İnsan, nasıl insan oldu? Asla net biçimde yanıtlanamayacak sorunun sonsuz yanıtlarından biri şu kadim soruda bulunabilir: Kimim? Neredeyim? Niçin yaşıyorum?
Bunların üçünü birbirinden ayıramayız. Ama bugün, bu üç sorudan kilit işleve sahip olanı, diğer ikisini de belirleyeni, Neredeyim? Nerede yaşıyorum? Sahi, şu yaşadığımız ülke, kurumları, toplumu ile ne menem bir şeye dönüşmekte?
Sanki koyu bir sis bulutu içindeyiz. Her yerden sesler, kokular geliyor ama bunların kaynağı, çapı, ilişkisi, bağlamı sisin koyuluğu nedeniyle belirsiz. Bunlara dair her gün her birimiz kaçınılmaz biçimde çeşitli analizler, bilgiler, veriler, spekülasyonlar okuyor, kimilerini günlük sohbetlerimizde engel olamadığımız anlama ihtiyacımızla bizler üretiyoruz. Nerede yaşıyoruz? Bu yaşadığımız iklim nasıl bir iklim? Bu içinde yaşadığımız bağlam ya da denklem gerçekte ne?
Altına Hücum adını verdiğimiz bu yazılama ile muradımız, bir fenomen olarak Türkiye’ye, toplumuna, şu ya da bu biçimde işleyen hayat(ın)a bakıp bu fenomeni (görüngü) çağın ruhunun da etkisiyle içine atıldığı koyu sis bulutunu dağıtarak belirginleştirerek bilmenin, anlamanın ve şüphesiz yargının önkoşulu olan algıyı olanaklı hale getirmek
Türkiye gibi güncel haliyle, coğrafyasıyla, mazisiyle ele avuca sığmaz bir varlığı ele almanın yolu, hiç şüphesiz kimi değişkenleri paranteze almaktan geçiyor.
Burada muradımız, AKP hükümetince sayısı 11 milyonun üzerinde sosyal destek alan insanın bir tür tabi kılınması; olası hükümet değişikliğinin söz konusu yardımları keseceğini işleyerek sürekli kaygılı halde tutulmasını; nüfusunun yüzde 15’ini gençlerin oluşturduğu ülkemizde ne eğitimde ne istihdamda yer alan gençlerin yüzde 24,2 olan oranını; derin yoksulluğu; döviz kurunun sözlü talimat, kur korumalı mevduat hesabı ve daha kamu yararını öncelemeyen pek çok finansal ali cengiz oyunu ile baskılanmasını; depremde evlerini, yakınlarını kaybedenlerin hayata karşı güvensizliklerinin söylemlerle istismar edilmesini belirgenliştirmek.
Ayrıca, yine 12 Mayıs 2023 akşamı 21 TV kanalının canlı yayını ile 14 milyon 870 bin izleyiciye ulaşarak bilgiden çok kara propagandayla Cumhurbaşkanının konuşmasını; 3 milyon 582 iş arayan işsizle yüzde 10.4 olan işsizlik oranının kadınlarda yüzde 30 farkla yüzde 13.4 olmasını; devlet denetleme kurumlarının çalıştırılmamasını, veri güvenliğinin tartışılır hale gelmesini ve burada daha anamayacağımız pek çok ayrıntıyı düşünmemizi göz önünde bulundurarak, yaşadığımız bu yeri belirginleştirmek.
Anlama ilişkisi kuracağımız fenomeni açık ve seçik hale getirerek üzerine konuşulabilir kılmak.
Seçime indirgenen demokratik katılım ve sonrası
Geçen hafta Cumhuriyet’in 100. yılında pasif devrim ile çoktan değiştirilmiş rejim için sandık başına çağrılan 64 milyon seçmenin yüzde 86’ına karışık gelen 56 milyona yakın kısmının oykullandığı 14 Mayıs 2023 seçimleri tamamlandı.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile adı var kendi yoka dönüşen Meclis’in bugün gerçekte ne olduğu tartışılır. Erdoğan tipi başkanlık sisteminde Meclis’in ne güvenoyu ne bakanları sorgulama ne bütçe ne araştırma komisyonu ne de hükümeti denetleme işlevleri var. 2017’deki referandumun ardından de facto rejim de juro ile kendi adını -bir tür oksimoron da olsa- buldu: seçimli otokrasi.
6 Şubat depremi, “yüzyılın felaketi”, “kader”, “hakkınızı helal edin” ile üç gün devletin uğramadığı Maraş, Hatay’ın olmaz denen yere yapılan havalimanının yarılıp kullanılmaz hale gelen pisti, Kızılay’ın AHBAP’a çadır, hastanelere kan satması, ülke içinde ve dışında yardım etmek isteyen kişi ve kurumların devlet kurumlarına güvenmemesi, Haluk Levent, Oğuzhan Uğur gibi popüler kişilerin halk tarafından politik öznelere dönüştürülme çabası…
Altılı Masa’nın 28 Şubat’ta başlayan Güçlendirilmiş Parlamenter Rejim Mutabakat Metni adlı ortak çalışmasının üzerinden bir yılı aşkın zaman geçmesine rağmen hala ortak adayının belirlenememesi; belirleme sürecinde Meral Akşener üzerinden çıkan ya da çıkarılan krizin İBB ve ABB başkanlarının Cumhurbaşkanı Yardımcıları formülü ile çözülmesi, ardından "Sana Söz" yine baharlar gelecek… kampanyasına başlangıç verilmesi ile yükselen değişim talebinin, toplumsallaşan Piro ve Dede ifadeleriyle gençler tarafından da kabul gören Kemal Kılıçdaroğlu adaylığı ile girilen ve göreli bir sükunet içinde geçen seçimlerin akşamında şaşırtıcı biçimde -her ne kadar Süleyman Soylu’nun ‘Seçim yüzde 49.50 gibi biter.
Çok uğraştık ama yarım puan ileri götüremedik. Sahada biraz farklı görünse de sonuç böyle olacak gibi. Mecliste’yse rahatız. Cumhur ittifakı 320-325 arası milletvekili çıkartır.’“ demesiyle seçim akşamı başlayan ve hala devam eden oy pusulası, ANKA, AA, YSK tartışmaları; Seçim sonuçlarına dair ortalıktaki belirsizlikler, 1.5 milyona varan sahte seçmenin oy kullandığına dair iddialar Epokhe ile, yani yargıda bulunmaktan kaçınarak, dışarıda kalarak anlama çabasıyla düşünmemizi derinleştirelim.
Metaforlar, düşünmemizi, duygu dünyamızla birlikte uyarırlar. Bu nedenle metaforla karşılaşan kişiyi özneleştirdiğinden dolayı bilgilerden de verilerden de daha etkin olduğu söylenebilir.
Bİz de kimi metaforlarla okuru hazırlayalım: Ermenek’teki maden faciasının ardından ayakkabısı olmayan madenci yakınları; şimdi Frankfurt’ta ticaret ataşesi olarak görevlendirilerek ödüllendirilen Yunus Yerkel’in Soma’da madenci yakınını tekmelemesi; Dünyanın en iyi havalimanları arasındayken kapatılıp pandemi döneminde pisti üzerine hastane yapılan Atatürk Havalimanı…
Uygarlık hatırlamaktır
Türkiye’de uygulanan 2000’li yılların tarım politikaları, kaynağını IMF ve Dünya Bankası
ile gerçekleşen anlaşmalardan alır. 2001’de Dünya Bankası ile imzalanan Tarım Reformu Uygulama Projesi Anlaşması, o zamandan günümüze değin uygulanagelmiştir.
1990’larda Dünya Bankası'nın tarım politikalarını neobileralizmin operatörü olarak uygulayan Türkiye Hükümetleri, 2000’lerde tek başına iktidara gelen ve içeride ve dışarıdaki rüzgarı da arkasına alan Refah Partisi’nden kopan yenilikçilerin -sahi adları yenilikçilerdi- Dünya Bankası’ndan 2001 krizi sonrası Ecevit Hükümeti tarafından transfer edilen, fiiliyatta Dünya Finans Piyasalarının komiseri olan Kemal Derviş’in gözetimindeki politikaları genç Ali Babacan ile devam ettiren AKP hükümetinin taşımalı eğitim, bütünşehir politikarıyla yersizleşen, mülksüzleşen, güvencesizleşen, mesleksizleşen, dünya ekonomisine entegre olmayı murad eden reel ve hizmet sektörleri dolayımıyla dünya ekonomisine entegre olmak isteyen MÜSİAD ve TÜSİAD ermayelerinin araçlarına dönüştürülen milyonlar, AKP’nin ardındaki rüzgarı 2010’lardan itibaren, 2013’ten sonra tamamen kaybetmesiyle suç örgütüne dönüşmesiyle altına hücum daha da azar: 2010’daki KPSS sorularının çalınması, suç örgütlerinin ayrışmasına (AKP - Cemaat işbirliğinin sona ermesi) değin soruşturma konusu yapılmaz; “Beşli Çete’de cisimleşen devlet beslemeli patronaj (ahbap çavuş kapitalizmi); Bütün Milli Eğitim Müdürlerinin İmam Hatipli olması…
Bunlarla amaçlanan, hak ve adalet duygusunun -hak ve adalet birer değer olmak yanında duygudur da- zedelenmesi, anomik uygulamalar için dikensiz bir gül bahçesine dönüşmesidir. Anomik yapı yani herhangi bir kuralın egemen olmaması, toplumsalın sonudur.
Bu yazının sınırlarını aşan yüzlerce atıf, her olaya içkindir. Artık şaşırma kaslarımız felçleşmiş; böylelikle olup bitenlerin herhangi bir tepkiye aldırmaksızın devam etmesinde herhangi bir beis görülmemektedir.
Şimdiye değin bitimsiz bir altına hucüm olarak da yorumlanabilecek, genelinde inşaat, özelinde kat irtifakı, imar affı, YİD (yap-işlet-devret), gecekondu gibi pek çok politik uygulama ile sermaye yaratılması, konut sorununun devletin yol vermesiyle ‘çözülmesi’ üzerinden modernleşme politikasızlığının bir tür gecekondulaşmayı da aşan patolojilerle rantiyenin maneviyata dönüşmesiyle toplumsalın ölümü de gerçekleşmiş oldu.
AKP suç örgütüne verilen oyların optiği kırarak bu bakımdan da ele alınmasının anlamlı olacağı kanaatindeyiz. Kimi muhalif çevrelerce 6 Şubat depreminden sorumlu tutulan iktidar ve başındaki Erdoğan, burada yerleşik örgütlü yapının operatörüdür; bu bakımdan toplumsal ve/ya politik anlamda sorumlu değildir; doğan faydanın sahibi ama sorunların değildir. Bu savımızı şu kısa haber doğrular: Çevre ve Şehircilik Bakanı Kurum, "Türkiye genelinde şu ana kadar 8 milyon 900 bin vatandaşımız imar barışı sürecine başvurdu. Gelir olarak yaklaşık 7 milyar 511 milyon lira gelir söz konusu." dedi.
Bu hukuksuz uygulamadan, servetlerini -hırsızlık ürünlerini- legal alana alıp alalayanların sorumlulukları? Bir “suç”u milyonlarca insan işliyorsa orada artık suçan söz edilemez; norma dönüşen bu anomik yapı kendi hukukunu da ahlakını da toplumunu da politikasını da estetiğini de üretir… Cari hayatımız -ki buna Hayat demek ne denli uygundur- yani olan tam da budur.
“Şimdi oturup varlık seviştirir, yokluk dövüştürür.” sözleri üzerine birbirimizi yemeden yeniden düşünmek zamanı; şimdi şapkaları önümüze koyup böylesi radikal yoksulluğun -derin yoksulluk da diyebilirsiniz- yaşandığı bir dönemde anlatısı olmayan bir muhalefetin anti-erdoğancılık üzerinden toplumun rızasını üretememesini anlamaya çalışalım!
Şimdi, verili olguyu anlamak sorumluluğuyla hareket etmek zamanı, yargılamak zamanı değil. Grekçe “epokhe” yani yargıda bulunmaktan kaçınmak; hadi epokheye davet edelim önce kendimizi, bu hali anlamlandırmaya, bu hal ile mücadele etmenin yol ve araçlarını birlikte aramaya koyulalım.
Anomik toplumsanız anti-maneviciliği, 6 Şubat gibi doğal felaketlerde, 17-25 Aralık dönemi örgütlü hırsızlıklarda, 15 Temmuz gibi sisli alanları daha da koyulaştırılmış “darbe girişimi kalkışmasında, 14 Mayıs 2023 gibi ‘demokrasi şölenlerinde’, 301 madencinin öldüğü sistematik ihmallerden sermaye devşiren “Türk tipi kapitalizm”de, Hüda-Par’ın Cumhur İttifakı’na dahil edilmesinde ve daha pek çok olayda pasif devrimle kanırta kanırta ısıtılan, tavada pişirilen kurucu ideler görülebilir. Bu ideler, limiti 1980’lerden alınan ve yukarıda anılan tarım politikalarına atfen şu şekilde ifade edilebilir:
Bugün nüfusunun neredeyse yüzde 80’i kentlerde yaşayan Türkiye’de 1990’lardan itibaren hızla kentlere gelerek ve/ya getirilerek yersizleş(tiril) en, mülksüzleş(tiril)en, güvencesizleş(tiril)en, mesleksizleşVen, dünya ekonomisine entegre olmayı murad eden reel ve hizmet sektörleri dolayımıyla dünya ekonomisine entegre olmak isteyen MÜSİAD ve TÜSİAD sermayelerinin araçlarına dönüş(türül)en milyonlarıyla, bir tür altına hücum yaşanmaktadır.
Henüz taşlar yerine oturmadan bu talandan ya da hücumdan optimum pay almak telaşındaki mesleksiz milyonların tezgahın farkında olmadığını söylemek, en yalın deyişle olguyu, maddi tarih bilincine yaslanarak değil ezbere, veriden yoksun fanteziye dayalı bakışa hapsolmanın ikrarıdır.
Oysa tarihi(mizi)n direksiyonunda işçisiyle, esnafıyla o sessiz milyonlar, politikacılar, sermaye, iktidarın organik aydınları, tarikatlar arasında yapılan talan, gasp anlaşması caridir.
Peki bu talana olanak sağlayan yapı ne menem bir yapıdır, ne gibi bir yapının içinde yaşıyor ya da varlık kazanmakta bu “cumhur” ittifakı? Burada “cumhur”un anlamını hatırlamak düşünme yolumuzu belirginleştirmeye katkıda bulunabilir: cmhr kökünden gelen cumhūr جمهور “birikme, yığın, birikinti, halk kalabalığı” sözcüğünden alıntıdır.
Erdoğan’ın ölümsüzleştirilmek istenen şahsında cisimleşen ve metaforu baş parmağın avuç içine alınarak dört parmağın yan yana dik biçimde avuç içi dışa gelecek şekilde kitlelere gösterilmesi ile oluşturulan Rabia işareti, tek devlet, tek din, tek bayrak, tek millet ile makyajlanan yapının boyasını kaldırınca, taşıyıcı ayaklarının 1930 görünümlü 2020 model ucube parti devletini, aşiretimsi nepotik yapıyı, tek adam kültüne biatı, omnipotent yani her şeye kadir görülen lider kültünü ve bu kült altında cellatlaşarak hiçbir şeyin sorumluluğunu üstlenmemekten doğan inisiyatifsizlikle koşulsuz itaat, koşulsuz itaatın sorumsuzluğunda da talana ortaklık!
(MVB/EMK)