Savaşın aksine, barışın körüklenemiyor olması çok kötü. Barışmak ağırbaşlı bir tutum gerektirdiğinden sanırım. Hiçbir şımarıklığı kaldırmıyor. Zaten halkların kardeşliği demek herkesin birbirini şapur şupur, deli divane sevmesi demek değil. En naifinden, Artvin’deki bir Gürcü’nün, Şavşat’taki bir hidroelektrik santralinin mikserini bozan birkaç Kürt gence bir “eyvallah” göndermesi belki de. Yoksa siz ayrı, biz ayrı demenin hiçbir sakıncası yok. Barış ortamı, gerektirdiği takdirde dayanışma gösterebilmek olmalıydı. Bizde ise meğerse bir gün nefretini besleyecek anıları biriktirmek üzere bir mola verme haliymiş.
Çok basit bir şeyle uğraşırken bile yanınızdaki insanların konuşuyor olması konsantrasyonunuzu bozabilir. Düşünün bir de devletle masaya oturduğunuzu. “Süreç” denen dönemde kimse nedense hiçbir şeyi beğenemedi. Sosyoloji, “loji” şeyinin ağırlığından dolayı dediğim şeyi gülünç bulabilir ama düşünmedim değil biz Batılılar, Kürtlerin isyan edebilme meziyetlerini ufaktan ufaktan kıskanıyor muyuz? O yüzden mi bir türlü beğendiremiyorlar bizlere kendilerini. Beri taraftan barış olursa temaşa ile izleyemeyecektik de sokaktaki hallerini. İki ateş arasında kaldırımda uzanıp dinlenişlerini vs…
Abartılı bir hassasiyetten bahsetmiyorum elbette. Sen konuşamazsın, o konuşamaz gibi kibirli bir duruştan da. Lakin şurada neredeydiniz, burada neredeydiniz, sizi kandırıyorlar gibi çıkışlar yüz ayrı yöntemle söylendiğinde, barışmak için de şevki kırılabilir insanın. Tahrik de edici şeyler üstelik. Oturduğumuz yerden konuşan bizler için hava hoştu nasılsa. Misal kırsalda olan insanlar hiç düşünüldü mü? Dramatik bir dille sormuyorum. Gençliğini, orta yaşını dağlarda geçirmiş bir insanın artık başka bir hayatı da ömrüne almak istemesi baştan sona anlaşılabilir bir şey değil mi? Aşklı meşkli gündelik sorunlara özlem duymuyorlar mı örneğin. Tek tek sormak lazım gerillalara. Kolay mıdır yani her an silahın gölgesinde, tetikte yaşamak. En basitinden rahat uyku çekmek isteyen insanlara niye bu kadar kulp takıldı kim bilir.
Ki bu müzakere döneminde Kürtler bir tek kendilerini düşünmediler. Karşı tarafın da iyiliği istendi. Çünkü bu durumun eski günlere dönüşmesi halinde, kitlelerinin neler yapabileceğinden haberdarlardı. Gördük de bugünler de. Kamu malı halkın deşarj olmasına yarasa da kontraların gözü hep daha keskin yerlerde oldu. AVM’ler, toplu ulaşım araçları ve bilumum şehrin kalabalık noktalarına döndü kafalarımız. Çünkü iyi biliyoruz: “İzlerin” usta eller tarafından bile isteye ne kadar başarılı operasyonlarla birbirine karıştırılabileceğini.
Evet, şu doğru. Seni 100 kez katledene dönüp “Sen nerdesin? Yardım elin nerde” demek pek akıllıca değil. Ama düşünün savaş meydanının ortasında arkanızı dönüp konuşacağınız ondan başka kimse yok. Öyle bir durum ki yani muhatap, muhatap olmaktan çıkarılsa dahi orada duruyor olacak. Başka muhatap vardı da görmediler mi. Kendi kendine mi konuşsun Kürtler? Ya da sürece burun kıvıranlara mı dönsünler yüzlerini? Gelin o vakit diye. Çıt çıkmaz, kesin.
Uzun bir süredir tekrarları yaşıyoruz bir yandan. Şaşırma efektleri çıkarsak da biri birinden daha kötü olmuyor aslında. Örneğin eski Başbakanın şimdinin ise yeni Cumhurbaşkanının birçok defa kayda geçmiş “öldürebilirsiniz” iznine, “Kalkanlar artık kullanılmayacak, gereği neyse o yapılacak” diye bir şey daha ekleniyor.
“Burayla ne alakası var” deniliyor. Ufuk çizgisinden izlediğimiz savaş olması bir yana domino etkisinden habersiz bir siyasetçi bunu söyleyen.
“İki terör örgütü çatışıyor” deniliyor. Kobanê şu an sivillerin savaştığı bir yer olarak dünya kamuoyu gündemine girmiş durumda. Birlikte kahve içip, sohbet edebileceğimiz bir kadın arkadaş, üzerindeki silah teçhizatları ile sivil gibi görünmeyebilir gözlere. Ama bildiğin sokaktaki vatandaştır kendisi. “Öz savunma” denilen, yediden yetmişe örgütlenen bir kanton örneği olması da bir yana.
“Türkiye’deki barış için, Suriye’de savaş formülüne halkı ikna etmek” gibi bir köşe yazarının söylediği ama sanki dünya devlerinin istihbarat üstü toplantılarından çıkma bir cümle de var. Konjonktürdür, politikadır, dünya düzenidir falan çok akıllıca ama vicdandan noksan bir tavsiye. Müslümanlığın gerekleri arasında, “büyük devlet olmak” için her şey mubahtır da var demek ki. Bizim cahilliğimiz, bizim duygusallığımız.
Bunlarla yarışamasa, aynı bulvarda olmasa da şunlar da anlamsız. İyi niyetliler yalnız, çok belli. “Türkmenler öldürülürken MHP nasıl olur da alkışlar.” O kitlenin dünyada olup bitenlerden haberi var mıdır ki? Olsa da söz konusu Kürtler olduğunda bir şey fark edecek midir? YPG savaşçılarının namaz kıldığı fotoğrafları, sizden daha çok Müslümanız şeklinde yorumlamamız peki. Konuyla uzaktan yakından alakası yok oysaki. Çeşit çeşit Müslüman katiller var çünkü. Bir Müslüman olarak katil olmak istememeniz bir önem arz etmiyor artık. Ne yazık ki.
Kobanê Kantonu Başbakanı Salih Müslim’ün söyledikleri son noktadır bir savaşın boyutunu anlatmak için. “Ağır silahlar olmadığı için YPG savaşçılarımız tankların altına yatıp, kendiyle beraber patlatıyorlar.” Varın siz düşünün. (FG/ÇT)
* Fotoğraf: Murat Kula, Anadolu Ajansı (AA).