4 Haziran 2013’te dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler o gün itibariyle 77 ilde 603 civarında çeşitli büyüklüklerde eylem gerçekleştirildiğini açıkladı. Güler, “280 dükkân ve işyeri, 207 özel araç, 103 polis aracı, 6 kamu binası, 11 AK Parti hizmet binası, bir konut ve bir polis merkezinin zarar gördüğünü… (ve) maddi zararın 70 milyon lirayı aştığını vurguladı” (*).
Tekrarlayalım: Yakın zaman önce yüklüce rüşvet parası bulundurduğu iddiası ile oğlunun evine polis baskını yapılmış eski İçişleri Bakanı’nın ifade ettiği üzere 4 Haziran 2013 tarihi itibariyle devam etmekte olan Gezi Parkı gösterilerinde 207 özel araç zarar görmüş. Diğer bir deyişle, eski Bakan açıklamasında gösteriler sırasında kaç kişinin yaralandığı ve öldürüldüğüne ilişkin “detaylardan” önce “arabalardan” bahsediyor; “zarar gören araçlardan”…
Bu beyandan sadece 12 gün sonra Berkin Elvan komaya girdi.
17 Haziran 2013 tarihinde Başbakan Recep T. Erdoğan bir mitingde şunları söylüyordu:
“Bizimle görüşmeye gelenler istediğimiz yerde miting yaparız dediler kibar davrandım. Türkiye yol geçen hanı değildir. Neresi gösterilirse orada miting yaparsın. Burası demokratik ülkedir. Esnafımıza yazık değil mi onların zararını kim karşılayacak?” (**)
Bu cümleler ise Berkin Elvan komaya girdikten bir gün sonra sarf edildi…
Berkin Elvan’ın vefatı uzun zamandır kulaklarımı tırmalayan bu tür açıklamaları hatırlamama yol açtı. Bu gece itibariyle (12 Mart 2014) hâlâ bu tür sözleri hiçbir utanma emaresi göstermeden cümlelerinin arasına sıkıştırabilen, mülkiyet iştahları bir türlü doymak bilmeyen insanlar var: “Araçlara zarar verdiler… Arabaları tahrip ettiler…”
Şu sorulara cevap arıyorum: Bu insanların (aslında kendilerine dair hissettikleri tiksintiden kaynaklanan) antropofajik açlıklarını ne dindirebilir, (aslında kendilerine dönük olduğu çok açık olan) nefretlerini ne azaltabilir, (geçmişte açılmış yaralarının merhemi olduğuna inandırıldıkları) kibirlerini empatiye ne çevirebilir? Araba… Araç… Otomobil… Beş vites… Otomatik… Klima… Az yakar… 4 çeker… Prestij vesilesi… Okurdan özür diliyor ve soğukkanlılığımı bir tarafa bırakıyorum: Midem bulanıyor…
Elvan Ailesi Okmeydanı’nda yaşıyordu. Berkin’in babası konfeksiyon işçisi idi. Arabaları var mıydı bilmiyorum (ama olmadığını tahmin edebiliyorum).
Okmeydanı yüzölçümü itibariyle küçük, birçok konfeksiyon atölyesinin faaliyet gösterdiği, imar durumunun netleşmesine yıllardır bir türlü izin verilmemiş bir semttir. Yakınlarda “müjdesi verilen” bir raylı sistem projesinin son istasyonunun bu semtte yer alması planlanmaktadır: Amaç bildik yöntemlerle pasifize edilemeyen ahalinin mutenalaştırma süreciyle tasfiye edilmesi olsa gerek…
Okmeydanı dar ve geceleri gündüz gibi apaydınlık sokaklarıyla capcanlı bir semttir. Yaz aylarında insanlar hep sokaktadır. Betonun İstanbulluları kavurduğu bu aylarda semtteki Fatma Girik Parkı (nam-ı diğer Sibel Yalçın Parkı) toplantılara ve film gösterimlerine ev sahipliği yapar. Park bir agoradır ve sokaklar her an farklı bir meselenin tartışıldığı derslikler gibidir.
Sokakların geceleri gündüzcesine aydınlık olmasının ise “arabaların güvenliği” ile pek bir ilgisi yoktur. “Dışarıdan” müdahale olmazsa Okmeydanı İstanbul’un belki de en güvenli semtidir. Dolayısıyla arabalara da genelde bir şey olmaz fakat “güvenlik” kameralarının çekim yapabilmesi için geceleri kentin diğer hiçbir semtinde göremeyeceğiniz güçteki aydınlatma sistemlerinin kullanılması gerekir: Okmeydanı her zaman apaydınlıktır… (UB/HK)
* Dr. Utku Balaban, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi
(*) 12/3/2014’de erişildi.
(**) 12/3/2014’de erişildi.