlarda oturup ormanın sesini dinlerler; derin derin soluyup haz duyarlar. Beni izlerler ve yürüyüşler yaparlar.
Ağaçların altında durup keşif yapan "aptal" insanları izlemekten zevk alırım. Daha doğrusu onlar beni, ben de onları dikizlerim.
Ancak geçenlerde çamın altında gezinirken, bunlardan biri beni tehdit etti. Ya, inanmıyorsunuz değil mi? İnanın çok ciddiyim. Tehdit dediysem, silahla filan değil. Amaaan! Siz de hemen şiddeti düşünüyorsunuz. Korkmayın! Boks ya da karete yapmaya kalkışacak kadar genç de değildi zaten. Onun tehtidi sadece o çok sevdiğim çamın altında kamp kurmaktan ibaretti. Anlayacağınız, meğer o da, tam da o çamın gölgesinde huzur buluyormuş.
Aaa! Bir de ne göreyim, elinde bir de defter ve kalem var. Fütursuzca beni izleyip birşeyler yazıyordu ya da çiziyordu, ne bileyim! Bir tahmin yürütmem gerekirse derim ki, şiir yazıyordu. Öyle aptal dediğime bakmayın: Bir süre sonra anladım ki bana zarar vermek değil amacı. Çünkü masum masum oturdu ve beni izledi dakikalarca. Bir ara, ayrıldım oradan ve bir kavak ağacının dalında gizlendim. Gördüm ki o insan, gözlerini yummuş ve hâlâ oturuyor. O arada ağaçkakan ve serçe sesleri havayı şenlendirmişti. Az ilerideki Mälare gölünün kıyısında da martı çığlıkları yükseliyordu. O insan için pek eğlenceli olmalıydı. İnanın ben bile içimden "iyi ki yaşıyorum bu ormanda" dedim.
Bir süre sonra başka insan sesleri duydum. Baktım ki adamın biri, yanında köpeğiyle ve elindeki dürbünle beni inceliyor. Kızgınca baktım ona. Kuyruğumu da salladım epey. Bakışlarımdan anladı mı bilmem, ama ben ona "neden beni her gördüklerinde hemen pür dikkat kesilip huzurumu kaçırıyorsunuz" diye sormak isterdim. Ama ne yazık ki dillerini bilmiyorum. Adamın köpeği de kuyruğunu sallayıp, salyalarını akıtmaya başladı. Paradoksal olan köpeğin sarkmış dili beni bir nebze ürpertse de, hal ve hareketleri çok eğlendiriciydi. Karşılıklı bakışıp durduk bir süre. Sonra çekip gittiler. Ben de oradan usulca ayrıldım.
Daha sonra bir kayın ağacına tırmandım. O adam ve köpeği birkaç kez durup gözleriyle beni aradılar, ama benim minik varlığımı görmeleri mümkün değildi. Oysa ben onları çok net görebiliyordum. Kikir kikir gülesim geldi. Zavallılar! Çaresizce çekip gittiler.
Aradan uzun zaman geçti. Ben gezinip duruyordum. Bir yol kenarındaki çamın altındaydım. Nefis görünen kocaman bir kozalakla uğraşırken, bana doğru birileri geldi. Tedirgin oldum. Fakat gördüklerim küçük insanlardı. Çok da sevimli ve heyecanlıydılar. Habire yüksek sesle konuşuyor ve zıplayıp duruyorlardı. Onlardan biri varlığımı keşfetti. Yanındaki hemen fotoğrafımı çekmek için telefonuna sarıldı. Valla ben de poz verdim, "haydi çekin cici insanlar" dercesine.
Bu küçük insanlar ne kadar da şen-şakraktılar. Doğrusu hayran oldum onlara. Beni görüntülemiş olmalılar ki, memnun bir tavırla yollarına devam ettiler. Ben de arkalarından bakakaldım. Keşke biraz daha duyabilseydim seslerini...
Sevdiğim çamın altına geri döndüğümde, konaklayan o insanın gitmiş olduğunu farkettim. Ben de mi dönsem evime?
Ne yazık ki havalar oldukça serinledi. Kış mevsimine giriyoruz. Yerdeki yiyecek hazinem de azalıyor. Sanırım daha hareketli olmam gerekecek bundan böyle.
Sizce benim insanlardan korunmam gerekiyor mu? Lütfen, bana yardımcı olur musunuz?
Ah! Zaman ne çabuk geçti! Karanlık çökmeden ben de zulama dönmeliyim. Öyle ya, her şeyin bir zamanı vardır.
(HK/AÖ)