Antakya güne yağmurlu başladı. Belki de yılın bu zamanında her zaman böyleydi. Ancak son iki yıldır, havanın soğuk ve yağmurlu olması daha bir ağır geliyor insanlara. Neredeyse herkes, iki yıl öncesine, o kötü güne dönüveriyor bir anda.
Yine de yağmurun yağması, insanı bir nebze olsun rahatlatıyor. İnşaat faaliyetleri, beton santralleri, kamyonlar ve enkazlar derken tozlu ve ağır havanın biraz olsun dağılması iyi hissettiriyor.
5 Şubat sabahına kaosla başladı kadim kent. Valilik, 6 Şubat depremlerinin anma programı dolayısıyla bazı yolları trafiğe kapattı. Zaten yolların bozuk, trafik ışıklarının büyük oranda çalışmadığı şehirde, kaos içinde kurulan günlük rutinler bir günlüğüne tamamen bozulmuş oldu.
Kent merkezine çıkan yolların büyük bir kısmını kullanamayan sürücüler ve özellikle prefabrik çarşı esnafı, gün boyunca yaptığım sohbetlerde en çok trafik sorunundan yakındılar. Bozuk yollar, yanmayan ışıklar, iş makineleri ve kamyonlar da en sık dile getirilen şikayetler arasındaydı.
Gün içinde ilk olarak Armutlu TOKİ şantiyesi yönünden Gündüz Caddesi’ne, oradan da Cumhuriyet Meydanı’na doğru yürüdüm. Bir yanda araç üstü sepetli bir vinçteki işçi, caddenin girişindeki mobese kameralarını temizliyordu. Diğer yanda ise sürücüler, hangi yolları kullanacaklarını öğrenmek için polislerden yardım almaya çalışıyordu. Caddenin girişi, polis bariyerleriyle kapatılmıştı. Gazeteci olduğumu belirtip kartımı gösterince, içeriye girmeme izin verdiler.
Bozuk ve çamurlu yolda bir süre yürüdükten sonra, Atatürk Parkı’nın önünde asfaltlı yol başladı. Bu asfalt yol, bir yandan Cumhuriyet Meydanı’ndan Atatürk Caddesi’ne, diğer yandan Köprübaşı’na kadar uzanıyor. Yani 6 Şubat anma programı güzergâhından söz ediyoruz. Bu güzergâh boyunca yol, polis bariyerleriyle çevrilmiş durumda.
Cumhuriyet Meydanı ve Atatürk Anıtı çevresinde de hummalı bir çalışma vardı. Bir yanda ses sistemleri ile kürsü kuruluyor, diğer yanda canlı yayın araçları hazırlık yapıyordu. Antakya Belediyesi’nin temizlik işçileri de canla başla etrafı temizlemeye çalışıyordu.
Birkaç görüntü aldıktan sonra, vakit kaybetmeden prefabrik çarşılara gittim. Yağmura rağmen burada dikkat çekici bir hareketlilik vardı. Ancak esnafın yüzü pek gülmüyordu.
Bir zamanlar Ulucami ve künefeci esnafına ev sahipliği yapan alan, restorasyon çalışmaları nedeniyle yıkılmış ve etrafı kapatılmış durumda. Hemen önünde ise prefabrik iş yerleri bulunuyor: Kuyumcular, giyim mağazaları ve yeme-içme yerleri…
Esnafın yüzü neden gülmüyor? Kimine göre bu hareketlilik “kuru kalabalık”, kimine göre “deprem turistleri”… Onlara göre, “dört bir yandalar, ama esnafa bir katkıları yok.” Gazeteci olduğumu öğrenen bazısı, başka sorunlardan dert yanıyor. Konteyner kentlerde 24 metrekareye sığdırılan yaşamlar, prefabrik çarşılarda 24 metrekarelik iş yerlerine taşınmıştı.
Asfaltlanan yolun büyük oranda polis bariyerleriyle çevrilmiş olması ve belediye temizlik aracının belirli aralıklarla yolu temizlemesiyle dalga geçiyor bir yurttaş, “Baksana, yarım saatte bir yıkıyorlar. Kirletmemek için galoş giymemiz gerekecek.”
Yolun asfaltsız kısmına sapıp, çamurlu yolda bata çıka bir diğer prefabrik çarşının olduğu alana gittim. Burada, depremden önce bir AVM bulunuyordu. Depremde ağır hasar aldığı için yıkılmıştı. Yeni kurulan prefabrik çarşıdaki bazı esnaflar, işlerin “yarım yamalak” yapıldığından şikâyet ediyordu. Bir yurttaş, zeminin yeterince sağlam olmadığını ve prefabrik iş yerlerinin niteliksiz yapıldığını anlattı.
Bir başkası ise yalnızca çarşının değil, kentin genel durumunun da düzelmediğini vurguladı:
“Sizi tenzih ederek söylüyorum; işte, bugünden yarına çekim yapıp gidecekler. Ertesi gün biz yine sorunlarla boğuşmaya devam edeceğiz. Olmuyor, hiçbir şey normalleşemiyor.”
(VC)