Her geçen gün gözaltı ve tutuklamalara bir yenisi eklenirken, özellikle gazeteci ve öğrencilere yönelik saldırılar hız kesmeden devam ederken, gazete ve televizyonlarda sıklıkla karşılaştığımız yeni bir haber türü peydah oldu.
Güzide medyamız sayesinde bugüne dek gözden kaçmış çok önemli bir konu olan "eyleme giden genç kadınların çaresiz babaları" temalı yepyeni bir haber konumuz var artık.
Öyle ki, gözaltı haberini toplu sayılarla verip isimleri açıklamaya gerek bile görmezken, konu bu olunca tüm ana akım gazeteler adeta bir dedektif gibi olayın izini sürüp baba sözü dinlemeyen kızın hazin sonunu gözler önüne sermeyi görev bildi.
Daha önce bu babalar nerdeydi, onlarsız bu genç kadınlar sokaklarda ne yapıyorlardı bilemiyoruz ama bir grup cevval haberci tarafından sözkonusu durum bu yoğun ülke gündeminde kendine yer bulurken "ahh vah"larla, "görüyor musun bak"larla evlere konu/k oldu.
Haber değerini içeriğinden çok verdiği mesajdan alan bu durumla, ailelere ve özellikle babalara "kızlarınıza sahip çıkın" çağrısı yapılırken, bir yandan da toplumda hakim olan ve giderek yayılan korku dalgasının alttan alta hissettirilmesi için yeni bir fırsat doğdu.
Böylelikle bir de baktık ki toplum olarak üzerine düşünmemiz gereken yepyeni (!) bir sorumuz var: "Her fırsatta kendini sokağa atan, eylem alanında soluğu alan bu söz dinlemeyen kızlarla ne yapacağız?!"
Şüphesiz devlet "babanın" bu konuda üzerine düşen her türlü görevi yapmakta bir an bile tereddüt etmeyeceğini ve bunun için geliştirdiği çözümler konusunda kimsenin eline su dökemeyeceğini söylemeye gerek yok.
Ama her şeyi de devletten beklememek gerek değil mi?
Aileye düşen bir takım görevlerin de her fırsatta anlatılması ve ibret alınması gereken olaylar vesilesiyle tekrar tekrar hatırlatılması gerek mesela. İşte bu konuda medyamız sağolsun bir an bile boş durmuyor, eline geçen en küçük fırsatı değerlendirmek pahasına gece gündüz demeden çalışıyor!
Bu bahsettiğim eylem alanlarından kızlarını çekip almaya çalışan babaların dramını ilk haber yaptıklarında çok üzerinde durmamıştım.
Habere sinir olsam da, bugün ülkemizde medyanın gündem yaratmaktaki yeteneğine malum hepimiz alıştık.
Ama işgüzar medyamız yılmadı; bin dereden su getirerek, olmayacak yerden haber çıkararak adeta bir görev bilinciyle bu işin peşini bırakmadı.
Sayesinde sanki çok ihtiyacımız varmış gibi asap bozucu haber türlerine bir yenisi daha eklendi. Ama sinirlerimizin de eşiği bu kadar zorlanınca, artık üzerine yazmak şart oldu!
Hatırlarsınız 2011 Aralık ayının ilk günlerinde Samsun'da bir babanın eyleme katılan kızına attığı tokatla başladı hikaye.
Bir anda akşam haberlerinde ve ertesi gün gazetelerin ilk sayfalarında, gözaltına alınan kızının elleri kelepçeli adliyeye getirilirken slogan atması üzerine kızına şöyle okkalı bir tokat atan babanın görüntüleriyle karşılaştık.
Üniversitede okuyan genç kız Türkiye'de füze kalkanı kurulmasına karşı stant açtıkları için gözaltına alınmış, polisler eşliğinde adliyeye girerken de slogan atıyor. Bunun üzerine Ankara'dan haberi duyup gelen baba, mahkemenin bitmesini bile bekleyemeden ben seni buralara okuyasın diye gönderdim diyerek bir tokat atıyor.
Ve böylelikle genç kıza önce ''devlet baba'' sonra kendi "öz" babası tarafından yaptığının cezası sırayla verilmiş oluyor!
Zaten, çoğu gazete de bu olayı "Babadan kızına eylem tokadı" başlığıyla veriyor. Ama verilen haberlerde öyle bir anlatım var ki, sanırsınız burada tek bir mağdur var o da zavallı baba!
Satır aralarında incelikle verilen babanın kalp rahatsızlığı olduğu ve gözyaşı döktüğüne ilişkin bilgilerle bir anda babanın tarafına geçiyoruz; onun içinde bulunduğu bu zor durumu anlamamız ve bir şekilde kendimizi onun yerine koymamız bekleniyor.
Ve üzerine acılı babanın sözleri geliyor, olayı duyunca nasıl apar topar kalkıp geldiğini, aslında kızının ne kadar başarılı olduğunu ama üniversiteye gittiğinden beri bu tür faaliyetlere bulaştığını anlatıyor yana yakıla. Oysaki kızın durumuna dair en küçük bir bilgi yok, kimse sormuyor ona ne haldesin, ne yaşadın diye. Sanki bu onun hikâyesi değil!
O zaten olsa olsa babasını peşinden sokaklara düşürmüş, onun emeklerini boşa çıkarmış üniversiteli bir genç kız; onu dinlemeye ne gerek var ki!
Bu olayın üzerinden çok zaman geçmiyor, benzer bir olay tekrar medyanın gündeminin ilk sıralarına oturuyor.
Yine Nato Füze Savunma Sistemi karşıtı bir eylem, bu sefer yer Edirne. Protesto eylemine ilişkin haberlerde kızını gören baba Kocaeli'den gelerek eylemcilerin arasından kızını çekip alıyor.
Sizin anlayacağınız yine yeniden bir eylem alanı ve burada boy gösteren üniversiteli bir genç kız ve yine peşinden yollara düşen baba.
Haberlere göre, "elindeki makine ile eyleme destek veren ve arkadaşlarının fotoğraflarını çeken" genç kadın, polis gruba müdahale edince babası tarafından zorla eylem alanından uzaklaştırılıyor.
Fakat hikaye bununla bitmiyor, yazıya başlarken de bahsettiğim gibi medyamız adeta bir dedektif rolüne bürünerek işin peşini bırakmıyor. Bir kaç gün sonra 'Baba sözünü dinlemeyen kız'ın akıbetini sayelerinde öğreniyoruz.
Bir önceki eylemin yapılmasına izin verilmeyince, füze kalkanı kurulmasına karşı çok geçmeden ikinci bir protesto daha yapılıyor Edirne'de ve polis bu eyleme de müdahale ederek 20 kişiyi gözaltına alıyor.
Gazete ve televizyonlardan öğreniyoruz ki gözaltına alınanlar arasında bir önceki eylemde Kocaeli'den gelen babası tarafından eylem yapanlar arasından alınan genç kız da bulunmakta!
Elbette eylemin kimler tarafından ne amaçla yapıldığı ve polisin niye müdahale ettiği sorularından çok 'babasının sözünü dinlemeyen Gamze'nin gözaltına alınması haber oluyor!
Evet artık ondan ismiyle sözediyor haber kanalları ve gazeteler; o kadar yakın, içimizden biri oluveriyor bir anda.
Öyle ki, biz bütün Türkiye kocaman bir aileyiz, kızımız da her fırsatta soluğu sokakta, eylem alanında alıyor biz de onu konuşuyoruz yine söz dinlemedi diye.
Neredeyse konuyla ilgili tüm haber başlıkları bir ders mahiyetinde, bir yandan da alttan alta bir hizaya getirme çabası satırlardan dökülüyor.
'Baba sözü dinlemedi böyle götürüldü!' gibi başlıklarla genç kadınlara "akıllı olun" mesajı verilirken babalara da "kızlarınıza sahip çıkın" çağrısı yapılıyor.
Gazetelerin internet sayfaları için 'kızını böyle çekip almıştı' gibi adlar verilerek hazırlanan foto galerilerinde, öz babanın üzerine düşeni nasıl yaptığını ama gücü yetmediği yerde devlet babanın gerekeni yapmakta tereddüt etmediğini kare kare izliyoruz.
Zaten gazetelerden birinin bu habere verdiği başlık, durumu gayet net bir biçimde özetliyor; öyle ki ışık hızıyla meselenin özüne iniyoruz adeta: 'Öz babası Devlet baba'
Ne diyelim etraf 'baba'dan geçilmiyor, birinden kurtulsan diğerini buluyorsun karşında. Ama bu konuda ana akım medyamızın hakkını yemeyelim, üzerine düşeni hatta daha bile fazlasını yapmaktan bir an bile çekinmiyor!
Öyle ki, bu kocaman ailenin en işgüzar çocuğu o!
Mesela kızını bir önceki eylemden çekip alan baba, kızının gözaltına alındığını gazetecilerden öğrendiğini belirtiyor, biz de bunu haber diye okuyoruz.
Artık bunun üzerine diyecek söz bulamıyor insan; mesele söyleyecek sözün olmamasında değil, gazetecilik/habercilik adına yapılacak tartışma zemininin kalmamasında.
Öyle uzun uzun haber etiği tartışmalarına girmeye hiç gerek yok, ama şunu sormak gerekiyor her şekilde; acaba bunu yaparken haberini yaptığınız genç kızın bu konuda ne diyeceğini, nasıl düşüneceğini, isteyip istemeyeceğini düşünmek hiç aklınıza gel(me)di mi?
Öyle ya, niye gelsin ki!? Zaten siz onunla hiç ilgilenmediniz ki, varsa yoksa babaların o hepimizin önünde düştükleri perişan hal, nasıl ağladığı, kalp rahatsızlığı olup olmadığı vs..
Dedik ya, bu anlattığınız onun hikayesi değil; olsa olsa peşinde yollara düşen çaresiz babanın hikayesi..
İşte sayenizde böyle kocaman bir aile oluyoruz, babanın sözünden çıkmayan, çıkarsa başına ne geleceği sürekli hatırlatılan, buna rağmen karşı gelene de haddi bir güzel bildirilen.
Burada genç kadınların payına düşense ancak bu büyük aile tablosunu bozmak, huzuruna gölge düşürmek rolü oluyor.
Çünkü bugün Gamze, yarın Burcu, öbür gün Merve derken hep bir şekilde söz dinlemeyen, kendini sokağa atan, eylem alanında hakkını arayan genç kadınlar olacak illaki bir yerlerde.
Her ne kadar siz anlatmasanız da, ne yaptıklarıyla ilgilenmeseniz de onların hikayeleri satır aralarından taşıyor, resimlere sığmıyor.
Görüyoruz ki, onlar söz dinlemiyor!
Bir yandan eylemden çekip alan, herkesin içinde tokat atan öz babalarına, öte yandan yaka paça gözaltına alan devlet babalarına karşı geliyorlar.
Adliyeye götürülürken slogan atıyor biri, alandan babası zorla alıp götürebiliyor diğerini ve o yine de bir sonraki eyleme gidiyor; ama bu sefer de üç polis memuru güçlükle taşıyıp polis aracına bindirebiliyor. Yani kısaca bu genç kadınlar susmuyor direniyor!
Biliyoruz ki, bu aile miti bizi birbirimize bağlayan tek bağ olarak kaldığı ve tekrar tekrar ısıtılıp önümüze çıkartıldığı sürece, nerede olduğu mühim değil evde, okulda, işyerinde ya da sokakta illaki bize parmak sallayan, dur diyen, önümüzü kesen bir baba olacak; ama aynı şekilde o babaların söz dinlemeyen kızları da!
Ve o sırada kim bilir belki de içlerinden çok bildiğimiz şu şarkıyı* geçirecekler, sonunu kendi sözleriyle bitirerek: "babamız bizi sevmedi, sevmedi, sevmedi," sevmesin kim takar!..
* Baba Zula, "Babasız Kızlar Korosu" ("Üç Oyundan Onyedi Müzik" adlı albümünden)
** Ar. Gör. Selda Tuncer, ODTÜ Sosyoloji, doktora