Bülent Şık'ın bianet'te 25 Şubat günü yayınlanan Ahmet'le Açık Görüş - Silivri Cezaevi İzlenimleri" başlıklı yazısını okuduğumda tekrar aynı salona gitmişim gibi buruk bir acı hissettim içimde. Yine yüreğim sıkıştı fakat bir taraftan da memnun oldum yaşadıklarımın en azından bir kısmının yazıya dökülmüş olduğunu görmekten…
Evet, aynı salondaydım; 23 Şubat 2017 Perşembe, saat 15.00-16.00 arasında, “bizimki” 10 dakika geç getirilip, aynı vakitte götürülse de tekrar aynı “sevinci-hüznü/ mutluluğu-kederi” yaşamış oldum, beynine-yüreğine-eline sağlık Bülent Şık…
Aynı yolun yolcusu olduğumuzu, bitirilmeye çalışılanlardan, kurmak istedikleri düzenin engellerinden, işlerine yaramayan, ayıklanması gereken dikenlerinden olduğumuzu da bu vesileyle öğrenmiş oldum.
Yaşı 80 darbesini yaşamaya yeten biri olarak 15 Temmuz denilen ve daha ne olduğu karanlık olan şarlatanca başlayıp vahşete dönen “Allah’ın lütfu” geceyi, en korkutucu korku filmlerinden de daha ürkütücü o gecede bir hekim olarak yaşadıklarımı bu sütunlarda paylaşmıştım.
Evet, o gün ben de Silivri’deydim… Toplum olarak yaşamakta olduğumuz travmanın boyutları dışarıdan görülenin de çok ötesinde, çok acıtıcı… Salonda bulunan avukatlardan birinin 6-7 yaşındaki Down sendromlu çocuğun elindeki balonun retina kontrolüyle ancak geçişe izin veren korku tünelleri şeklindeki turnikelerden geçirilmediğini; çocuğun elinden alındığını gördüm. Salonda 1 saat boyunca bu yavrucağın ağlama seslerini andıran haykırışları, nidaları hala kulaklarımı tırmalıyor…
Başörtülü ninesiyle gelen biri ilkokul, diğeri ortaokul yaşlarındaki iki çocuğun babalarıyla görüş gününün Perşembe’den Salı’ya alındığını görüşmeye alınmayacakları haberi ile yıkılışlarını görünce kahroldum. Peşinden avukat olan yeğenimin müdahalesi ile (değişiklik 20 Şubatta yapılmış, bu nedenle yasal olarak görüş hakları olduğu ısrarı) bu haklarını bu seferlik kullanabilecekleri kararı verilmesini gözlemleyince de çok ama çok sevindim. Ancak ikisi de dünyalar tatlısı, bu ülkenin geleceğinin umutlarından küçüğünün ninesine “ama Salı günü Bakırköy’de yatan annemle aynı görüş günü oluyor; biz aynı gün nasıl hem Bakırköy’e hem Silivri’ye gideceğiz?” sorusuyla içim parçalandı, isyan ettim yaşadıklarıma, duyduklarıma…
Evet, ben de kardeşim için o salondaydım. Avukatlık mesleğini yapma dışında hiçbir suçu olmadığına inandığım kardeşim avukat Doğan Akkurt için ordaydım.
Ekim ayından beri ailecek içimiz parçalanıyor; 12 günü tecritte olmak üzere 28 gün Vatan Emniyetinde gözaltı, 4 aydır da nedeni bilinmeyen, hala iddianamesi bile olmayan tutukluluk hali… Ki bu 4 ayın içinde 3 hafta önce yine 5 gün Vatan nezarethaneleri…
Bu insanların suçu ne? Avukatların, gazetecilerin mesleklerini icra etmeleri dünyanın neresinde suçtur? Ortada aylardır bir iddianame bile neden yok? Ne kadar sürecek ülkemdeki bu kaotik ortam? Gerçek darbe gerçekten de 15 Temmuz’da değil 20 Temmuz’da mı oldu?
Silivri korkunç bir yer. Devasa kampüse yaklaştıkça, her bir arama noktası ayrı bir eziyete dönüşüyor. İnsanın sevdikleri ile arasına bundan daha büyük engeller, korkutucu, soğuk, mekanik, robotik, duygusuz bariyerler konulması sanki bilerek, planlanarak, tasarlayarak yapılmış. İnsanların barış, huzur, sağlık, güvenli, adaletli bir yaşam için beraberce oluşturduklarını sandığımız devlet denilen aygıt bu kadar mı mendebur hale getirilir?
Silivri sağlığa zararlıdır. Silivri, sağlığın evrensel tanımı olan “sağlık sadece hastalık halinin olmaması değil; kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olmasıdır” düsturuna kökten aykırıdır. Kaldı ki kardeşimden biliyorum (kardeşimin zaman zaman 500’lerde seyreden açlık şeker seviyeli kontrolsüz diyabeti ve sıkıntıdan artan sigara içiminin daha da ilerlettiği KOAH’ı var) oradakilerin çoğu var olan hastalıklarının doğru dürüst kontrollerini bile yaptıramamaktadırlar.
Silivri bedensel sağlığa zararlıdır. O devasa binalar zinciri rutubetten, nemden geçilmiyor. Isınmak için giysi verilmesi bile kırk dereden su getirip, görevlileri ikna ile götürülen 4-5 giysiden ancak lütfedilerek 1-2’sinin içeri alınmasıyla mümkün olabilmektedir. Üşümeye, ani ısı değişikliklerine bağlı solunum enfeksiyonları, klimatizasyon için kullanılan su hijyeni sorunlarına bağlı lejyonella enfeksiyonları beklenebilir. Yine hijyenik olmayan ortamlarda sık rastlanabilecek barsak vd organ enfeksiyonları; hareketsizliğe bağlı kardiyovasküler, serebro-vasküler ve kas-iskelet sitemi rahatsızlıkları zaman içinde kaçınılmazdır. Yeterli ve dengeli beslenme ile bağışıklık sisteminin güçlendirilmemesi hem enfeksiyonlara hem de kanserlere davetiye çıkarıcı unsurlardandır.
Silivri ruhsal sağlığa zararlıdır. Neden içeride olduğunu, neden 4 duvar arasına tıkıldığını bilememe kâbusu ruhsal durumu en sağlam olan kişilerde bile anksiyete, depresyon hatta gelecekte ciddi psikotik reaksiyonlara zemin hazırlar… Derdini anlatabileceğin avukatınla görüşmelerin bile her ayrıntısının zapturapt altına alınması daha da büyük iç isyanlara, psikolojik sorunlara zemin hazırlayıcıdır…
Silivri sosyal sağlığa da zararlıdır. Dört duvar arasına tıkılan kişilerin kendileri, aileleri, yakınları için de bir yıkımdır. Avukat olduğu için biri aile görüşü diğeri avukatlık görüşü olmak üzere çiçeği burnunda (stajını bitirip, avukatlık belgesini aldığındaki ilk müvekkili avukat babası olan İrem sultanım) yeğenim haftada 2 defa İstanbul’u bir baştan diğerine 150-200 km kat etmektedir. Bunun bedensel, ruhsal, sosyal boyutu nedir? Telafisi var mıdır?
Biliyorum kişisel bir yazı oldu ancak Silivri gerçekten de sağlığa zararlıdır. Silivri insanın bedensel, ruhsal ve sosyal iyilik halini bozucudur. Aylardır rutin yoğun işlerim dışında yazı-çizi işlerine bir türlü odaklanamıyorum. Sevgili Bülent Şık’ın yazısını görünce dertleşmek istedim, affola…
Silivri benim de sağlığıma zararlıdır… (İA/HK)