Zorunlu müdafilik, kişisel özellikleri (çocuk olmak) veya karşı karşıya kaldığı hukuki problemin ciddi sonuçlar doğuracak olması (5 yıldan fazla cezayı gerektiren bir suçu işlemiş olmakla suçlanmak) sebebiyle kendini yeterince savunamayacağı düşünülen kimsenin "savunma hakkının" güvencesi olarak düzenlenmiştir.
Kısaca 18 yaşından küçük sanık ve mağdurlar ile 5 yıldan fazla cezayı gerektiren bir suç ithamı altındaki kişiler bir avukatın "hukuki yardımı" olmadan sorgulanamayacak ve yargılanamayacaktır. Bu zorunluluk, uygulamada ta başından beri "avukat bulundurma" zorunluluğu olarak anlaşılmaktadır.
Zorunlu müdafilik savunma hakkının en büyük teminatı
Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan "savunma hakkının" en büyük teminatı zorunlu müdafiliktir. Çünkü böylece bu kurum kapsamındaki kişiler, kendi seçecekleri bir avukatın hukuki yardımı olmadan yargılanamayacaktır.
Üstelik eğer kendine bir avukat tayin edemiyorsa, o takdirde ona "hizmet bedelini" ödemek zorunda olmaksızın bir avukat tayin edilecektir. Bu tayinin Barolarca yapılması, tayin edilecek avukatın giderinin de Adalet Bakanlığı'nca karşılanmasını gerekmektedir. Bu şekliyle zorunlu müdafilik hizmetleri, adli yardım hizmetlerinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Anlamsız tartışma: Bedelli mi, bedelsiz mi?
Son günlerde gündemde yer alan "ödenek" tartışması da buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü Adalet Bakanlığı, harçlardan oluşan bir fondan elde edilen geliri Türkiye Barolar Birliği'ne (TBB) bu amaçla tahsis etmektedir. 2005 yılında hizmet alanı genişletilirken fona aktarılacak kaynaklar genişletilmediği için, halihazırdaki bütçe, sunulan hizmetin bedelinin karşılanmasına yetmemektedir.
Yaklaşık bir yıldır bu konuda bir çözüm üretilmeyince 1 Ağustos 2006 itibarıyla Barolar müdafi tayin hizmetini durduklarını bildirdiler. Dolayısıyla savunma hakkı konusu tamamıyla "bedelli mi, bedelsiz mi" gibi manadan yoksun bir çerçevede tartışılmaya başlandı.
Savunma hakkını avukat fedakârlığı üzerine kuran politika
Bugün yaşanan bu sorundaki anlam boşluğu, yasayla garanti altına alınmaya çalışılan "hukuki yardımdan yararlanma güvencesi" ile bunun uygulamada algılanış biçimi olan "avukat bulundurma zorunluluğu" arasındaki derin farktan kaynaklanmaktadır.
Oysa mesele, savunma hizmetinin bedelsiz verilip verilmemesi değildir, savunma hakkını avukatların "fedakârlığı" üzerinden tesis etmeyi esas alan devlet politikasıdır.
Devlet politikası diyorum, çünkü bu bir hükümetin değil, bütün hükümetlerin tercihi olmuştur.
Zorunlu müdafilik kapsamında yapılan savunma hizmeti için öngörülen ücretler, en başından beri bırakın rayiç avukatlık ücretlerini, avukatlık asgari ücret tarifesinin dahi en fazla yarısı kadardır. Bir avukatın avukatlık tarifesi altında bir ücret tarifesiyle çalışmasının yasak olduğu da hatırlanırsa, devletin zorunlu müdafilik için ücret tarifesinin çok altında miktarlar belirlemesi nasıl açıklanır? Bu ne demektir?
Devlet 1992 yılından bu yana, zorunlu müdafilik konusunda gereken alt yapıyı hazırlamayarak, hizmetin düşük bir tarife ile sürdürülmesini isteyerek, bu bedeli de ödemeyerek, aslında "savunma hakkını" tesis ediyor'muş' gibi yapmaktadır.
Meslek örgütleri de devlet gibi davrandı
Ama 1992 yılından bu yana savunmanın meslek örgütleri de her yıl o tarifeyi onaylayarak ve ancak bu bedel ödenmediğinde bir parça ses getirecek bir eylemi o da gene vatandaşın savunma hakkını kullanmasını engelleyecek şekilde gerçekleştirerek ve de zorunlu müdafilik hizmetini "avukat bulundurma"nın ötesinde savunma hakkının gerçekleştirilmesini sağlayacak bir altyapıya kavuşturmayarak, tıpkı devlet gibi davranmakta ve "savunma hakkını" tesis ediyor'muş' gibi yapmaktadır.
Bütün bunlar olurken, kamuoyu ve onun sesinin yansıdığı varsayılan basın da sorunu "avukatlar ücretlerini alamıyorlar, o nedenle avukat tayin edilemeyecek" gibi bir özetten ibaret görüyor.
Eşit ve yaygın savunma hizmetini güvenceye almak
Herhangi bir kimsenin savunmasız kalmaması için her avukat, bedeli ödenip ödenmemesine bakmaksızın görev yapmaya hazırdır. Bu da savunma hakkının önemli teminatlarından biridir. Ancak bir toplumda "savunma hakkı" sadece bu mesleki etik üzerine inşa edilemez. Herkesin eşit ve etkili bir savunma hizmetinden yararlanmasını güvence altına almak asıl olarak devletin ve savunmanın örgütünün görevidir. Bunun için de gerekli bütçenin tahsisinden, hizmetin eşit ve yaygın biçimde sunulmasını sağlamaya ve etkililiğini ölçme ve izlemeye kadar gerekli altyapının oluşturulması için kararlılığa ihtiyaç bulunmaktadır. Bu kararlılığı hükümet ve barolar gösterirlerse tabii ki kolay olur. Ama toplumun da talep etmesi gerekmez mi?
Savunma hakkının özüne dair bazı sorular sorulamaz mı? Örneğin:
* Adli yardımdan yararlanma, kendi tayin ettiği bir avukatın hukuki yardımından yararlanma hakkını ortadan kaldırır mı? Çünkü şu anda müdafi tayin sistemi böyle işliyor.
* Mevcut sistemde her talep edilene avukat tayin ediliyor ama, bu hizmetten yararlananlar "savunma haklarını" kullanabildiklerini düşünüyorlar mı?
* Avukatlar mevcut sistemde "savunma hakkını" tesis edebildiklerini düşünüyorlar mı?
* Yeterli fon sağlanıp, tarifede öngörülen ücretler ödenebilir hale gelirse "savunma hakkının" tesisi bakımından sistemdeki sorunlar çözülmüş olacak mı?
* Zorunlu müdafilik toplumun hangi çıkarlarını korur, bu hizmet iyi verilmez ise hangi toplumsal menfaat zarar görür?
* Neden halk ilgilenmiyor? Onun bu hakka sahip çıkması için ne yapmak gerekir? Bu kimin görevidir? (SA/TK)
_____________________________________
* Seda Akço, İstanbul Barosu avukatı; çocuk hakları savunucusu.