30 Ağustos deyince aklınıza ne gelir? Çoğumuz için bu tarihin, Kurtuluş Savaşı’nın bitişini simgeleyen ve Zafer Bayramı olarak kutlanan günü hatırlatması doğal.
Zafere giden yol esasında 26 Ağustos 1922 tarihinde bir cumartesi gecesi verilen taarruz emriyle başlamış ve yine bir cumartesi günü olan 9 Eylül’de İzmir’in geri alınması ile sonlanmıştı.
Kesin olarak bilmek imkânsız ama belki de Büyük Taarruz’un başladığı o cumartesi gecesi savaş alanında olan birilerinin torunları yıllar sonra Galatasaray Meydanı’nı kendilerine mesken tuttular ve kayıp çocuklarını aramak için her cumartesi günü o meydanda toplandılar.
Geçtiğimiz hafta 700’üncüsü düzenlenen Cumartesi Anneleri/İnsanları eylemi ağır bir polis saldırısı ile engellendi. Dertleri yaşlarından büyük kayıp anneleri, gaza ve şiddete maruz bırakıldılar, hakarete uğradılar, gözaltına alındılar.
İçişleri Bakanı 1995’te başlayan barışçıl eylemin bir terör eylemi olduğuna karar vermişti. Muhtemelen birkaç gün sonra, 30 Ağustos tarihinde dünya çapında yapılacak kayıplar günü anmasından hiç haberi yoktu.
30 Ağustos Dünya Kayıplar Günü 1981 yılında Kosta Rika’da kurulmuş olan “Latin Amerika Kayıp Aileleri Dernekleri Federasyonu”nun ilan ettiği ve sonrasında Birleşmiş Milletler’in (BM) öncülüğünde kayıplar sorununa dikkat çekmek için her yıl o tarihte etkinlikler düzenlenen özel bir gün.
“Kayıp” meselesi devlet aygıtı için muhaliflerin sesini kısmak, yakınlarını tehdit etmek, aileleri sonsuz ve bitmeyen bir acıyla baş başa bırakmak ve bunları yaparken de mutlak bir cezasızlığı kendine zırh edinmek için icat edilmiş bir kavram.
Latin Amerika ülkeleri, başta Arjantin ve Şili olmak üzere, cunta dönemlerinde ve ağır faşist baskılar altında “kayıp” yöntemini yoğun şekilde kullandılar. Bu yöntemin farklı ülkelerde hızla yaygınlaşmasının arkasında çeşitli istihbarat örgütlerinin verdiği eğitimlerin olduğu hep söylenegeldi.
Türkiye de özellikle 90’lı yıllarda kayıp sorunuyla yaygın şekilde tanıştı. 1992 yılında BM Genel Kurulu kayıplar sorununun evrensel çapta geldiği noktaya cevap olarak “Tüm İnsanların Zorla Kaybedilmekten Korunması Deklarasyonu”nu yayımladı.
Bunu 2006 yılında kabul edilen ve tüm taraf devletler açısından bağlayıcı olan “BM Tüm İnsanların Zorla Kaybedilmekten Korunması Uluslararası Sözleşmesi” izledi. Sözleşme, 2010 yılından bu yana yürürlükte.
Bugün dünya çapında 97 ülke bu sözleşmeyi imzalamış durumda. Kayıplar sorununun yoğun şekilde yaşandığı Latin Amerika ülkelerinin neredeyse tamamı BM Kayıplar Sözleşmesi’ne taraf. Türkiye ise sorunun tüm yakıcılığına rağmen kendini böylesine bir sözleşme ile yükümlülük altına sokmak istemiyor.
Zira 2006 Sözleşmesi, zorla kaybedilmenin önlenmesi, bu suçun dokunulmazlık zırhına bürünmesine karşı mücadele edilmesi, mağdurların adalet ve tazminat hakkının tanınması ve zorla kaybedilmenin müstakil bir suç olarak ceza kanununa eklenmesi gibi maddeler içeriyor.
Dahası Sözleşme, kimi durumlarda zorla kaybedilmenin insanlığa karşı bir suç olduğunu söylüyor. Sözleşmenin 6. maddesine göre sadece suçun doğrudan faillerinin değil “zorla kaybedilme fiilini önlemek ve cezalandırmak için gerekli ve makul tüm önlemleri almayan kişilerin” de yargı önüne çıkarılması gerekiyor. İnsanlığa karşı suçların zamanaşımına tabi tutulmaması ve yöneticilerin sorumluluğu beraber okunduğunda Türkiye Cumhuriyeti’nin neden bu sözleşmeye taraf olmak istemediği de ortaya çıkmış oluyor.
Geçtiğimiz hafta Cumartesi Anneleri/İnsanları eylemine karşı gösterilen tahammülsüzlük aslında devletin süregiden insan hakları politikasının bir yansıması idi. Çünkü 2006 yılından beri imzalanmayı bekleyen bir BM Sözleşmesi’ne hiçbir surette taraf olmamak hükümetin kayıplar sorununa yaklaşımını açıkça belli ediyordu.
Burada söylenmesi gereken bir son söz daha var. Devletin kayıtsızlığı ve istikrarlı politikası bir yana dursun, ülkemiz hukuk ve insan hakları örgütleri ile ilerici kamuoyunun da üzerine düşeni layıkıyla yaptığını söylemek zor.
Kayıplar sorununu ancak Cumartesi Anneleri/İnsanları’na karşı bir şiddet eylemi gerçekleştiğinde gündemleştirebiliyoruz.
Halbuki, BM Kayıplar Sözleşmesi’nin imzaya açılması ile aynı tarihlerde, 2007 yılında, BM İnsan Hakları Konseyi’nin Cenevre’deki toplantısında “Zorla Kaybedilmeye Karşı Uluslararası Koalisyon” adlı bir örgüt kuruldu. Bu örgüt, zorla kaybedilmeye karşı yerel, ulusal ya da uluslararası çapta barışçıl mücadele veren tüm sivil toplum kuruluşlarını kendi çatısı altında topluyor ve BM Kayıplar Sözleşmesi’nin imzalanması için kampanya yürütüyor.
Şu anda 58 üyesi bulunan örgütün Türkiye’den herhangi bir katılımcısı bulunmuyor. Bu durum esasında son yıllarda yerinde sayan Türkiye insan hakları mücadelesinin bir yansıması durumunda.
“30 Ağustos Dünya Kayıplar Günü”nü ülkemizin BM Kayıplar Sözleşmesini imzalayarak bu konudaki tüm yükümlülükleri yerine getirmesi için bir mücadele gününe çevirmek gerekiyor. Aksi takdirde Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın mücadelesi de eksik kalmış olacak.
1995'ten beri Galatasaray meydanında mücadeleHakikat Adalet Hafıza Merkezinin verilerine göre, zorla kaybedildiği tespit edilen toplam 1352 kişi var. Bir grup kayıp yakını ve hak savunucusu “kayıplar son bulsun, akıbetleri açıklansın, sorumlular yargılansın” talebiyle 27 Mayıs 1995 cumartesi günü saat 12.00’de İstanbul, İstiklal Caddesi Galatasaray meydanında oturdu. Arada polis müdahaleleri olsa da 169 hafta kesintisiz Galatasaray Lisesi’nin önünde oturuldu. 170. haftada, 15 Ağustos 1998'de başlayan güvenlik güçlerinin saldırısı, 7 ay sürdü . Her cumartesi, yani tam 31 kez, gözaltılar yaşandı. Cumartesi Anneleri/İnsanları 13 Mart 1999'da güvenlik güçlerinin saldırıları nedeniyle belirsiz bir süre Galatasaray oturmalarına ara verdiklerini açıkladılar. Yedi aylık sürede toplam 431 kişi, birkaç saatten beş güne kadar varan sürelerde gözaltında tutuldu, dövüldü, tartaklandı, yerlerde sürüklendi, hakarete uğradı. Bu insanların hep birlikte gözaltında kaldığı süre 932 gün oldu. Toplam 84 günlük iş göremez raporu alındı. Bununla da kalmayıp haklarında, "polise mukavemet"ten, "toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına" muhalefetten davalar açıldı. Hatta, okuma yazma bilmeyen kadınlar gözaltı hücreleri duvarlarına yazı yazmaktan yargılandı. 13 Mart 1999'da süresiz ara verilen Galatasaray oturmaları 31 Ocak 2009’da yeniden başladı. |
(DG/EKN)