İstemeden, aniden, bulaşıcı ve mecburi bir hatırlama olduğu için de bir tür "hastalık" olarak görüyorum bu durumu.
Böyle bir yargıya nereden vardığımı daha açık anlatabilmek için özellikle İngiltere medyasında gözlemlediğim büyük değişimi anlatmaya çalışacağım.
Aslında genel olarak Batı medyasında, son 20 yıldır dış haberlerin çok az yer tuttuğu, dünyadan bildiren muhabirlerin işlerini kaybettiği ya da merkeze çekildiği, okurların/izleyicilerin de gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkelere dair haber ve programlardan çok, kendilerine ait haber ve programları talep ettikleri zaten söylenegeliyordu.
Soğuk Savaş'ın bitmesi, Bosna ve Kosova savaşlarının sona ermesi ve Körfez Savaşı'nın rutinleşmesiyle başlatılıyordu bu "dış haberlerden kesilme" süreci. Örneğin, bundan iki ay önce, The Guardian, The Independent gibi saygınlığı olan gazetelerde, dış haberler sadece yüzde 10'luk bir alana sahipti. Tabloid gazetelere doğru gidildikçe bu oran yüzde 5'lere ve bazen de yüzde sıfırlara kadar iniyordu.
Afrika: Tek bir İngiliz gazetecisi kalmamıştı
Bir zamanlar ırk ayırımcılığı, açlık, AIDS ve diğer bulaşıcı hastalık haberleriyle gündemde olan Afrika'da, bir tek İngiliz gazetesinin bile muhabiri kalmamıştı artık.
Kısacası, Batı medyası "dünyaya açılan pencere" olma iddiasından vaz geçmiş, kendi arka bahçesinde olan bitenle ilgilenmeyi, "öteki dünyaya" ait insan hakları ihlalleri, iç savaşlar, açlıktan ölümler gibi konuları da görmezden gelmeyi (görmeyen göz katlanır misali) tercih etmişti.
İngiltere'de uzun yıllar BBC ve diğer televizyon kanalları için belgeseller hazırlamış olan deneyimli televizyoncu Paddy Coulter'dan aldığım bilgilere göre, haberciliğiyle, programcılığıyla ve belgeselleriyle dünya çapında farklılıkları yansıtma iddiası olan BBC1'de, son yıllarda dünyaya ait yapımların süresi yılda 80 saate kadar inmişti. (BBC2'de yılda 250 saat, ITV'de 150 saat, yayın hayatına çok sonradan başlayan ve rekabete katılan Channel 4'de ise520 saat )
Bu programların da yüzde 20'si turizm, yüzde 7'si kültür, yüzde 38'i vahşi dünya (insanlar değil), yüzde 7'si de çatışmalarla ilgiliydi.
İnsan hakları ihlalleri haberleri ya da ilgili belgeseller artık hiç yer almıyordu televizyonlarda. Tüm dünyada olduğu gibi, ciddi olaylara dair yapımlar azalırken, reality şovlar, yarışma programları, dışarıda yaşayan İngilizler ya da iç olaylarla ilgili haber ve programların sayısı artıyordu.
Doğum yerinde belgeselin düşüşü
Belgeselin doğum yeri olan Büyük Britanya'da üretilen belgesellerin kalitesi düşüyor, televizyonlarda "zararsız böcekler"(!) üzerine yapılmış belgeseller gösterilebiliyordu mesela.
1999 yılında, İngiltere'de, yaygın medyada çalışan 38 üst düzey yönetici, yapımcı, yönetmen ve muhabirle yüz yüze görüşmeler yapılmış ve onlara "Sizce hala TV'ler gelişmekte olan ülkelerle ilgili haberler vermeli mi?" diye sorulmuş.
Yüzde 38'i "evet" derken, geri kalanı ya "bilmiyorum" ya da "hayır vermemeli" yanıtını vermiş.
"Sizce insanlar bu tür programları izliyor mu?" sorusuna ise yüzde10'u "evet", yüzde 28'i "hayır" demişler.
"Peki gelişmekte olan ülkelerle ilgili belgeseller insanların ilgisini çeker mi?" sorusuna da yüzde 17'lik bir oran "iyi yapılırsa evet", yüzde10 "muhtemelen", yüzde 5 "hayır", yüzde 5 ise "bilmiyorum" yanıtını vermişler.
Anladığım kadarıyla İngiltere medyası da "çok sayıda insanın izlediği programlar mı, yoksa çok çeşitli, ama kimsenin izlemediği programlar mı yapalım" çelişkisi arasında kalmış ve tercihini ucuz, ama reyting getiren programlardan yana koymuş.
Bir başka deyişle daha az çeşitlilik, daha az kaliteden yana...
Müslüman merakı
Şimdi böyle bir durum varken, 11 Eylül ve arkasından gelen savaş ile birlikte İngiliz medyasına baktığımızda "ötekibastı" durumunu daha rahat belirleyebiliyoruz.
Hangi gazeteyi açsam, hangi TV kanalına baksam az gelişmiş dünya insanları, renkleriyle, yaşam tarzlarıyla, inançlarıyla, "dehşetleriyle" ve "öfkeleriyle" öyle bakıp duruyorlar karşımda. Birinci sayfalar, ikinci sayfalar, üçüncü sayfalar hep ya Afganlı insan görüntüleri ya da İngiltere'nin her hangi bir şehrinde yaşayan Müslüman genç, yaşlı, çocuk fotoğraflarıyla bezeli. Hani bir sabah kalkarsınız ve yüzünüzü kırmızı kırmızı allar basar; ona benzer bir durum.
İngiltere medyasında bir Ortadoğu, bir İslam inanışı, bir Müslüman azınlık merakıdır sormayın gitsin. Geçenlerde birkaç gazeteyi karıştırırken fark ettim ki, ulusal haberler arka sayfalarda sıkışıp kalmış, ona karşılık örneğin "Londra'da bir okulda oyun oynayan Müslüman kız çocuklar" fotoğrafı üçüncü sayfaya oturuvermiş. Ya da birinci sayfanın tam ortasında eşeğinin üzerinde seyirtmekte olan bir Afganlı dede fotoğrafı.
Televizyonlar da farklı değil. Bir çok kanalda "İslam gerçeği" belgeselleri, İngiltere'de yaşayan Müslüman azınlıklarla ilgili tartışma programları vesaire yayınlanıp duruyor.
Haberciler dijital kameraları, satelit bağlantılı telefonlarıyla Afganistan'dan bildiriyorlar ve Batı dünyası yeniden, ama acımasızca (hem döverek hem sempati duyarak) ötekini keşfediyor. İngiliz ve Amerikan savaş uçakları sivil yerleşim bölgelerine yanlışlıkla(!) Tomahawk füzeleri yollarken, dünyanın en gelişmiş toplumunun medyası da ister istemez olan bitene kayıtsız kalamıyor herhalde. Bu da "ötekibastı" hastalığı oluyor.(NU)