Öncelikle kimler sözlerinde durdular, kimler dik durmadılar, kimler yalan söylediler, hatırlansın isterim.
Özellikle MHP’nin, 7 Haziran öncesi seçim çalışmalarında siyasetinin merkezine koyduğu bir iddiası vardı: ‘HDP’ye oy vermeyin ki, baraj altında kalsın. Çünkü HDP, AKP ile anlaştı. HDP barajı geçerse, AKP’ye başkanlığın yolunu açacak, AKP ise Kürtlere özerkliğin yolunu açacak. AKP ile HDP danışıklı dövüş içindeler.’
Peki, ne oldu?
7 Haziran seçim günü gecesine doğru ilk açıklama MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından yapıldı. Bahçeli, 80 milletvekili çıkarmış HDP’yi tümden yok sayarak ne AKP ile ne de CHP ile koalisyonda yokuz dedi. Bu kilitlenme yoluyla ipin ucunu AKP’ye verdi. MHP’nin bu tavrı sinir bozucu olsa da, varlık nedeninin bir tezahürü olarak okunmalı.
1 Kasım seçimlerinin önünü açan ilk tavır MHP’den geldi. AKP, açılan bu gedik üzerinden geçerek 1 Kasım’ın inşasına girişti.
Hani HDP, AKP ile anlaşmıştı!
Demek ki AKP ile anlaşan HDP değil, MHP idi! Bütün MHP’lileri bu töhmet altında bırakmak haksızlık olabilir. Bu durumda acaba devlet, Devlet ile anlaşıp Devlet’i AKP’nin pöçükçüsü* mü yaptı?
7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri de, başkanlık amacına hizmet edecek tarzda düzenlenmeye çalışıldı.
Başkanlık konusuna da birkaç cümleyle değinecek olursak:
Bir kere başkanlık sisteminin tartışılmasına ilke olarak karşı değilim. Ancak bu mesele, yönetim siyasetleri ve demokratik değerler açısından tartışıldığında bir anlam kazanır. Fakat konunun bu zeminde tartışılmasından kaçınıldı. Sebebi de çok açık; Türkiye toplumsal ve siyasal hayatının kurumları, deneyimleri, birikimleri buna müsait değil. Ve özellikle de mevcut sisteme eklemlenecek bir başkanlık sistemini özümseyecek, kaldıracak durumda hiç değil.
Tartışmak, müzakere etmek AKP’nin işine gelmiyor. Çünkü başkanlık iddialarının demokratikleşmeye yarayacak bir siyasi sistem olmayacağını, hatta tersine tekçi ve otokratik bir yönetime yol açacağını kendileri de biliyorlar. İşlerine böyle geliyor. Bunun için siyasi literatüre sığmayacak Türk tipi başkanlık vs. diyerek saçma açıklamalarda bulunuyorlar.
Durum bu olunca artık bugün bir başkanlık sistemi tartışması, çoktan bu tartışma platformundan çıkmış, tamamen tek adam diktatörlüğünün inşasına yönelik uygulamalara dönmüştür.
Neden dönmesin ki?
Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır klasik siyaset sözüne göre, toplumun büyük bir kesimi Erdoğan’ın tavrına bakınca, böyle bir kişinin başkan olması halinde neler olabileceği hususunda haklı olarak kaygı duyuyor.
İki siyasal aks
Türkiye’nin siyasal gündemi, öteden beri devam edegelen bu başkanlık meselesine kilitlendi. Barış sürecinin sonlandırılması, çatışma ortamına tekrar ve derinden girilmesi; dokunulmazlıklar meselesi; siyasal, eğitim ve hukuksal alanlarda gittikçe artan dini referanslı girişimler; anayasadan laikliğin çıkarılarak dindar anayasa talepleri, hatta şu Kut-ül Amare komedileri; bütün bunlar başkanlık sisteminin kurulmasına yönelik siyasi adımlardır.
Başkanlık sisteminin kurulmasının toplumun çoğunluğunda bir karşılığının olmadığı açık. Başkanlık, son seçimlere göre yüzde 50 seçmen desteğine sahip AKP’nin bir projesi olmasına rağmen, başkanlığa destek bu oranın gerisinde.
Bunu gören Erdoğan ve AKP, öteden beri toplumda gerilim, ayrıştırma ve düşmanlaştırma üzerine kurduğu siyasal stratejisine hız verdi. ‘Ötekinin kötülüğü’ iddiası üzerinden hareketle, başkanlık sistemine desteği artırmayı amaçlayan bu strateji, büyük tehlikeler içermekte.
Erdoğan ve AKP, başkanlığın inşasına yönelik olarak iki kanal üzerinden siyaset yapıyorlar. AKP, Kürt sorununu bir Kürt düşmanlığına çevirerek toplumda bir anti-Kürt cephesi açmayı ve bu yolla milliyetçi ve ulusalcı kesimden oy devşirmeyi amaçlıyor. MHP’nin otomatik yedeklenmesi tam da bu nokta üzerinden sağlanıyor. Kürtleri bölücülükle suçlayanların asıl kendileri bölücülük yapıyorlar!
Bugün dokunulmazlıkların kaldırılması meselesi, bu stratejinin bir parçası olarak işliyor. Bütün dertleri HDP’yi meclis dışında bırakarak, kendilerine hem alan açmayı hem de tekerlerine çomak sokulmasının önüne geçmeyi hedeflediler. Çünkü AKP ve Erdoğan hegemonyasının karşısında direnen asıl güç, HDP’dir! Anayasa Komisyonu’nda AKP’lilerin linç girişimlerine bakınca, bir an önce bitirmek istiyorlar. Mithat Sancar’ın da dediği gibi, bunların aldıkları emir gereği aceleleri var!
Ancak bu amacın gerçekleşmesi, salt bir HDP meselesiyle sınırlı olamaz! Çünkü yasalara aykırı bu yasal düzenlemeler, muhalefeti tırpanlamaya yönelik olarak devam ettirilecektir.
Bu bakımdan haydi MHP’yi anladık, orada parti içi ciddi sıkıntılar yaşanıyor vs.
Peki, CHP’ye ne oluyor? Kılıçdaroğlu, AKP’li 316 milletvekilinin imzasıyla TBMM başkanlığına sunulan dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliği teklifine “Anayasa’ya aykırı” olmasına rağmen “Evet” diyeceklerini söyledi.
Anayasaya aykırı bir yasa teklifine “evet” demek, bir çelişkinin ve demokrasi karşıtı bir tutumun ifadesidir. Bunun üzerinde epeyi yazılıp çizildiği için durmayacağım. Ancak CHP’nin tarihselliğiyle özdeş devletçi anlayışı, partide çoktan beri bir tıkanmışlık yarattı. Kendisini yeniden üretemeyen CHP, hele şu dokunulmazlık konusunda kasabın bıçağını yalar duruma düştü.
Meclis Başkanı Karaman’ın dindar anayasa, laiklik vs. üzerine söylemi bir tesadüf değil. Böylesi çıkışlar daha önce de yapıldı. Ancak bugünlerde tekrar edilmesi, başkanlık projesinin bir parçası olarak ortaya atıldı.
Böyle yaparak başkanlık propagandasının ikinci ayağını, dindarlar ve dinsizler, inanalar ve inanmayanlar üzerinden yürütecekler. Erdoğan ve AKP kurmayları, laiklik karşıtlığının HDP, CHP ve kısmen de MHP seçmen kitlesiyle sınırlı kalacağı, dindar anayasa isteğinin bu kesimlerden destek bulamayacağını biliyorlar. Onların hedefi bu alan değil.
Din üzerinden inanlar / inanmayanlar mugalatasını yaparak toplumu bölmelerindeki asıl hedef, başkanlığa şüpheyle yaklaşan AKP seçmenini etkilemeye yöneliktir. “Eyyy Müslümanlar!” diyerek başkanlığa uzak duran AKP seçmen kitlesiyle, seçimlere katılmayan kesimin bir kısmını da etkilemeye çalışmaktan imtina etmeyecek bu cenahın siyaseti tam da, amaca giden her yolun mubah olduğu anlayışıdır. Kaldı ki bu yolda epeyce de ustalaştılar.
Dini siyasetlerine alet edenler, aslında Tanrı’yı öldürüyorlar. Ve öyle ki, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler” romanında, Ivan Karamozov’un ağzından söylettiği tartışmalı o felsefi cümlesinin takipçileri haline geliyorlar: “Tanrı öldü, artık her şey mubahtır!”
Dokunulmazlıklar, Anayasa, başkanlık konuları bir demokratikleşme siyaseti üzerinden değil, tamamen bir kişi ve parti hegemonyasının kurulmasına yönelik oyunlar üzerinden yürütülüyor.
Hal böyleyken başkanlık değirmenine su taşıyanlar bilsinler ki, o değirmenin taşları arasında un ufak edilecekler. İster kullanılıp atılanlardan, ister satın alınanlardan, ister mahkemeler yoluyla susturulanlardan ve isterse susup bir kenara çekilenlerden olsunlar; bütün bu kapılar un olma sonucuna açılır.
Kürtlerin dövülmesine sevinenler…
Siyasal İslamcılığın yaygınlaşmasına Müslümanlık adına sevinen saflar…
Erdoğan ve kliğinin inşa ettiği faşizmin iktidarında sizlerin de dövülmeniz yakındır! (HŞ/HK)
* Pöçükçü: Çoban yamağı.