Yeni yılın ilk günü bütün üzücü haberlere rağmen (belki de o haberlerin verdiği üzüntüden kaçarak) yapmak istediğim şeyi yaptım: Sinemaya gittim.
Beyoğlu’nda dolaşırken gerçekten ilgimi çekebilecek bir filme rastladım: Âşıklar Şehri (La La Land)… Genç bir piyanist ve bir oyun yazarının aşkı…
Öykü, diğer aşk öykülerine benziyordu. Rastlantıların bir araya getirdiği, birbirine âşık olan iki insan: Mia ve Sebastian… Hem aşk, hem de kavuşamama öyküsü…
Filmin yönetmeni ilgi çekici bir yönetmen: Damien Chazelle… 1985 doğumlu senarist ve yönetmen… Chazelle’ın ilgi çekici yönlerinden biri de izleyiciyi müziğe dönüştüren Whiplash’ı yönetmiş olması… Chazelle için cazın bir aşk olduğunu anlamamak olanaksız…
Whiplash’taki eşsiz tempoya Âşıklar Şehri’nde Hollywood öğeleri eklenmiş. Chazelle, sinemayı sinema yapan filmleri çok iyi biliyor ve cazın arka planda olduğu bir filme baş döndüren göndermeler yapıyor. O film, 1942’de Michael Curtiz’in çektiği, aklımızdan çıkmayan Casablanca’dır. Filmin birçok yerinde Ingrid Bergman’ın fotoğraflarına rastlıyoruz ve film, hiçbir yerinde geçmemesine rağmen bize şu repliği anımsatıyor: “Bir daha çal Sam!..”
Casablanca’nın Piyanist Sam’i (Dooley Wilson) Âşıklar Şehri’nde kumral, uzun boylu Sebastian’a (Ryan Gosling) dönüşüyor… Sebastian, özgür cazdan yana olduğunu, Louis Armstrong’a duyduğu hayranlığı her fırsatta dile getiriyor.
Âşıklar, düşlerinin peşine takılıp ayrı ayrı yerlere gidiyor. Mia (Emma Stone), ünlü bir oyuncu olup eşiyle döndüğünde Sebastian, hayali olan Seb’in Yeri’ni kurmuş, özgür cazı yaşar hale getirmiştir. Seb’in Yeri, Casablanca’daki Rick’in Yeri’ni anımsatıyor. Chazelle belli ki Casablanca’dan çok etkilenmiş. Ama Casablanca’da başrolde olan aşkın yerini caz almıştır. Ve yine Casablanca’da olduğu gibi Âşıklar Şehri’nde de âşıklar kavuşamaz.
Sinemanın koşulları (ticari özelliği) nedeniyle doğan tür sinemasında müzikalin de özel bir yeri var kuşkusuz… Âşıklar Şehri, müzikalin klişelerine uyuyor, kahramanlara şarkı söyletiyor, yıldızların arasında dans ettiriyor. Güzel kadın, yakışıklı erkek de Hollywood sinemasının klişelerinden… Ama bir noktadan sonra klişeler görünmez oluyor, cazın eylemci ruhu filmi kaplıyor, bize de bulaşıyor. Seb’in dediği gibi; cazı dinlemeyi bilmek lazımdır. Ama filmde caz; ne arka fonda, ne de usulca sesleniyor, avaz avaz bağırıyor, çığlık atıyor. Biz de seyirci olmaktan çıkarak koşmak, uçmak, dans etmek istiyoruz.