Hikayenin orta yerinde der ki; tarih günümüzde gizlidir
ve biz tarihin henüz başladığı yerdeyiz.
Amida'dır memleketim, kendimi bildim bileli.
Bildim bileli kendimi Amida'da yaşadım.
Epeycedir.
Yani siz deyin ki yıllar yılı dünyanın bir dolu diyarını,
elimde tespih boynumda keşkül dolandığımı söylerler ya!
Yalan değil!
Vallahi de billahi de doğrudur.
Emin olun yalan değil,
çokça gezdiğim, gezindiğim doğrudur.
Ama oralarda, o uzak diyarlarda gezindiğimde de Amida'da yaşadım.
Ne zaman bu eziyet seyahat bitecek de döneceğim memlekete,
dedim kendime.
Kendimi bildim bileli Amida'da yaşadım ben.
Kimi kez;
sokaklarımda karanlığın acuzeleri,
korkunun kolluk neferleri,
acımasız cellatlar,
gözlerini kan bürümüşçesine dolaşır,
infaz edecek insan ararlardı!
Kurşun sesleri duyulurdu güpegündüz,
şehrim Amidanın sokaklarında
insan bedenine girerken kurşunun
tok sesini
kendi bedeninizde hisseder
hisseder de acı duyardınız
hiçbir şey yapamadan.
Yaşardım yine bu şehirde
yaşamaya devam eder(d)im
kendimi bildim bileli Amida'da
göğsümü verir(d)im kimi kez,
kızgın temmuz güneşine,
mezopotamya'nın olanca yakıcılığını
içime gömmek istercesine…
Sonra bazalt taşı şehre armağan etmiş
dağa döner(d)im yüzümü,
uzun kış gecelerinin ayazı
kendime getirsin diye beni.
Amida'da yaşadım ben, kendimi bildim bileli.
Ömür bu!
Vefa ederse ömrüm bundan sonra da Amida'dır vatanım.
Yaşayacağım bundan sonra da Amida'da… (ŞD/GG)