20. yüzyılın önemli kadın şairlerinden Silva Gabudigyan en tanınmış şiirlerinden birinde yeni dile çıkmış bebeğine Ermenice dilini emanet eder. Bu yaşlı dili Ararat’ın kutsal karları gibi yükseklerde, atalarının hatırası misali yüreğinde saklamasını ister yavrusundan, kılıçla saldırdıklarında annesini korur gibi göğsünü siper ederek dilini korumasını ve dünyanın neresinde olursa olsun annesini aklından çıkarsa dahi, anadilini unutmamasını vasiyet eder. Gabudigyan’dan yaklaşık yirmi sene sonra bir başka Ermenistanlı şair Baruyr Sevag, “Anadili” adlı epik şiirinde, düşman tarafından yaşam hakkımızdan, saygınlığımızdan, toprağımızdan ve daha pek çok şeyden mahrum bırakıldığımızı ancak tüm bunlara rağmen asırlardan bu yana anadilimizi koruduğumuzu yazar.
Bu bir gerçek midir?
Anadilimizi koruyabildik mi, nereye kadar koruduk, ne zaman kaybetmeye başladık?
Ermeni kimliğinin en önemli unsurlarından biri de anadilidir.19. yüzyılda başlayan ciddi bilimsel araştırmalar, Ermeniceyi, Hint-Avrupa dil ailesinin bir üyesi ancak bu aile içinde kendine özgü ayrı bir dal olarak belirlemiştir. Ermenice, tarih boyunca kullanım alanlarına göre başlıca dört parça olarak gelişimini sürdürmüştür
a) Krapar-Klasik Ermenice: 5. yüzyıldan itibaren bilim insanları, okur-yazar ve ruhban sınıfının dili olarak gelişmiştir. (Hâlâ kiliselerde kullanılan dil budur ve hazır kimse din kitaplarının neden bahsettiğini pek anlamıyorken, umarım değişmez.)
b)Ramig- Çıkış tarihi tam belli olmamakla birlikte 1100 yıllarından itibaren rastladığımız halkın kullandığı gündelik dil.
c)Aşxarhapar-14. yüzyıldan itibaren kullanılan yazıya da geçen gündelik dildir. (Bugün kullandığımız dil.)
d)Parpar- Ağızlar. Artık günümüzde sadece 40 kadar kaldığı düşünülen yöreye özgü dildir. Kürtçe, Arapça, Türkçe, Farsça gibi dillerle etkileşim halindedir.
Bunun dışında Ermenice yapısal olarak iki büyük lehçeye ayrılmıştır. Doğu Ermenicesi-Ermeni platosu ve bugün Ermenistan ve İran- ve Batı Ermenicesi-Giligya ile Kayseri'nin batısı ve bugün İstanbul, Suriye, Lübnan, Kudüs ile batı Diasporasının bir bölümünde konuşulan lehçelerdir. Konuşulan derken doğal olarak insan iyimser bir tavır takınmış oluyor. Doğu Ermenicesi gerek yazı dili gerekse konuşma dili olarak yaşayan bir dil olduğu için ve de konuşmaktan, okumaktan çok zevk aldığım halde anadilim olmadığı için bugünlük benim dikkat, önem ve şefkat sınırlarımın bir parça ilerisinde duruyor.
Anadilim Batı Ermenicesine gelince, gözlerimi ışığa, kulaklarımı sese açtığım ilk andan itibaren anadilimle anne- çocuk ilişkisi içindeyim. Önceleri o öğretti bana dünyayı, insanları, o korudu, kolladı beni bilinmeyenlerin korkutucu yabancılığından. Zamanla tersine döndü ilişkimiz onu kollamak, sakınmak ne pahasına olursa olsun yaşatmak benim boynumun borcu haline geldi. Son nefes alış verişlerini duymak ve buna rağmen hiç ölmeyecekmiş gibi ona bağlı, bağımlı yaşamak, onunla birlikte yaşamak…
Bugün benim anadilim UNESCO’nun tehlike altında diller listesinde yer alıyor. Nedir sebebi, kimdir suçlusu, tek bir sorumlusu olabilir mi? Tabii ki hayır. Ancak bunun Ermenilerin kendi anavatanlarında uğradıkları Soykırım’ın bir sonucu olmadığını da söyleyemeyiz. Milyonlarla ifade edilen can kayıplarının ardından oraya buraya savrulmuş halde hayata tutunmaya çalışan felaketzede bir halkın topraklarından sökülerek, köklerini doğdukları topraklarda bırakıp dünyanın dört bir yanına dağılmalarının ardından yeni bir toplumsal hayat kurmaya çalışmaları, ormandan çam fidesini söküp saksıda büyümesini beklemek gibi bir şey olsa gerek.
İşte 1895-96, 1911, 1915 ile başlayan büyük travmalar daha sonra 100 yıllık bir zaman diliminde Batı’ya doğru yapılan mecburi göçler de Ermenilerin önce topraklarından sonra da dillerinden uzaklaşmasının, onun bir türlü yeni bir şehir kültürü üretememesinin ve dolayısıyla asimilasyonun en önemli etkenlerinden biridir. Anadilini kaybeden bir toplum kimliğini kaybetmiş demektir, ciddi bir yozlaşma ve eriyip yok olma ile karşı karşıyadır. İşte biz Ermeni toplumu olarak tam bu eşikteyiz ve bunu dert edinen kişilerin sayısı anadili mücadelesini sürdürmeye yetmiyorsa zaten egemen unsurların asimilasyon politikaları başarıya ulaşmıştır diyebiliriz.
Evimiz Ermeni okulunun hemen yanı başında, çocuklar bahçede oyun oynuyorlar, Türkçe yankılanıyor her bir köşeden, Ne mutlu! Ne mutlu, bugünleri yaratanlara, bu koşulları hazırlayanlara. Aynı okulda aldım ilköğretim eğitimimi hatırlıyorum. Okuduğum dönemde 1600 küsur öğrencinin varlığından söz ediliyordu. O günlerde de çeşitli nedenlerle anadilini iyi konuşamayan öğrenciler vardı tek tük. Okula geldikleri ilk ay dili sökerler ve konuşmaya başlarlardı. Kimsenin dikkatini çekmezdi bu durum, en azından benim… Çocuklar teneffüste bahçeye çıktıklarında futbol oynayan erkek çocuklar hariç genelde oyunlarını Ermenice kurarlardı. Bugün, aynı okuldan gelen sesleri işiten birinin, burasının bir Ermeni okulu olduğunu anlaması hemen hemen imkânsız, Serdar topu Aras’a atıyor, hatta Batuhan ile Efe birlikte sevimli Melisa’yı eve götürüyorlar.*
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte bu topraklarda bir Ermeni’nin eliyle çok güzel bir dil yaratıldı ve bu dil güneşin bahşettiği bereketle birlikte günden güne gelişti zenginleşti ve aynı topaklarda yine Ermenilerin kendi eliyle bir dil yok edildi, Ermenilerin kendi anadilleri yok edildi.
Kendi elleriyle diyorum, çünkü özellikle Türkiye’de Ermeniler dil konusunda mücadeleyi çoktan bırakmış, tabiri caiz ise havlu atmış durumdalar. Çocuklarını Ermeni okullarına gönderen ailelerin bile okullardan talepleri İngilizce eğitimin kalitesini yükseltmek yönündedir. Ve bu uğurda gerekirse zaten sadece dil dersine dönüştürülen Ermenice saatlerinin azaltılmasında bir sakınca görülmüyor.. Diaspora ise, Soykırımın tanınması işine o derece büyük bir savaş haline girmiştir ki yine aynı uğurda dilini, kültürünü bulunduğu ülkenin diline kültürüne feda ettiğinin farkında bile değildir.
Soykırımın tanınması doğal olarak çok saygın bir mücadeledir ama anadilini koruyamayan bir ulusun soykırımın tanınması yolunda mücadelesi, zaten soykırımın amacına ulaştığının en güzel kanıtıdır, acıtarak gülümsetir… İroniktir.
Ve benim için anadilim anneme şükran borcumdur. Varlığımı haykırabildiğim uçsuz bucaksız bir sahil, özgürce korkusuzca yüzebildiğim engin denizlerdir. Anadilim çocuklarıma ödediğim borçtur.
(KÇG/RT)
* (Սիսակ, Մինաս միասին սիրուն Արան տուն տարին/Sisag, Minas miasin, sirun Aran dun darin- Ermenice alfabe kitabı-I’de yer alan bir okuma cümlesi Sisag ile Minas birlikte sevimli Arayı eve götürdüler.)