Amerikalı televizyoncu-belgesel film yönetmeni Michael Moore'un Fahreneit 9/11 filmi nihayet Türkiye'ye de geldi.
Moore, aslında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) şebeke Tv kanallarında gösterilen "Roger and Me" (Roger ve Ben) ve "The People's Republic of Television" (Televizyon Halk Cumhuriyeti) başlıklı dizileriyle zaten bir süredir önemli bir izleyici kitlesinin sempatisini kazanmıştı.
Türkiye'de de önce CNBC-e sonra da NTV'de gösterime giren "The Awful Truth" (Korkunç Gerçek) dizisiyle adını duyurdu. Kuşkusuz Moore'un geçen yıl Oscar bu yıl da Cannes Film Festivalinde Büyük Ödülleri kazanması bu aşırı şişman ve sempatik şahsiyeti dünya çapında bir yıldız haline getirdi.
"Bowling for Columbine" (Benim Cici Silahım) ve ardından "The Big One" (Büyük Devlet) başlıklı belgesellerinde Moore, artık televizyonda yayınlanan yarı chat-show/ yarı-belgesel türden uzaklaşıp beyaz perdeye ağırlık veriyordu.
Moore televizyon dizilerini de belgesellerini de kitaplaştırarak, (üstelik bu kitaplar dünyanın belli başlı dillerine de çevrildi) bir başka kesime de mesajlarını iletiyor.
Amerikan popüler televizyonculuğu...
Moore, Amerikan popüler televizyonculuk tekniklerini, neo-liberal dünya görüşünün egemenliğinden kurtarıp, yoksulların, mülksüzlerin, haklı ama güçsüzlerin hizmetine sunmak amacında.
Popüler mecra televizyonu, ABD'deki kökenleri belki de "Kurucu Babalar" tabir edilen dönemdeki gibi kamunun, yurttaşın çıkarı için değerlendirmeye çalışıyor. Gerek televizyonda yayınlanan, gerekse büyük ödüller kazanan belgesellerine baktığımızda, Moore'un esas olarak kısa belki de orta vadeli bir erimde, belirli ve sınırlı bir dizi siyasal ve/ve ya toplumsal amaca varmak istediğini görüyoruz.
Bu nedenle Moore'u esas olarak militan bir sinemacı olarak nitelemekte sakınca yok. Zaten kendisi de son olarak yaptıkları ve söyledikleriyle bunu inkar etmiyor. 9/11 filmini Oscar Ödülü aday listesine sokmaktansa, televizyonda gösterilmesini tercih ediyor. 9/11'in Kasım ayında yapılacak ABD seçimlerinde Bush'un devrilmesi için sinemasal bir destek olarak değerlendirilmesini benimsiyor.
Her şey bir yana, Moore'un popüler tarzı ve muhalefeti, bugün ABD gibi bir ülkede yapılıyorsa, filmlerinin içerik ve yaklaşımını da kaçınılmaz olarak ABD bağlamında değerlendirmek durumundayız.
9/11, Fransa'da gösterime girdiğinde Le Monde'dan Libération'a Cahier du Cinéma'dan Le Figaro'ya kadar çok farklı medya organları, burun kıvırarak filmin çoğu kez teknik ve mesleki yönlerini eleştirdiler, siyasi militanlığında olgunluk eksikliğini vurguladılar, Moore'un tribünlere oynadığını...vs... öne sürdüler. Cannes'da Altın Palmiye Ödülünü "siyasi gerekçelerle" kazandığını savunanlar oldu. Çünkü daha önceki ödüller apolitikti!
Moore, filmlerinin dünya çapında etkili olacağını tahmin etmiyordu, edemezdi de... Ayrıca Chicago'nun Flint ilçesinden çıkıp gelen bir sinemacının öyle çok da geniş bir perspektif ve vizyonu olmadığını, ideolojik lojistiğinin pek de geniş hacimli olmadığını herkes biliyor.
Hele Moore'a solcu filan gibi kendisinin bile kolayca kabul edemeyeceği sıfatlar takıp bu dürbünden değerlendirmek yanlış olur. Zaten Moore, Hindistan'da düzenlenen Dünya Sosyal Forumuna katıldığında (Bir deri bir kemiklerin arasında güleryüzlü bir obez!) kendisini alterküreselcilerin arasında bir garip hissetmişti.
Elmalarla armutlar
Dziga Vertov ya da Eisenstein'in ilk belgesel denemelerine baktığımızda ya da daha yakın bir tarihte 70'li yıllarda Joris İvens'in belgesellerini izlediğimizde tabi ki, Moore'unkilerden farklı bir derinlik, ayrıntılı bir siyasi-ideolojik olgunluk seziyoruz. Belgesel olmasa da mesela herhangi bir Ken Loach filminde de Moore'dan çok daha zengin bir teknik ve içerikle karşılaşıyoruz. Siyasal perspektif de tabi ki çok farklı.
Ama Moore, ABD'de 2. Bush döneminde herkesin yaptığını yapmadı. Orta gelirli bir ailenin çocuğu olarak şan şöhret ve para yerine, yakınında gördüğü, tanık olduğu haksızlıkları, olumsuzlukları filme çekti: İşsizlik, umutsuzluk, sendikasızlık, savaş, saçma-sapan eğlenceler... Amerikalı kimliğini bölgeselcilik yaparak, iktidarı sorgulamaktansa kısmi eleştiriler yönelterek, dış dünya konusundaki cehaletini sürdürerek gösterdi.
Ancak, 9/11'in önemli yanlarından biri egemen medyanın göstermediği, göstermek istemediği, gizlediği, tahrif ettiği sahneler: Bush'un Beyaz Saray'a ilk gidiş günü yapılan protesto gösterileri, Irak'ta savaşan Amerikalı askerlerin çaresizliği ve belki de en başarılı sahnelerden biri olan Amerikalı asker ailelerinin dramı.
Moore, zaman zaman duygusallığa fazla prim vererek, Avrupalı izleyici gözünde olumsuz puanlar alabilir. Ancak klasik yani neo-liberal medyatik formatlara alışmış Amerikalı orta sınıf izleyicileri için onların anlayacağı dilden ve yaklaşımla derdini anlatmaya çalışıyor.
Hoş, 9/11 filmi ABD'de sınırlı sayıda sinema salonunda gösterime girdi ve bu salonların önünde de öyle uzun kuyruklar filan oluşmadı. Moore yine de filmi izleyenlere "Öteki Amerika"yı gösteriyor. Moore, ABD'de neredeyse ulusal uzlaşma haline gelen bir konuda, rejim ve savaş konusunda, farklı bir tutum benimseyebiliyor. Moore, aslında bir kolaj yapıyor. TV'lerden aldığı bir kısmı yayınlanmış bir kısmı yayınlanmamış film karelerini bir araya getiriyor. Seslendirmeyi kendisi yaptığı gibi kimi kez kameranın karşısına geçiyor hatta içine de giriyor.
Abartmamak gerek, tabi ki Mark Achbar gibi bir bakışı yok Moore'un. Ama Moore'un belgesele sağladığı itibar sayesinde, bugün ABD'de çok sayıda genç sinemacının, belgeseli, popüler bir siyasal araç haline getiririp muhalefet etkinliklerini yaygınlaştırdığını da hesaba katarsak Moore'un değeri daha iyi anlaşılabilir.
Evet Moore cepheden ABD sistemine karşı çıkmıyor, evet Moore doğrudan Amerikan ordusunu eleştirmiyor...Yapmadığı daha bir sürü şey var. Yani bizim yapmasını istediğimiz ya da beklediğimiz ama onun yapmadığı köklü, uzun vadeli vizyonu olan bir yaklaşımın meyvelerini göremiyoruz Moore'da. Bu durum galiba, bazı çevrelerin Moore'u olduğundan farklı algılamalarından kaynaklanıyor.
Mor Mişel'in eksikliği
Gelelim Moore'un Türkiye'deki yankılarına. "Biz bize benzeriz" ya da "Her yabancı nesne ve kişinin Türkiye'de mutlaka bir muadili vardır" atasözlerinden yola çıkanlar, kestirmeden garip, bir o kadar anlaşılmaz ve isabetsiz benzetmeler yaptılar:
Moore, NTV'deki Kadir Çöpdemir'in Amerikalı dayısı imiş; yok Savaş Ay'ın siyasi versiyonuymuş türünden saçmalıklar. Ukalalık vergiye tabi olmadığı için yapılıyor bu tür magazin kıyaslamalar.
Oysa ki sorulması gereken esas soru şu: Neden bizim Michael Moore'larımız yok?
Susurluk ya da Yargıtay-Mafya-MİT üçgeni, "töre" cinayetleri ya da Uzan İmparatorluğunun Yükselişi ve Çöküşü, sözümona solculuktan Çürük Elmacılığa geçişin öyküsü, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) kazaları..vs.. gibi konular televizyonlarda 'featurette" şeklinde de olsa, belgesel tekniklerle neden çekilmez ve yayınlanmaz?
Serengeti vadisindeki arslan kaplan saldırganlığını konu edinen yabancı belgeselleri Türkçe'ye çevirmenin dışında belgeselcilik gelişemez mi bu memlekette? Ya da ağlak ifadelerle hiç bir yere değmeden, hiç bir olumsuzluğu deşmeden, melodram müzik ve efektlerle desteklenen, tırnaksız alıntılarla donatılmış, üç günde hazırlanıp çekilen belgesellerin dışında ciddi siyasi belgeselleri hak etmiyor mu Türkiye kamuoyu?
Kimsenin hakkını yediğimi sanmıyorum: Belgesel Sinemacılar Derneğinin çalışmalarını, Hüseyin Kuzu'nun ve öğrencilerinin çabalarını, Hüseyin Karabey'in filmlerini dışarıda tutuyorum. Ve ne yazık ki onlar sınırlı kesimlere zar zor ulaşmanın sıkıntısını yaşıyor.
Oysa ki mesela, Fransa'da yasa gereği hem ticari sinema salonları hem de özel ve kamu televizyonlarının haftada belirli sayıda kısa ve orta metrajlı belgesel film yayınlama zorunluluğu var. Liberallerin tüyleri diken diken olabilir ama kamu makamı, onların istediği gibi sadece batan bankaları ya da şirketleri desteklemiyor Fransa'da.
ABD'nin bu aralar sınırları gittikçe daralan özgürlük mecrası ve ortamı, Bush yönetiminin saldırganlığıyla da teşvik edilince, Michael Moore ve daha iyileri çıkabiliyor. Bizde neden Moore'lar yetişmiyor?
Türk Ceza Kanununda yeni düzenlemeler yapılıyor bu aralar değil mi? Türk muhalefet geleneklerinde de düzenlemeler yapılabilse ya... (RD/BB)