Dindar bir aileye doğmuş Ruhullah Zem memleketindeki baskı yüzünden Fransa’da ailesiyle birlikte yaşamaktadır. İfade özgürlüğünün olmadığı İran’da 2009 seçim sonuçlarına itiraz etmiş olmaktan Evin Cezaevine kapatılıp çıktıktan sonra azılı bir muhalif olarak gazeteciliğe gurbette devam etmektedir.
Memleketinden ona gizlice çekilmiş görüntüler gelmekte, bazıları anonim olsa da kaynaklarının sağladığı birbirinden mühim malumat sayesinde molla rejiminin foyası mütemadiyen meydana çıkmaktadır.
Millî toprakları dışında muhaliflerin bilhassa peşine düşüp onları sinsice ortadan kaldıran tüm rejimler gibi İran da, insan hakları sicilinin mütemadiyen kirlenmesi bir yana, devasa boyutlarda finansal skandalların ortalığa saçılmasıyla Zem’in peşine çoktan düşmüştür.
Hollanda’nın medarı iftiharlarından IDFA’nın bu seneki programında, Frontlight klasmanında yer alan Son of the mullah (Mollanın oğlu) adlı belgesel, bir gerilim filmi hissini verse de acı gerçekleri yüzümüze çarpan trajik bir sona doğru evriliyor.
Daha önceki belgeselleri muhtelif festivallerde ödüller kazanmış olan Nahid Persson Sarvestani imzasını taşıyan film karanlıktan çıkmaya and içmiş bir milletin mücadelesine bizi dahil ediyor.
Mollanın oğlu olmak da yetmiyor…
İran İslam Cumhuriyeti’nin kurucusu Ruhullah Humeyni’nin destekçisi olduğundan Ruhullah adını oğluna veren Muhammed-Ali Zem 80’lerde ve 90’larda üst düzey hükümet pozisyonlarında görev yapmış nüfuzlu bir mollaydı. Reformcu tavrıyla da tanınan baba oğlunun ilerleyen yıllarda maruz kaldığı haksızlıklara baş kaldırmış, Evin zindanında oğluna yapılan muameleyi ortaya çıkarmış, hatta filmin sonunda görüldüğü gibi cübbe ve sarığını resmen çıkarıp atmıştı.
Ruhullah, Fransa’da eşi ve iki kızıyla oturduğu küçük evinden İran’ın kirli çamaşırlarını afişe ettikçe molla rejimini kudurtuyor, aktivist gazeteciyi ortadan kaldırmak için peş peşe muhtelif tuzaklar kuruluyordu. Ne de olsa 2017-2018 protestolarını kışkırttığı gibi hareketin lokomotiflerinden biri olduğunu da açık açık ifade etmişliği vardı.
Mesleğini en tesirli biçimde sürdürebilmek için kendi kanalını kurma hayalleri klostrofobik yaşantılarından çıkma ümidini pekiştiriyordu, fakat içine düştüğü tuzak egosunu tatmin etmek üzere bir anlık hatanın sonucu değil miydi?
Bu rejim nereye kadar?
Nahid Persson kahramanının iş hayatına olduğu kadar aile yaşantısına da şahit olmamıza imkân tanıyor. Uluslararası arenadaki çetrefilli bilgi ağlarının işleyişi, güvenilir kaynakların aniden ihbarcı konumuna geçişi, güven ve güvensizlik gibi hususlar dışında belgeselde Ruhullah’ı şefkat dolu bir eş ve bir baba olarak da izliyoruz. Yönetmen Persson araştırmacı gazeteci kimliğine bürünebildiği gibi kısa zamanda kahramanın ailesinin adeta bir ferdi haline de geliyor.
Bu arada, senelerden beri yaşadığı İsveç’te ölüm tehdidi içeren mektubu almasının sebebi Nurullah ve diğer muhalif gazetecilerle görüşmesinden kaynaklanıyor olsa gerek.
Neyse ki filmin temposu bir televizyon programının agresif ritmine sahip değil; buna mukabil filmi çok yavaş, Persson’un varlığını da çok ön planda bulanlar olabilir.
Dinle yönetiliyor gibi görünen İran rejiminin çürümüşlüğü ve riyakârlığı ortaya çıktıkça sanki daralan bir çemberin içine hapsoluyoruz. Korumalarla hayatını idame ettirmek zorunda kalan kahramanımız Ruhullah’ın sıkıntılarıyla empati kurmak hiç de zor değil.
Devletin kendini aklamak üzere uydurduğu senaryolar ise inandırıcı olmaktan çok uzak.
İran halkı mollalara karşı direniyor, mücadele gezegen çapında sürüyor… (MT/AS)