2020 yılına girerken, önümüzdeki dönemde ülkede nasıl bir siyasal atmosfer olacağına ilişkin tahminler yapılıyor. Bu süreçte AKP’nin yerel seçimlerde ciddi bir başarısızlık yaşaması, iki yeni partinin kurulması ve dış politik sorunların yoğunlaşması gibi faktörler ağırlıklı olarak ele alınıyor.
Avro, dolar
İktidarın içeride ve dışarıda yaşadığı siyasal sorunlara ilişkin temel kararları bu sıralar vermekte olduğu veya önümüzdeki yılın başlarında vermek zorunda kalacağı anlaşılıyor. Bu kararların oluşmasında ülkenin ekonomik koşullarının da etkili olacağı belli.
Türkiye ekonomisinin gelişmesi her zaman, en çok ticari ve mali ilişkiye sahip olduğu batı ülkelerinin ekonomik seyriyle bağlantılı olmuştur. OECD 2020 yılında Avro bölgesinin yüzde 1 oranında büyüyeceğini tahmin ediyor. Avrupa’da en çok ticari ilişkimizin olduğu ülkelere ilişkin tahminler daha da düşük. Almanya’nın binde 6, Britanya’nın da binde 9 oranında büyüyeceği tahmin ediliyor.
ABD ekonomisinin yüzde 2 dolaylarında büyüyeceği tahmin ediliyor fakat her geçen gün yeni cezalandırmaların dile getirildiği bir dönemde, Türkiye’nin ABD ile ticaretinin artmasını beklemek gerçekçi olmaz. Zaten genel olarak küresel ticaretin yüzde 1,6 kadar genişlemesi bekleniyor. Bu durumda Türkiye ekonomisinin dış talebe dayanarak büyümesi pek mümkün olmayacaktır.
Yurtiçi göstergelerin de parlak olmadığını belirtmek lazım. 2020 Yılı Programına göre sabit sermaye yatırımlarında çok önemli azalmalar var. Sabit sermaye yatırımları 2018’de yüzde 0,6, 2019’da yüzde 10 oranında azalmış. 2020 yılında yeniden yüzde 9,3 oranında artması hedefleniyor.
Kamu yatırımları
Ancak kamu yatırımlarındaki azalmanın önümüzdeki yıl da devam edeceği belirtiliyor. Kamu yatırımları 2019’da yüzde 28,7 oranında düştüğü gibi, 2020 yılında da yüzde 14 oranında düşmesi bekleniyor. Bunlar çok yüksek oranlı düşüşler. Öyle ki, cari fiyatlarla bile kamu yatırımları 2018’de 168 milyar TL, 2019’da 141 milyar TL kadar gerçekleşmiş. 2020 yılında da 132 milyar liraya düşmesi bekleniyor.
Üstelik bu azalma dünyadaki genel eğilimden farklı bir durumu da göstermektedir. 2010-2014 döneminde genel devlet yatırımlarının GSYH içindeki payı AB ülkelerinde yüzde 3,7, ABD’de yüzde 3,6, Japonya’da 3,8 düzeyindeyken Türkiye’de de yüzde 3,6 kadardı. 2019 yılında aynı oran AB’de yüzde 3,6, ABD’de yüzde 3,3, Japonya’da 3,6 düzeyinde kalırken Türkiye’de yüzde 2,8’e kadar düşürüldü.
Türkiye’de yapılan birçok araştırma genel yatırım düzeyinin kamu yatırımlarından ciddi şekilde etkilendiğini gösterir. Kamu yatırımlarının büyük ölçüde ve düzenli olarak azaltıldığı bir ortamda genel yatırım düzeyinin yükselmesini beklemek inandırıcı değil. Kamu yatırımlarının azalması doğrudan doğruya ekonomik büyümenin durması veya en azından önemli ölçüde yavaşlaması için yeterli bir nedendir.
Bu verilere 2020 Yılı Programının petrolün 58 dolar olacağı varsayımıyla hazırlandığını, oysa OPEC içi ve dışındaki ülkeler arasında anlaşma sağlandığını ve varil fiyatının 65 dolar düzeyinde tutulduğunu eklemek gerekir.
Yatırımlarda anlamlı bir büyüme sağlanamayacağı gibi, yapısal bir dönüşümün de gündemde olmadığı anlaşılmaktadır. 2020 yılında toplam yatırımlar içinde konut yatırımlarının payının değişmeden kalacağı varsayılmaktadır. Nitekim iktidar tarafından umut versin diye sıralanan projelerin tamamı hala inşaattan ibarettir;
Suriyeli mültecilere Suriye topraklarında Türkiyeli müteahhitler tarafından sevimli evler ve domates biber ekecek şirin bahçeler inşa etmek için Avrupa ülkelerinden ısrarla finansman talep edilmektedir. Fakat Avrupa’yı mültecilerle doldurma tehditlerine rağmen henüz finansman sağlanamamıştır.
Kanal İstanbul
Kimsenin pek anlam veremediği Kanal İstanbul adlı çılgın projenin, aslında kanalın etrafında kapatılan arsalara serpiştirilmiş türlü çeşitli konutlardan oluşan hınzır projeler içerdiği anlaşılmıştır. Ancak teknik sorunlar bir yana, Türkiye’nin bu projeyi finanse edecek bir kaynak bulması pek olası görünmemektedir.
İş dönmüş dolaşmış, sonunda yılda yüz bin sosyal konut yapmak gibi makul ve yararlı bir hedefe ulaşmıştır. Fakat birkaç yıl önce kolaylıkla gerçekleştirilebilecek olan yaygın sosyal konut inşaatlarının, gelir dağılımının bu kadar bozulduğu, yoksulluğun derinleştiği, işsizliğin inanılmaz boyutlara ulaştığı günümüzde uygulanma olanağı bulup bulamayacağı belli değildir. Sosyal konutların, bu konutlara ihtiyaç duyan kesimleri iyice çökertmeden önce inşa edilmesi daha anlamlı olurdu.
Türkiye 2008 krizinden bu yana ülkeye akan fonları ithalat ağırlıklı gereksiz harcamalarla kaybetmiştir. Bu yıllarda, krizi fırsata çevirmek sloganını yerli yersiz kullanmak moda olmuş ama fırsatlar kaçırılmıştır.
Artık Türkiye’nin siyasal yapısı yurtdışından teknoloji ve sermaye girişini de kısıtlayacak bir nitelik kazanmıştır. Volkswagen firmasının, mazotlu araç üretimini en feasible şekilde taşıyabileceği ülke Türkiye olduğu halde, hala tereddüt etmesi önemli bir göstergedir. Şirket Almanya’da açıkça sendika ve sivil toplum örgütleri tarafından uyarılmıştır ve demokratik ülkelerde bu kurumlar hala bir anlam ifade etmektedir.
Bu saptamalar, 2020 yılında ülke ekonomisinin en iyi ihtimalle 2019 yılına benzeyeceğini göstermektedir. Yeni partilerin kurulması, erken seçim ihtimalleri derken, iktidarın bu kritik dönemde halka ekonomiyle ilgili bir başarı sunması mümkün değildir. Başarı bir yana, büyük ihtimalle işlerin neden daha da kötüye gittiğine ilişkin gerekçeler aramak zorunda kalacaktır.
2020 yılında iktidarın ekonomik sorunları arka plana atacak dış siyasal başarılara ihtiyaç duyacağı anlaşılmaktadır. İktidar yol açtığı her sorunun çözümü için yeni bir risk almakta ve bu da yeni bir sorun yaratmaktadır. Suriye, Irak, Kıbrıs, Doğu Akdeniz derken şimdiden Libya’ya kadar uzanan sorunların şiddetlenmesine hatta belki daha da fazla ülkeye yayılmasına hazırlıklı olmak gerekir. İktidarı sürdürecek başarı burada aranmakta, ülkenin karşı karşıya bırakıldığı risk burada bulunmaktadır. (BD/DB)