Afro-Amerikalı feminist düşünür ve insan hakları savunucusu Angela Davis, 13 Eylül 2023 günü Austin’in tarihi kültür-sanat sahnesi Paramount Theatre’da ilham verici bir konuşma yaptı. Davis, Teksas’ta uzun zamandır gündemde olan kürtaj yasağı tartışmalarına ve yüksek öğretim kurulunun kesişimsellik kapsamına düşen derslerin yasaklanması kararına (bkz: anti-DEI Law) yönelik ironik bir notla başladı konuşmasına: “Nedense bu salonda Teksas’ta değilmişiz gibi hissediyorum!”
Moderatörün Davis’e yönelttiği ilk soru, 1970’lerde hapishanede yazdığı bazı yazılarında görülen içkin homofobi hakkındaydı. Günümüzün kapsayıcılık çerçevesinden bakıldığında problemli olan bu ifadelerden dolayı Davis’in “kendisini affedip affetmediğini” soran yürütücü, tahmin etmemiş olabileceği bir yanıtla karşılaştı. Davis, meselenin “kendini affedip affetmemek” olmadığını, çünkü bunun bireysel bir problem olmadığını söyledi: “Ben bu durumu, benim o zamanın sorunlu ideolojisini istemsizce geri yansıtmam olarak görüyorum. Bahsettiğim bu durum birçok alanda başımıza gelebiliyor. Örneğin, bundan beş yıl önce küresel ısınma hakkındaki duyarlılığımız bugünün penceresinden çok yetersiz kalıyor. Başka bir örnek de verebilirim. Siyah insan hakları hareketine ilk dahil olduğumda, hareketin içindeki son derece baskın cinsiyetçiliği ve ataerkilliği yeterince sorgulamamıştım. Bunu yapmayı zamanla öğrendim, ki bu da konuyu manalı bir şekilde konuşabilmek için gerekli kelime dağarcığını inşa etmemden geçti. Keza bugün trans hakları hakkında da farklı düşünüyorum. Artık hepimiz farklı düşünüyoruz ve düşünmeye devam etmek zorundayız.”
Davis’in katılımcılar ve moderatörle interaktif yürüttüğü bu buluşmanın alt tonunda, Amerikan kültüründeki bireysellik vurgusunun baskınlığı ve bunun kolektif bilinci ve örgütlenmeyi nasıl zedelediği vardı.
Davis, kariyerini ve düşüncelerini şekillendiren asıl elementlerin sokak ve toplumsal hareketler olduğunu belirtti ve kendisi için anahtar kelimenin “radikal” kelimesi olduğunu söyledi: “Bir zamanlar hocam olan Herbert Marcuse, bana bu kelimenin etimolojisini açıklamıştı. Radikal aslen Latincede ‘kök’ demek. Bu beni çok etkilemişti. Keza annem de radikal bir oluşumda görev yapıyordu ve birçok siyah komünist arkadaşı vardı. Bazılarınız hatırlayacaktır, W.E.B. Du Bois’nın 1946’da South Carolina’da yaptığı meşhur bir konuşma vardır. Annem de oradaydı ve o zaman ben dört yaşındaydım. Dolayısıyla örgütlenmenin önemine şahit olarak büyümüş bir insanım. Ne var ki kendimi hiçbir zaman bir lider ya da öncü olarak görmedim. Öğretmenlik ve örgütlenme her zaman bana daha yakındı. İnsanlar bu uğraşları genellikle ‘arka plan’ uğraşları gibi görüyor. Ama aslen bu iki edim sosyal hareketlerin zeminini oluşturuyor.”
Politik geçmişi dolayısıyla “Bombingham” olarak da bilinen “Birmingham”de büyüyen Davis, burada geçirdiği yılların vizyonunu nasıl şekillendirdiğinden bahsetti. Dünyaya ABD’de ve segregasyon zamanında gelmiş ve Birleşik Devletler Komünist Partisi (CPUSA) üyesi bir ailede büyümüş olmanın onu sokağa aşina ve yasaklı kitaplara ilgili bir genç olarak şekillendirdiğini anlattı. İngilizcede bu zamanlarda ve şartlarda doğmuş kişiler için kullanılan terim red diaper baby (kırmızı bezli bebek). Bu notunu takiben Davis, dayanışmanın ve direnişin önemini vurgulayan bir çocukluk anısını paylaştı. Küçükken arkadaşlarıyla, segregasyon kurallarını çiğnemenin kural olduğu oyunlar icat edip oynadıklarını anlattı neşeyle. O zamanki evleri beyazların mahallesine geçiş noktasında bulunduğu için, yanlış atacakları birkaç adım “teknik olarak” yasaya karşı geldikleri anlamını taşırmış: “Sınırı ne yapıp edip akıllıca geçen ve bahçesine girmemesi gereken evlere girerek zillerini çalan çocuk kazanırdı. Hepimiz siyahtık ve hepimiz beyazdık. Sınırları ihlal eder ve doyasıya eğlenirdik. Bu oyun bana direnişteki neşeyi öğretti.”
Geçmişte ve günümüzde feminizmin beyaz ve orta sınıf olarak yansıtıldığından ve bunun ne denli çarpıtılmış bir imaj olduğundan da bahsetti Davis: “Feminizmin merkezi ve tarihi hiçbir zaman beyaz olmamıştır. Toplumsal gerçekleri bir kapsül gibi içinde barındıran müzik tarihine bakın mesela. Örneğin, öncüleri siyah kadın sanatçılar olan blues müziği, insanlara kolektif yaşamın ne denli önemli olduğunu anlatır.”
Peki “siyah feminizm” dediğimizde bugün neyi kastediyoruz? Davis bu soruyu şöyle yanıtladı: “İnsanlar benim için sıklıkla ‘feminist’ ifadesini kullanıyordu ve açıkçası bunu her duyduğumda kendimi biraz tuhaf hissediyordum. İçimden ‘Bir dakika, benim asıl olduğum ve hissettiğim şey siyah devrimci kadın’ (black revolutionary woman) diye geçiriyordum. Ama zaman değişti ve ben bugün gönül rahatlığıyla kendimi ‘ırkçılık karşıtı, antikapitalist bir feminist’ olarak tanımlıyorum. Çünkü ırkçılık her zaman cinsiyetçilik, homofobi ve patriyarka ile iç içe geçmiş, neredeyse bunlardan ayrışmaz bir söylemdir. Ve bunların tümü, ‘gerçeğin’ ne olduğunu tanımlama ve belirleme konusunda obsesif davranışlar sergiler.”
İsrail-Filistin çatışması, Davis bu konuşmayı yaptığı sırada bir haftadır dünya gündemindeydi ve aktivist, bu trajediye şu şekilde değindi: “Biz burada oturmuş konuşurken hatırlamamız gereken bir gerçek var ki, o da iki milyon kadar insanın Gazze’de hapsedilmiş halde, baskı ve şiddet altında olduğu. Yakın zamanda Filistin’i ziyaret ettim ve bu hayatımdaki en dönüştürücü deneyimlerden biriydi. Fiziki alan, yollar, hareket, her şey sınırlanmış durumda. Bizim eski günlerde siyahi topluluk olarak yaşadığımız segregasyondan daha kötü bir hal mevcut. Örneğin, araba sürmeye yalnızca belli etnik ve dini ayrıcalıkları olan insanların hakkı var. Fakat biz eskiden siyahlar olarak araba sürebiliyorduk. Filistin’deki ayrışma yollar, mahalleler, otobüsler ve okullar boyutunun çok ötesinde. Hayatın her alanında segregasyon hüküm sürüyor. Ziyaretimiz sırasında bir eve konuk olduk ve başımıza çok üzücü bir olay geldi. Amerika’dan geldiğimizi öğrenen çocuklar bize doğru bakıp tükürdü. Bu beni anlatamayacağım şekilde yaraladı… Filistin’deki durumun ağırlığını tamamen algılayabilmiş olduğumu hala düşünmüyorum. Geçen ay, şu anda seksen yaşında olan, ve yirmi yaşından beri hayatını hapiste sürdürmüş bir arkadaşım serbest bırakıldı. Benim bir düşünür olarak kölelik ve hapishaneler arasındaki yakın bağlantıyı görmemi sağlayan kişi ta kendisidir; yani bir akademisyen değil. Kendisi aynı zamanda mahpusların ‘devletin kölesi’ olduğu düşüncesini de savunur. Dolayısıyla görüyoruz ki kayda değer bilinç ve bilgi her zaman saygıdeğer mevkilerden, yüksek enstitülerden ve okullardan çıkmıyor.”
Konuşmasını, “1969’a dönebilsem ve genç Angela olabilsem yine hapse girmeyi seçerdim, çünkü bu bana çok şey öğretti” notuyla bitiren Davis, sahneden ayrılmadan tüm katılımcılara şu öğüdü verdi: “İnsan haklarının geleceği adına varlığımızın, kişiliğimizin ve düşüncelerimizin nasıl şekillendiğini sürekli sorgulamalıyız.” (İŞ/AS)