Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Aydın Doğan ve Grubu arasında günlerdir sürmekte olan tartışmalara , Sabah’taki köşesinde “sınıfsal” bir yaklaşım geliştiren Hasan Bülent Kahraman, doğru bir halkaya el atmış görünse de Türkiye burjuvazisi tahlilleri ve oradan ürettiği siyasi çözümlemeler, Türkiye gerçekliğini hiç de yansıtmıyor.
Tersine tali çatışmaları, çekişmeleri, ana ve uzlaşmaz çelişkiler gibi sunarak doğru olmayan saflaşmalara da davet çıkarıyor.
Olan biteni sınıfsal perspektiften anlamaya çalışmak doğru olmakla birlikte, hakim sınıf bileşenlerini doğru tahlil edip oradan da doğru önermelere ulaşmak ihtiyacı var.
Kahraman’a göre, Türkiye’de burjuvazi Anadolu-İstanbul burjuvazisi şeklinde ayrışmış ve Anadolu burjuvazisi AKP’nin arkasında İstanbul burjuvazisi de karşısında.
Bu tesbitlerde kısmi olgusal doğrular olmakla beraber, ortada AKP’nin sırtını dayadığı güçlü bir Anadolu burjuvazisi olduğu saptamasına katılamayacağım.
Kim Anadolulu?
İstanbul burjuvazisi denilen ve TÜSİAD’da temsil edilen ve başını Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Doğuş, Doğan gibi grupların çektiği kesimin tarihlerine baktığınızda Anadolu’dan ilk birikimlerini sağlayıp 1950 sonrası İstanbul’u mekan tutmakla beraber Anadolu bağlarını koparmayan kesimler olduğunu anımsamamız gerekir.
1980’e kadar iç pazara dayalı büyüyen bu gruplar için Anadolu, yer yer yatırımlarını aktardıkları, hammadde tedarik ettikleri, bayilik, temsilcilik teşkilatları ile en ücra köşelere kadar parselledikleri coğrafya oldu. Dolayısıyla İstanbul burjuvazisi dediğiniz zaten Anadolu’dan çıkan ama Anadolu’yu yine elinde tutan burjuvazidir. Bu kesim, yine 1950 sonrası dünya kapitalizmi ile derece derece bütünleşirken yabancı sermaye ile ortaklıkları gerçekleştirip sanayi adına ne varsa, onu inşa etmiş burjuvazidir. Bu kesime alternatif, rakip bir burjuvazi ise Anadolu’dan zinhar çıkmamıştır.
O zaman bugün Anadolu’da varolanlar kimlerdir?
Anadolu’da elbette 1960’lı, 1970’li hatta 1980’li yıllarda sanayici, tüccar, müteahhitlik faaliyeti gösteren burjuvalar çıkmıştır. Ama bunların izini sürdüğünüzde görürsünüz ki, hepsinin hedefi belli ölçüde palazlandıktan sonra İstanbul’un yolunu tutmak ve TÜSİAD üyeliğine kabul edilmektir.
Bunu yeterince yapamayanlar için alternatif kapı Türkiye Odalar Borsalar Birliği (TOBB) olmuştur. Buralarda temsil “kelle hesabı“ ile yapıldığından özellikle 1980 öncesi devlet rantlarından nasiplenmek isteyenler için TOBB ve bağlı odaları ele geçirmek bir hedef olmuştur. Ama yine bu odalarda da TÜSİAD’a egemen olan büyük gruplar ellerinden geldikçe oda başkanlıklarını ele geçirmişlerdir. TOBB mevzisini hiç de terk etmemişlerdir.
Kahraman’ın bugünün fotoğrafına bakarak etiketlediği “Anadolu sermayesi” olgusunu iyi tahlil etmek gerekir. Bir kere, Kahraman’ın iddia ettiği gibi güçlü bir Anadolu sermayesi olması için, Türkiye’de gelişmenin bölgesel bazda dengeli , hatta, Anadolu lehine seyri gerekirdi. Oysa, 1980’den başlayarak büyüme süreci bölgesel dengeleri daha da bozdu ve gelişme hem sanayide hem hizmetlerde ağırlıkla İstanbul ve çevresinde yoğunlaştı. (Bunun sayısal verileri için bkz; “İstanbul’u Satarken Anadolu’yu Kurutmak”, bianet.org)
Dolayısıyla, medyanın da abartmasıyla ortaya sürülen “Anadolu kaplanları”, meseleyi niceliksel ölçmeye kalktığınızda bir efsanedir. Anadolu’da küçük vahalar ortaya çıkmadı mı? Tabi ki çıktı. Örneğin G. Antep ve onun hinterlandı K. Maraş-Adıyaman aksı, son zamanlarda İstanbul’dan sonra en çok sanayi yatırımı yapılan ikinci bölge oldu. Kısmen ev tekstili ile Kayseri, dokuma ile Denizli, turizm endüstrisindeki gelişme ile Antalya, Muğla... Ama daha fazla değil. Buralarda ortaya çıkan burjuvazi için bile “Anadoluludur, öyleyse AKP’lidir” diyemezsiniz.
AKP’li Anadoluların “İslami” bir vasıflarının olması gerekiyor. Öyleleri yok mudur? Vardır. Bunlar daha çok Gülen cemaatindendirler ve şu an TURKON adlı bir konfederasyon içinde, yedi bölgede örgütlüdürler. AKP ile bugün için organik bağlantı içinde olanlar bunlardır. İstanbul’da MÜSİAD’da örgütlü olanları da bunlara eklemek gerekir.
Ama bunların cesametleri, ekonomide tuttukları yer, AKP iktidarı dönemindeki tüm kayırmalara, palazlanmalara rağmen, TÜSİAD’a rakip olacak büyüklükte değildir.
AKP ve burjuvazisi
Türkiye’de büyük sermaye varlığının dağılımı nedir diye sorarsanız, ortada artık dünya devi ligine giren Koç Grubu vardır. Sabancı eski gücü ile olmasa da vardır. Oyak vardır, Doğuş, Eczacıbaşı, Tefken vb... Yani geleneksel güçler yine hakim güçlerdir. AKP ile organik bağı olanların varlığı, bunların yanında pek küçük kalır.
AKP, TOKİ’lerle, yerel yönetim yatırımları ile, kamu ihaleleri ile yandaş bir sermaye grubu oluşturmaya, bir anlamda kendi organik burjuvazisini yaratmaya çalışıyor ama bunu Anadolu’da filan değil, İstanbul’da yapıyor, hatta hem sopa hem havuç göstererek TÜSİAD üyelerini de yanına çekmeye çalışıyor ve yer yer başarıyor da. Bu uğurda, hakim medyaya karşı, büyük cüretle kamu kaynaklarını kullanarak kendi medya grubunu da oluşturdu. Nerede? İstanbul’da, Anadolu’da değil. Onun ihtiyacı daha güçlü sermayedarları yanına çekmektir, kategorik bir Anadolu-İstanbul ayrımı ile Anadolu’yu palazlandırmak değildir.
AKP’nin kendi organik burjuvalarına özellikle Çalık, Koza, Albayrak gibi gruplara aktardığı rantlar, kayırmalar tabi ki vardır ama bakın rantın en büyük kaynağı özelleştirmelere… Bugüne kadar gerçekleştirilen 36 milyar dolarlık özelleştirmenin yüzde 80’i 13 gruba yapılmıştır ve bunların arasında en büyükleri şöyle eşleşmiştir; Koç (Tüpraş), Erdemir (Oyak), PO (Doğan), KGM Levent (Zorlu), Araç Muayeneleri (Doğuş) ... Para parayı çeker! Bunu AKP de önleyemez..
Peki Anadolu’da hiç mi bir şey yoktur? Vardır; Ama bunun ne olduğunu iyi tahlil edip görmek gerek. Bir kere, bir toplumsal formasyonun politik temsilcisi olmaya yeltenen ve hele merkezde olma iddiası olan bir parti, hiçbir şekilde sermaye sınıfını ayrıştırıp “biz ve onlar” yapmaz. AKP de ayrıştırmamıştır. Hatta öncülü olan Refah Partisi'nden (RP) farklı olarak “merkez”de olacağını, 2001 krizi sonrası izlenen neoliberal politikalardan ayrılmayacağını ilan etmiştir.
2001 krizinden büyük yaralar alan İstanbul’un büyük sermayedarları ile seçimler öncesi görüşmeler yapmış, destekler almıştır. Karamehmet, Toprak, Süzer bunlar arasındadır. AKP, iktidar olur olmaz IMF ile olan anlaşmalara paraf atmış ve herkesi şaşkına çeviren bir sadakat ve ortodokslukla neoliberal politikaları uygulamış, AB uyum politikalarının “reformları”nı büyük bir gayretle gerçekleştirmiştir. Bu icraatla “İstanbul Sermayesi”nin takdirini kazanmış ve hiç mi hiç didişmemiştir. Teslim edelim; TÜSİAD da bu icraatı hep takdir etmiş, hatta Gül’ün cumhurbaşkanlığını bile tartışma konusu yapmamış, 2007 seçimlerinde de çoğu TÜSİAD üyesi AKP için oy kullanmıştır.
AKP ile TÜSİAD’ın arası ne zaman şeker renk olmuştur? Ne zaman ki AKP, türban tartışmalarını başlatmış ve “milli görüş”cü yüzünü göstermiştir, o zaman sürtüşmeler başlamıştır. TÜSİAD’ı rahatsız eden toplumsal kutuplaşma ve ekonomide, siyasette varolduğu iddia edilen istikrarın kaybolmaya başlaması, AB rotasından çıkılmasıdır.
AKP’nin, özellikle Erdoğan’ın hem TSK ile hem de toplumun diğer muhalifleri ile sürekli gerilim yaratan kişiliği ve üslubu, tek adamlığa, tek partiliğe oynayan yüzü, uzun zamandır AKP’ye karşı merkez sağ ya da solda bir alternatif üretemeyen TÜSİAD’ı artık rahatsız etmekte ve başta Doğan Medya üstünden olmak üzere AKP’nin gücü törpülenmeye, dengesi bozulmaya çalışılmaktadır. Doğan’ın salvolarını , Doğan Grubu salvoları olarak değil, TÜSİAD salvoları olarak okumak gerekir.
AKP ve Erdoğan, bu savaşta gerilimi yumuşatıp TÜSİAD’ın çizgisine yanaşırsa yarın-öbürgün baltalar toprağa gömülüp bir süreliğine de olsa uzlaşma sağlanır. Ama, AKP ve Erdoğan bu terbiyevi operasyona şimdilik direnmektedir, bu direnmeden büyük zararla da çıkabilirler..
Özetle, Türkiye’de Anadolu burjuvazisi diye adlandırılan ve AKP’nin gücünü aldığı varsayılan güçlü bir fraksiyon abartıdır, efsanedir. Bu kesimle TÜSİAD arasında bir karşıtlık abartıdır, arada müthiş sıklet farkları vardır.
Aktarıldığı söylenen rantlar yine güçlü ve cesametli oldukları için büyük ölçüde büyük sermayeye gitmiştir. AKP’nin TÜSİAD ve Doğan ile olan kavgası, mutlak ve uzlaşmaz değil, geçicidir, eninde sonunda uzlaşırlar. Esas kavga hayali “Anadolu-İstanbul” burjuvaları ya da egemen güçler arasında değil, emek ile sermaye arasındadır. Fil kavgalarını izlemek tabi ki önemlidir ama esas olanı tali olanla, sapı samanla karıştırmamak daha iyidir.(MS/EÜ)