Geçtiğimiz gün (16 Ekim 2018) sosyal medyada Şeref Çalışır hocamın sayfasında şöyle bir yazı gördüm: “Ben gölgesine sığındığım çınarımı kaybettim.” Sordum, soruşturdum ve acı haberle karşılaştım: Şeref Çalışır hocamızı kaybetmiştik. Bütün bunlar 1970’leri anımsattı.
1970’li yıllar çok başkaydı. Hatta şöyle diyebilirim: Hayatımın en mutlu yıllarıydı. Bu bir şikâyet değil kuşkusuz: Sadece bir saptama…
1974-1976 arasında ortaokuldaydım. Okulumuz; bir kenar mahallede, iddiasız, küçük ve yeni bir liseydi.
Okulumuzda (ve sınıfımızda) genç, dinamik, idealist, yenilikçi öğretmenler boy gösteriyordu. Şeref Çalışır da bu öğretmenlerden biriydi. Fen Bilgisi öğretmenimizdi. Darwin’den, Türlerin Kökeni’nden söz eden aydınlık bir öğretmen…
Dil konusunda da uç noktalardaydı. Yineleyelim derdi, yanıt derdi. Bu sözcükleri ilk kez ondan duymuştum. Darwin’i de…
O yıllarda kenarda köşedeki küçük bir lise, günümüzün Anadolu liselerinden daha üst seviyedeydi. Her konuda ilericiliğin kapılarının zorlandığı yıllardı. Belki de bu yüzden öğretmenlerin öğretme isteği, yenilikçi tarafları ortaya çıkıyordu.
İşte bu koşullar altında tanıdım sevgili Şeref Hoca’yı… Yıllar sonra telefon numarasını bulup konuştuğumda edebiyattan, eski okul günlerinden söz etmiş, birkaç arkadaşla birlikte buluşup sohbet etmek istemiştik. Gelgelelim o buluşma hiç gerçekleşemedi.
O telefon konuşmasında bir şey daha öğrenmiştim. Şeref Hoca şiir de yazıyordu. Yazarlar Sendikası üyesiydi. Bodrum’da ailesiyle birlikte yaşıyor, yılda birkaç ay İstanbul’da kafasını dinlemek ve yazmak için kalıyordu.
1970’lerin canlı atmosferini anımsadığımda gözümün önüne gelen birkaç yüzden biri de Şeref Hoca’nın yüzü…
“Yineleyelim” diyor Şeref Hoca, sonra “yanıt”lıyor: Yenilik her yerde, her zaman, yeter ki biz isteyelim.
Onun o pırıl pırıl gözleri, dinamik, yenilikçi tarafı bir anı değil, daima gözlerimizin önünde olacak.
Belki de doğanın sorularına karşı yinelenen bir yanıt olacak Şeref Çalışır…
Erken gittin Hocam, erken terk ettin bizi…