Son 20-30 yıldır resmi tarih dünyada pek çok ülkede ateş altında. 1980'lerden beri her yerde "hafıza konuşmaları" yapılıyor. Latin Amerika diktatörlükleri yıkıldı; Sovyetler çözüldü; Doğu Bloku tarih oldu. Tarihin paramparça olduğu ve her şeyin sorgulandığı bu dönemde "tarih tartışmaları" da yoğun halde.
Ülkelerin yazdığı ders kitaplarındaki ve parlamento tutanaklarındaki kupkuru ve sıkıcı tarih yerle bir durumda. Herkes dününü hatırlamaya çabalıyor; artık tarihleri egemen milletler değil; "küçük halkar" da yazıyor. (Marks bu sonuncular için haklı olarak çok doğru şekilde "tarihsiz halklar" diyordu) Buna tüm dünyada "kozmopolit hafıza" deniyor.
1955'te ilk defa Almanya'da Berlin'de Evanjelist Akademia "halledilmemiş dünün gölgeleriyle yüzleşme" sözünü kullandı. O günden beri küçük halklar veya azınlıklar veya inkar edilen gruplar, başta egemen devletin resmi tarihi ile sonra ise elbette kendi tarihleriyle yüzleşmeye çalışıyor.
"Tarihsiz halklar"ın tarihi
Latin Amerika "yeniden barışma" dedi; Japonlar "geçmişi geride bırakmak" diyorlar. İtalya "Temizlik Operasyonu" yaptı; Franda "Vichy Sendromu" ile yüz yüze geldi. Avusturya "Nazi işbirliğini" ele aldı; İsviçre "Nazi Hesapları" ve "Nazi Altınları" ile yüzleşti. Dünyada tarih tartışmalarında en fazla "geçmişle yüzleşme" veya "geçmişle hesaplaşma" deyimleri kullanılıyor.
Dünyada bu gelişmelere kayıtsız kalmak mümkün değil. Türkiye de geçmiş tartışmalarının kendini kuvvetle hissettirdiği bir ülke. Başta Ermeni kırımı olmak üzere bazı tartışmalar aktüel durumda. Dünya parlamentolarından onlarcası Ermeni Soykırımını tanıdı; pek çok ülke ise tanıma yolunda.
Türkiye ise hâlâ dünyaya direnmeye çalışıyor; ceza yasasındaki lanetli 301. maddeye yapılmak istenen makyaj bile "Türklük ortadan kaldırılmak isteniyor" bağırışlarına sebep olabiliyor. Saygıdeğer tarihçiler hedef oluyor; Türkiye'ye sevgisi apaçık olan Hrant Dink öldürülüyor.
Çelikten, baruttan, süngüden ve betondan oluşan yalanlarla örülü tarih ayakta tutulmaya çalışılıyor. Statükonun muhafızları tarih tartışmacılarına tehditlerle saldırıyorlar: "Ermeni kırımının belgesi yok!" Sanki belgelerle katliam dünyada görülmüş gibi "belge" isteyebiliyorlar.
20. yüzyılın hemen başında "tek dil, tek din ve tek millet" moda idi. Ulus devlet modeli, kapitalizmin bir gereği olarak adeta "tabiat kanunlarının gereği" olarak görülüyordu. Egemen ulus kendi cumhuriyetini inşa ederken onun dev gölgesi altında ezilen dili, dini ve kimliği farklı "tarihsiz halklar"a ise kan, gözyaşı ve sürgün yolları görünüyordu.
Cumhuriyet "özgürlük" getirecekti
1923'te Cumhuriyet kurulurken Anadolunun Alevi-Kızılbaş toplumları umut içerisindeydiler. Bin yıllık saltanat ve hilafet yıkılıyordu. Yüzyıllardır "rafizi, kızılbaş ve sapık mezhep" olarak görülmeleri artık yeterdi. Cumhuriyet "özgürlük" getirecekti.
Ama olmadı. Özgürlük sadece bir nefes alma oldu. "Tek dil ve tek millet" politikası yeniden hedef haline gelmelerine yol açtı. Önce Koçgiri'de sonra Pülümür'de ve Dersim'de ağır haksızlıklarla ve katliamlarla karşılaştılar.
Resmi açıklamalara göre 16 bin; halk anlatımlarına ve tanıklara göre 70 bin kişinin öldürüldüğü; ırmaklarının; derelerinin kan aktığı; sağların ölülerin altında kalarak kurtulduğu ve sürgün yollarına düştüğü 1938 Dersim Katliamının üzerinden 70 yıl geçti.
Sadece Almanya'da 200 bin Dersimli var. Bursa'da; Kayseri'de; Van'da; Elazığ'da; İzmir'de; Salihli'de; Konya'da ve başka pek çok yerde "Dersimliler Mahallesi" var. Kendi toprağında olsun sürgünde olsun Dersimlilerin aklından bu trajedi tam 70 yıldır çıkmıyor.
Dersim: 1938'le yüzleşme çağrısı
Avrupa'dakiler ve Türkiye'dekiler "1938'le yüzleşme" çağrısı yapıyorlar. Avrupa Parlamentosu'na gittiler; Avrupa'da tam beş Dersim milletvekili var. Bunlardan bir tanesi olan Alman Sol Parti Milletvekili Hüseyin Kenan Aydın şunları söylüyor:
"Dersimliler bugün de demokratik ve hoşgörülü bir toplumdur. Bu hukuksuzluk ve katliamları kınarken hiçbir zaman kin ve nefret tohumları ekmeyeceğine inanıyorum. Başta Türk halkı olmak üzere birlikte yaşadığı hiçbir halka düşmanlık beslemediğini de herkes bilmelidir. Ancak, aynı hoşgörüyü ve 70 yıldır kapanmayan yara için gereken adalet duygusunu da haklı olarak ve acilen diğer halklardan beklemektedir."
1938'de Dersim'de büyük bir katliam oldu. On binlerce insan öldürüldü; kalanlar sürgün edildi; bölge insansızlaştırıldı. Bu acımasız uygulamaların sebebi ise Alevi, Kızılbaş, Zaza-Kürt veya "isyankar" olmaktı.
"Köyleri tahrip etmek lüzumlu görülmüştür"
Dersim kırımı için 4 Mayıs 1937'de Bakanlar Kurulu olarak toplandılar ve "1937 Yılında Yapılan Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı"nı aldılar. "Gayet Gizlidir" ibareli yarım sayfadan oluşan kısacık karar ile bir halkın geleceğini belirlediler. Kararın en önemli cümlesi şu idi:
"Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri kamilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür."
İşte bu karar ile Osmanlı'da "ateş kuyuları"; "Kuyucu Murat Paşalar" ve "Yavuz'un keskin kılıcı" ile dahi çözülemeyen Dersim sorunu kan ile bir kere daha çözülmek istendi. 1938 trajedisi, geride sadece ölü ve yaralılar ve sürgünler değil; Cumhuriyet'e güveni erken bitmiş ve öfkesi artmış bir halk bıraktı.
Bir tarih tartışmasına hala ihtiyaç var. Türkiye'nin tarihini kolektif yazılmalıdır. Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Alevi-Kızılbaşlar, Kürtler, Zazalar, Süryaniler, Asuriler kısacası tüm Türkiye yurttaşları buna ihtiyaç duyuyor. Bu tarih yazımında Dersimliler de yerlerini almak istiyor.
4 Mayıs 1937 tarihli Bakanlar Kurulu kararı Dersimlilerin başına gelen felaketin "resmi belgesi" olmakla kalmayıp tarih tartışmasının "bir zorunluluk" olduğunu da kanıtlıyor (Belgeye sağ taraftaki "Dosyalar" bölümünden ulaşabilirsiniz). (HA/GG)