Geçtiğimiz hafta içerisinde Asya yine hareketliydi. Kısaca belli başlı gelişmelere en doğudan başlayarak göz atalım.
Pasifik hattı
Bir süredir Güney Çin Denizi üzerinde bölge ülkelerinin hak iddiaları üzerinden şekillenen gerilimler giderek artıyor. Bunlardan biri on gün kadar önce yaşandı. Endonezya, karasularını ihlal ettiği gerekçesiyle yedi Çinli denizciyi gözaltına aldı, aralarından birini de ateş ederek yaraladı. Sonrası karşılıklı suçlamalar…
1 Temmuz’da ise Tayvanlı yetkililer, donanmanın bir tatbikat sırasında Kaohsiung üssünden yanlışlıkla Çin'e doğru ABD menşeli bir süpersonik gemi savar füzesi fırlattığını duyurdu.
Füze Penghu Adaları açıklarında bir balıkçı teknesini vurdu. Geminin kaptanı öldü. Üç kişi yaralandı. Acaba bu “yanlışlıkla” öldürülen insanı hayata döndürecek kudrette bir devlet var mı? Katil kim? Sahi Hurşit Kulter nerede?
Çin Komünist Partisi (ÇKP) 95. kuruluş yıl dönümüne denk gelen bu “kaza”ya ilişkin bizim duyacağımız kadar yüksek sesle bir açıklama yapmadı. Onun yerine Rus askeri uzman Vasiliy Kaşin bir gün önce Çin ve Tayvan’ın son dönem girdiği silahlanma yarışına dikkat çekmiş, ABD savunma sistemlerinin Çin karşısında etkili olmayacağını, zaten eldeki silahları deneyecek Tayvan’ın sahası da olmadığını (boşa konuşmuş, anlaşılan Tayvan “saha”yı keşfetti bile) anlatmıştı. Kaşin, Çin’in niyetini de bize özetliyordu:
“Mesele, ABD ve Japonya yardımı yetişmeden Çin’in Tayvan’ı ele geçirme yeteneğinde olup olmadığı. Zaman geçtikçe Çin’in başarılı operasyon şansı yükseliyor.”
Tayvan meselesi son dönem tırmanan Güney Çin Denizi sorunun doğrudan içinde olmamakla yine bölgedeki jeo-stratejik oyunların bir parçası. Meselenin tarihsel arka planı ise şöyle özetlenebilir: Çin devriminden sonra (1949) Çan Kay Şek’in liderliğini yaptığı Milliyetçi Parti artıkları ana karadan ayrılarak Tayvan adasını işgal etmişti. Soğuk savaş yılları, Çan Kay Şek’in diktası ve ABD ile yakın ilişki dahilinde geçmişti. Şimdi de ABD ‘nin bölgedeki müttefikleri arasında. Çin ise Tayvan’ı ülkenin bir parçası olarak görüyor. Adanın Çin topraklarıyla birleşmesi gerektiğini savunuyor.
G. Kore, Japonya ve ABD’den tatbikat
Güney Kore, ABD ve Japonya, Büyük Okyanus'ta ilk kez ortak füzesavar tatbikatı düzenledi. “Pasifik Ejderhası” adı verilen askeri harekatın “Kuzey Kore’nin tehditlerine” dönük olduğu ifade edilse de Çin’in bu meseleyi pek öyle anlamadığı ve kendisine karşı yapılmış bir hamle olarak değerlendirdiği görülüyor.
Şanghay İşbirliği Örgütü “keyifli”
Keyifli olanlardan ilki Rusya. Ocak-Mayıs döneminde Çin’e 22 milyon ton petrol ihracatı yapan Rusya, Suudi Arabistan’ı geride bıraktı. 21.8 milyon ton ihracat gerçekleştiren Suudi Arabistan’ı 18.5 milyon tonla Angola İzledi. Bu durumda petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte adeta sürünmeye başlayan petrol üreticileri arasında, en yağlı müşteri nezdinde birinci sıraya çıkmak elbette Rusya için sevindirici olmalı.
Rusya bir adım daha atarak Güney Kore’ye komşu kenti Vladivostok açıklarında Hindistan’la birlikte bir tatbikat yapacağını açıkladı. Bu daha bir süre öncesi (yani ŞİÖ’ye kabul edilmesinden evvel) bölgede Japonya ve ABD ile birlikte tatbikat yapan Hindistan açısından hızlı bir dönüşüme işaret ediyor. Tabii bunun bir karşılığı var. Bu bedel Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov tarafından açıklandı. Hindistan'ın Nükleer Tedarikçiler Grubu’na (NSG)(1) kabul edilmesi için destek vermeye hazır olduklarını söyledi.
Artmakta olan genel gerginliğe bir katkı da İran’dan geldi. İran Atlantik Okyanusu’nda bir donanma konumlandıracağını açıkladı. Henüz adım atmış olmasa da potansiyel olarak büyük gerginlik kaynağı olmaya aday bir mesele olacağı şimdiden söylenebilir.
ŞİÖ’nü keyfini artıran bir başka gelişme ise Rusya, Çin ve Moğolistan arasında ekonomik koridor oluşturulmasına ilişkin yapılan anlaşma oldu. Bu anlaşmaya kapsamında otuzdan fazla üçlü yatırım ön görülüyor. Planlananlar gerçekleşirse önemli ölçüde Çin’in İpek Yolu Ekonomik Kemeri, stratejisinin bir etabı tamamlanmış olacak.
Rojhilat ve Belucistan (2)
Doğu Kürdistan’da son günlerde KDP-İ (İran Kürdistan Demokrat Partisi) güçleriyle, İran arasında çatışmalar yaşanıyor. Karşılıklı olarak aralarında sivillerin de olduğu onlarca kişinin hayatını kaybettiği söyleniyor. Geçtiğimiz yıl içerisinde KDP-İ peşmergeleri ülkeye dönmeye başlayarak kamplar oluşturmuştu. KDP-İ kaynakları sadece siyasi çalışma yaptıklarını fakat daha çok peşmergenin Rohilat’a geçişiyle birlikte İran’ın çatışmayı zorladığını ifade ediyor.
Yakın zamanda ise İran Kürdistan Emekçiler Topluluğu (Komeleyê Zahmetkêşan) KDP-İ ile güçlerini birleştirme kararı aldı. KDP-İ yetkilileri tarafından yapılan değerlendirmeler savaşın giderek dozajının artacağı doğrultusunda.
İran Kürdistan’ındaki bu gelişme Ortadoğu coğrafyasındaki devam etmekte olan çatışmalı sürecin bir devamı olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda Güney Kürdistan’daki siyasal istikrarsızlıkta İran’ın oynadığı role karşılık Barzani cephesinin cevabı olarak da.
KDP-İ’ne iki örgütten kutlama mesajı geldi. Bunlardan biri İran Halkın Mücahitleri diğeri ise Cundullah yeni adıyla Ceyiş ül Adl.
Bu sonuncusunun durumu özellikle dikkat çekici. Çünkü İran’ın Sistan Belucistan eyaletinde Pakistan’la sınır bölgesinde faaliyet yürüten Ceyiş ül Adl’la da son dönemde İran arasındaki çatışmalarda bir tırmanma görülüyor. Ceyş Ül Adl’ın El Kaide bağlantılı ABD destekli bir örgüt olduğu öteden beri biliniyor. Ağırlığı Sünni olan Beluci halkını İran’ın baskılarından dinsel esaslarda bir devlet kurarak kurtaracağını varsayıyor.
Bütün bunlara paralel bir gelişme, yine geçen hafta içinde Pakistan Belucistan’ında yaşandı. Sünni grup Leşker-i Cengvi, 28 Haziran'da Ketta'da dört polisi, 29 Haziran'da da Pakistan ordusuna bağlı sınır birliğine mensup dört askeri öldürdü. Arkasından Pakistan ordusu bölgede operasyona başladı. Örgütün en bilinen özelliklerinden biri Şiilere dönük düzenlediği katliamlar. Grubu, uluslararası kaynaklar Suudi Arabistan ve El Kaide bağlantılı olarak niteliyor.
İran ve Belucistan coğrafyasındaki çatışmaların son dönemde tırmanışı Kürt ve Beluci halklarının özgürlük ve adalet arayışından bağımsız olarak, başka anlamlar barındıran bir görünüme sahip.
İlki Ortadoğu coğrafyasında giderek inisiyatif kazanan, Türkiye-İsrail-Suudi Arabistan ve Katar ittifakına karşı Obama yönetiminin de desteğini alan İran’ın yükselişine karşı oluşu. Bir diğeri Hindistan ve Pakistan’ın ardından İran’ın ŞİÖ üyeliğinin gündemde olması. Bölgenin, Belucistan’ın asıl stratejik yanı ise Çin’in İran’la kurmaya çalıştığı enerji geçiş hattının üzerinde bulunuşu. Çin, İran-Pakistan ve Hindistan üzerinden enerji, aynı zamanda demir yoluyla ticaret koridoru kurmayı planlıyor. Sonuçta gelişen çatışmalar, ŞİÖ’nün egemenlik alanlarını tahkim etme sevdasını baltalayacak potansiyel bir zemine sahip.
Olan bitene genel çerçevede baktığımızda bu coğrafyada çatışmaların tırmanmasını Tayvan’ın attığı füze ne kadar kaza eseriyse bunları da bir tesadüflerine zincirine bağlayabiliriz. Akla daha yakın gelen şey, kaderin uzun elinin devrede olduğu, bu sürecin teşvik edildiği yönündedir. Yerel kaynakların ifadeleri de bu yönde.
Suriye ve Irak cephesinde neredeyse yenilgiye uğrayan güçlerin (başta Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail, Katar, ABD (3),İngiltere ve Barzani olmak üzere) bölgeye silah ve malzeme sevkiyatı yaptıkları ilk akla gelenler arasında. Yakın zaman Suriye tecrübesinin gösterdiği üzere, bu onlar için ne ilk ne de son olacaktır. Barzani yönetiminin ve İslami yönelimli örgütlerin şu ana kadar sergiledikleri performans ve ideolojik zeminleri ise buna teşne olduklarını belgeler nitelikte. Bölgenin düşük yoğunluklu da olsa yeni vekalet savaşlarına sahne olma olasılığının gündeme geldiğini söylenebilir.
Netice
Yukarıda Asya’da son dönemdeki gerilimleri sergilemeye çalıştım. Bunlara Bangladeş’teki IŞİD katliamı ve Dağıstan’da “İslamcı teröristler”e dönük sürdürülen tutuklamalar eklenebilir. Fazlasıyla biliniyor olduğu için Afganistan ve Pakistan’daki daha çok Taliban odaklı çatışmalara yer vermedim.
Genel planda baktığımızda kısaca postmodern yeniden paylaşım savaşı diye adlandırmayı uygun gördüğüm sürecin, çatışma ve gerilim alanlarının giderek doğuya doğru genişlediği, özellikle Çin’in bölge ülkeleriyle çatışmayı göze alan bir seyir izlediğini söyleyebiliriz.
Ve maalesef aynı tıynetten olmalarına rağmen her türden anlaşmazlığı silahlara başvurarak çözmeyi seçen politik yaklaşımın egemen olduğu bu dünyada, değiştirene kadar, uzun bir süre daha yaşamak, direnmek zorundayız. (AS/AS)
(1) Nükleer Tedarikçiler Grubu (NSG), 48 ülkeden oluşan uluslararası bir yapı. Hedefi ise sivil nükleer teknoloji ticaretinin askeri amaçlar için kullanılmasını önlemek diye tanımlanıyor. Grubun üyeleri aynı zamanda Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT) üyesi. Her ne kadar NSG'nin yeni üyelere kapısı açık olsa da NPT'ye taraf olmayanların bu gruba üye olması son derece zor. Türkiye bu anlaşmalara taraf ülke. Hindistan ve Pakistan ise henüz NPT'ye imza atmış bulunmuyor. Pakistan da üyelik başvurusunu bu yıl yaptı.
(2) Belucistan İran, Pakistan ve Afganistan sınırlarının kesiştiği bölgeye verilen ad. Beluci halkının etnik kökeni tam olarak bilinmiyor. Üç ülkedeki toplam Beluci nüfusunun (çoğunluğu Pakistan’da olmak üzere) 8 milyon civarında olduğu varsayılıyor. Bunun da yüzde 77’sini Sünniler oluşturuyor.
(3) Burada ABD’nin adını anmamı, Obama yönetiminin İran’la son dönem geliştirdiği diyaloğa bakarak yadırgayabilirsiniz. Fakat en azından ABD’nin bu gelişmeler içinde silahın asıl kaynağı, tedarikçisi olarak varolduğundan emin olabilirsiniz. Bunun nedeni ABD dış politikasının hem birden fazla hat izlemesi, hem de bu politikayı yönlendiren birden fazla merkezin olmasından kaynaklı.