Her şey bu kadar basit mi?
CNN International gibi küresel yayıncılık yapan Amerikan medya devlerine ve Türkiye'nin belli başlı televizyon kanallarına bakarsanız, geriye dönüşlerle 11 Eylül'ü hatırlamak için o lanetli sabahta İkiz Kulelere çakılan içi yolcu dolu Boeing uçaklarının ve panik içinde şuursuzca koşuşturan New Yorklular'ın görüntülerini defalarca izlememiz, Başkan Bush ve adamlarının "Amerika saldırı altında, biz de onlara gereken karşılığı vereceğiz" söylemlerini yüzlerce kez, tekrar tekrar dinlememiz gerekiyor. O korkunç çarpışma anının yarattığı travmayı yeniden hissetmemiz için arkada hep dramatik bir müzik...o müzik olmazsa yeterince üzülemeyiz diye belki. Art arda gelen bu acıklı görüntüler ve müzik eşliğinde biz izleyicilerden istenen şey şu: New York şehrine, bu şehirde bir zamanlar var olan, şimdi ise yerinde yeller esen İkiz Kulelere, saldırılarda hayatını kaybedenler için yapılan anma törenlerine, büyük bir özveriyle canlarını tehlikeye atarak yangın sırasında Dünya Ticaret Merkezi'ne dalan New York İtfaiye Departmanı erlerinin cesaretlerine bakıp, ağıtlar yakmamız ve bu şekilde 11 Eylül'ü anmamız, anlamamız.
Keşke her şey bu kadar basit olsaydı. O zaman, mesela Usame bin Ladin'i yakalamak gerekçesiyle Afganistan'a yağdırılan bombalarla yaşamlarını yitirmiş binlerce sivili, ABD'de ırkçı saldırılara maruz kalan Arap ve Müslüman asıllı insanları, dünyanın Amerikalılar ve diğerleri (onlardan yana olanlar ve olmayanlar) diye ikiye ayrıldığı yeni bir döneme girişimizi, Filistin'de giderek içinden çıkılmaz bir hâl alan çatışmalara ve önümüzdeki kış Ortadoğu'da başlaması muhtemel büyük bir savaşı ve bu savaşın muhtemel kurbanlarını düşünüp üzülmemiz, öfkelenmemiz gerekmezdi.
Edward Said: "Reaksiyoner bir intikam duygusu yeterli olamaz"
Her şeyin bu kadar basit olmadığını, neyse ki yine bir başka dünya devi, British Broadcasting Corporation-World (BBC Dünya Televizyonu) hatırlattı dün gece. BBC'nin meşhur "Hard Talk" programında Tim Sebastian'ın konuğu, Filistin asıllı akademisyen ve yazar Edward Said'di. Yıllardır New York'taki Columbia Üniversitesi'nde ders veriyor olması sebebiyle bir anlamda New Yorklu da sayılabilecek olan Said, 11 Eylül'ün yıldönümünde, bir Amerikan Televizyon kanalında asla ve asla yayınlanamayacak açıklamalar yaptı.
Tim Sebastian, her zamanki gibi çok sıkı hazırlandığı söyleşisinde adeta motorize bir kuvvet gibi soruyordu sorularını Edward Said'e: "Sizce Araplar neden ABD'den nefret ediyor?", "ABD Afganistan'a saldırmasaydı da ne yapsaydı?", "Sizce Arap dünyası 11 Eylül'ü yeterince kınadı mı?", "ABD'nin terörle savaş retoriği, Arap ve İslam âleminde nasıl karşılanıyor?", "ABD'nin Irak'a saldırması durumunda neler olabilir?"...
Edward Said, öncelikle 11 Eylül sonrasında ABD'nin kendi kamusal alanını tüm dünyaya yaymak ve kendisini arzın merkezi gibi hissetmek hastalığından kurtulması gerektiğini söyledi. Dünyanın tek süper gücünün maruz kaldığı bu saldırıyı anlamak için reaksiyoner bir intikam duygusunun yeterli olamayacağını, süper güçlerin bu güçlerini dünya üzerindeki adaletsizlik ve acıları artırmak yerine, yok etmek amacıyla kullanmalarının gerektiğini anlatmaya çalıştı. ABD'nin "terörle savaşıyoruz" söylemiyle Afganistan'ı işgal etmek yerine Birleşmiş Milletlerden yardım istemesi gerektiğini, el Kâide örgütünü yakalamak için de polisiye girişimlerde bulunabileceğini anlattı. Dünyanın artık ABD yandaşları ve ABD karşıtları olarak tanımlanmasından duyduğu endişeyi dile getiren yazar, sırf bu nedenle yeni savaşlara kılıf hazırlandığına dikkat çekti ve 11 Eylül sonrası ABD politikalarının Ortadoğu'da, ama özellikle de Filistin'deki problemlerin çözümünde tıkanıklık yarattığını söyledi.
"Dünyada bir tek CNN International olmasın diye...
Bu uzun söyleşiyi izlerken şunu düşündüm: Edward Said, ABD'de yaşıyor ve çalışıyor olmasına karşın, Amerika'da çok sevilen bir karakter değil. Bir kere, yıllardır İsrail-Filistin meselesine dair yazdığı tüm yazılarda ABD'nin ikiyüzlü politikalarını eleştiriyor. Geçtiğimiz yıllarda da Filistin topraklarından İsrail bölgesine doğru taş fırlatırken çekilen bir fotoğrafı nedeniyle, ders verdiği Columbia Üniversitesi akademik kadrosu tarafından "akademik etiğe uygunsuz davranış" gerekçesiyle uzaklaştırılmaya çalışılmıştı. Yahudi lobisinin Columbia Üniversitesi'ndeki hakimiyeti nedeniyle, dünya entelektüellerinin desteği ve baskısıyla kürsüsünü zar zor koruyabildi Edward Said. Dolayısıyla, bir11 Eylül anma programında Edward Said'i televizyona çıkartıp konuşturmak, hakikaten cesaret işiydi.
Geçtiğimiz yıl BBC'ye yaptığım bir ziyarette yöneticilere şunu sormuştum: "BBC halkın vergileriyle yaşayan bir kuruluş. Siz halktan topladığınız paralarla BBC World diye bir TV kanalı kuruyorsunuz ve kâr amacı gütmeden, İngiliz halkına değil, dünya izleyicisine yayın yapıyorsunuz; neden?" Yöneticilerin verdiği cevabı o zaman biraz ukalalık olarak algılamıştım gerçi, ama dün akşam, 11 Eylül gecesi, BBC World ekranında Edward Said'i görünce ne kadar doğru bir iş yaptıklarını anladım. Şöyle demişlerdi: "BBC World'ü, dünyada bir tek CNN International olmasın diye yaşatıyoruz."
11 Eylül'ü anarken, sadece olan bitene üzülüp ağıt yakmanın değil, olaylara daha geniş bir perspektiften bakarak analiz etmenin gerektiğini vurgulayan ve Edward Said'i konuk ederek dünyada ABD politikalarına karşıt görüşlerin de varolduğunu hatırlatan BBC Dünya Televizyonuna bu sorumlu gazetecilik anlayışından dolayı bir teşekkür borçluyuz diye düşünüyorum.(EDA/SON)