Zamana çok şey yüklemişiz. Oysa o kendi halinde akan bir döngü. Bizim irademiz onu şekillendiriyor. Nasıl şekilleneceğini takacak bir mekanizma da değil zaten.
Onu bize dair iyi kılmak da kötü kılmak da bizim sorunumuz. Kötü anılmak da onun derdi değil. Başımıza gelen kötülükleri yüzyıllar öncesinde yaratıp kum torbasına çevirdiğimiz feleğe yıkarken, çözümsüzlüklerimizi de zamanın aldatıcı kollarına bırakmışız. “Zaman çözecektir”. Oysa zaman kendi havasındadır. Akar gider. Olayı unutmalar ve bizim o zaman içinde geliştirdiğimiz pratik çözer. Ondandır ki yıllardır giden senenin ardından kötücül ifadeler kullanmayı bıraktım.
Uzun zamandır yeni yıllar yeni felaketler ve hak gaspları getiriyor. Aslında getirmiyor. Biz her problemi kendi kaynağı dışında her şeye bağlamakta çok mahir olduğumuz için suçu yıla atıyoruz. Sadece yeni yılın sevincini hissedemiyoruz artık. Çünkü biliyoruz ki ihmaller düzeni yeni acılar yaratacak. Her yılımıza bir şekilde gölge düşecek. Biz dur diyene kadar tabii.
Bu yıla da ilk aydan acı damgasını vurdu. Kartalkaya’da resmi rakamlara göre 78 kişi bir otelde kar hırzı ve ihmaller zincirinin kurbanı oldu, durup dururken. Ekmek parası için çalışırken ya da birkaç günlük bir tatil ile hayatın stresinden arınmaya çalışırken öldü insanlar.
Her gün iş cinayetlerinde katledilen işçiler, erkek şiddetine kurban giden kadınlar gibi. Neoliberalizmin adeta pul muamelesi yaptığı hayatlarımız çok basit önlemler alınmadığı için sonlanıyor. Her gün yeni acılar ve kaygılarla baş başa kalıyoruz. Hasan Hüseyin’in dediği gibi bir günümüz geçmiyor “ahsız ofsuz. Oysa yaşamak istiyoruz. Ölmemek de değil, doyasıya yaşamak. Ellerimiz acı dışında güzel şeyler için de buluşsun istiyoruz. Bilinçsizliğimiz, örgütsüzlüğümüz yalnızlığımızı derinleştiriyor. Yalnız değiliz oysa.
Yeri mi bilmiyorum ama erişilebilirlik sorununun bir can güvenliği sorunu olduğuna değinmezsem olmaz. Çünkü sistemin ve toplumun ihmal ve bencilliği yüzünden her gün büyük tehlikeler atlatıyoruz. Mesela kaldırım yok.
Bize herhangi bir araç çarpması gibi bir durumda yoldan yürümekle suçlanacağız. Kaldırım olsa yürüyeceğiz ama kaldırım çok komik bir şekilde park edilen araçların işgali altında. Bir arabanın yanından geçmeye çalışırken iki aracın arasına sıkışıp yola inmek, aynalara ya da kaldırımdaki duba türü cisimlere çarpmak günlük rutinimiz. Her şeyi kanıksadığımız için her gün bu nedenle yaşadığımız küçük yaralanmaları önemsemiyoruz.
Oysa dizlerimiz ve başımız saçma sapan nedenlerden yara bere içinde. Olay araçlarla da sınırlı değil. Yayanın yürümesinden başka her şeye yarayan kaldırımlarda yamuk bir ağaçla selamlaşmak, saçma sapan bir demire takılmak, mantara çarpmak günlük olaylar.
Bir de Martı saçmalığı çıktı. Kaldırımlar yeterince yürünmez değilmiş gibi, kaldırımlara gelişigüzel bırakılan martılar yaşamlarımızı tehlikeye atıyor. Geçen cumartesi günü Engelsiz Erişim Derneği’nden Ramazan Yücel arkadaşımız bu araçlardan birine çarparak yaralandı.
Daha ağır bir yara da alabilirdi. Ayrıca kaldırımları amacına uygun kullanma talebimizi dillendirmek için yaralanmamıza da gerek yok.
Niye durup dururken insan günlük planını değiştirmek zorunda kalsın ki? Kaldırım üzerinde manevra yapan bir araç, kaldırımdaki bir motor, belediyenin erişilebilir bir şekilde uyarı koymadığı bir çukur ya da açık kablo yüzünden niye ölelim?
Biz niye hep ölümü konuşmak zorunda kalalım? Niye şu kısacık hayatı kaygılar içinde geçirelim. Hayır 2025 bize bunları vermesin. Biz 2025’i kazanalım. Bilinçli ve örgütlü bir toplum olup bu döngüden çıkalım. Yaşamak bu değil. Hak ettiğimiz bu değil.
O zaman yılın bize bir şeyler getirmesini beklemeden hayatın kumandasını kendi elimize almalıyız. Hayatı şekillendirmeliyiz. Yoksa o bizi başkalarının eliyle şekillendirmeye devam edecek.
(BS/EMK)