Yaklaşık iki ay sonra, olağanüstü koşullar olmadığı takdirde 14 Mayıs tarihinde Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri için sandığa gideceğiz.
Seçimler, demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. Buna rağmen seçimlerin sistemin sorunlarını çözen bir anahtar olabileceği yanılgısına, bir diğer deyişle seçim fetişizmine de düşmemek gerek.
Seçimler genellikle şu partinin kazanması, bu partinin kaybetmesi, o partinin yükselmesi gibi sonuçları doğururken, toplumsal sistemin esaslarında bir nitelik değişikliği yaratmazlar. Seçimi kazanan parti hükümeti kurar, sayı yetmiyorsa koalisyon hükümeti kurulur vb. Ancak bütün seçimler sistem karşısında edilgen pozisyonda olmayabilir. Seçimlerin sistemde yaratabileceği değişiklikler bir süreç meselesidir. Ülkemizde bunun tipik örneğini AKP iktidarı ile yaşıyoruz.
Toplumsal sistemin esasları derken, konuyu dağıtmadan, bu esaslar toplamına devlet diyelim. Hükümet de devletin yürütme gücüdür.
Toplumsal hayat her zaman düz bir çizgide akmaz. Hükümet bugün olduğu gibi yürütme gücünü tek bir merkezde toplarsa, yasama organını etkisizleştirirse, yargı bağımsızlığını yok ederse, devletin denetleme organlarını formel hale getirirse, devletin bilinen o eski kural ve kaidelerini çiğneyerek, bunlar üzerinde keyfi tasarruflarda bulunursa, kendi ideolojisini devletin ideolojisi üzerine bina ederse, buna partileşen devlet/devletleşen parti denilir.
Bu türden sistemlerin hepsi de demokrasi düşmanıdırlar.
Ülkemizde AKP ile yaşanan devletleşen parti durumunu açıklamaya çalışırken, sanki AKP öncesi devletin savunulduğu gibi bir yanlış anlamaya meydan vermemek için, siyasal olarak devlet olgusunun her daim karşısında konumlanmanın, birey hakları ve demokrasi mücadelesinin bir gereği olduğunu ifade etmeliyim.
Erdoğan iktidarının 20 yılda ekonomiden siyasete, hukuktan adalete, yargıdan eğitime; kısacası nasıl bir düzen inşa ettiği üzerine uzun uzadıya yazmaya gerek yok.
Bunca kötülüğün varlığı, kötücül bir hayat anlayışının ürünüdür. Erdoğan iktidarının ne olduğuna ve kötücül diline dair binlerce örnek verilebilir. Son olarak Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi'nin, Şanlıurfa ve Adıyaman'da yaşanan seller nedeniyle ölen vatandaşlar için sarf ettiği, "Evet 15 canımızı aldı ama toprak da suya kavuştu" sözünün vicdanla, izanla, mantıkla izah edilecek hiçbir yanı yoktur. Demek, yağmurun yağması için insanların ölmesi gerekiyordu! Tanrılarına insan kurban eden antik dönemin kimi topluluklarının sunak rahipleri gibi, Kirişçi’nin bu sözü, ülkemizdeki kötülükler abidesine çakılmış binlerce plaketten biri olarak yerini almıştır.
Cumhurbaşkanlığı denilerek yumuşatılmaya, gizlenmeye çalışılan başkanlık sistemi, tamamıyla Erdoğan’ın şahsında temerküz etmiş bir iktidar gücünden mürekkeptir. Dolayısıyla bu seçim bir hükümet seçimi değildir. Bu seçim partilerin yarıştığı bir seçim değildir. Bu seçim, yalnızca bir seçim de değildir.
Bu seçim bütün bunlardan daha fazlasını ve daha ötesini içermektedir.
Bu seçim aslında bir referandumdur. Bu seçim, mevcut bu iktidarın ve bu başkanlık sisteminin devam etmesini istemekle istememek arasında, bir “evet” ya da “hayır” oylamasıdır.
Oy tercihinin ölçüsü Erdoğan karşıtlığıdır
Seçimlerde muhalif politikanın demokratik değerler ve talepler üzerine inşa edilmesi ve bunun üzerinden Erdoğan iktidarının yenilmesi hedeflenmelidir; yoksa seçimlerin Erdoğan karşıtlığı üzerinden yürütülmesinin indirgemeci ve demokratik taleplere kapıyı kapatan bir siyaset olacağı görüşü, ilk bakışta doğru gözükmektedir.
Öteden beri bu hususta daha çok Millet İttifakına yönelik bir hayli görüşler ileri sürüldü. Bunların büyük çoğunluğu, muhalefetin demokratik bir programının olmasını, demokrasi güçlerinin bir araya gelmesini, mevcut sisteme karşı demokratik bir seçenek ortaya koymayan muhalefetin iktidardan bir farkının olamayacağı, hatta gelenin gideni aratacağı biçiminde görüşlerdi.
Siyaset yaparken bütün bunları dile getirmenin, bu doğrultuda çaba sarf etmenin eleştirilecek bir tarafı yoktur. Ancak her ne kadar siyaset matematik olmasa da işin nihai kısmı olan oy tercihlerine gelince, bu politikanın toplumda iktidara gelmeyi gerekli kılacak bir nicelik artışını sağlayamayacağı açıktır.
Bugün Cumhur İttifakına ve onun iktidar kolonunu oluşturan Erdoğan’a karşı oluşan muhalefetin gövdesini demokrasi talep edenler oluşturmuyor. İktidara karşı muhalefetin belirleyici siyasi dinamiğini demokrasi talep edenler oluşturmuyor.
Genel olarak demokrasi ortak paydasında, HDP ve onun yer aldığı “Emek ve Özgürlük İttifakı” olsun, Sol Parti olsun ve Millet İttifakı içerisinde yer alan kimi kişiler olsun; bilumum partili, partisiz bireyler tarafından buluşulmakta. Başta HDP olmak üzere toplumdaki bu kesimler, iktidarın keyfi egemenliğine karşı dirençli muhalefetleriyle demokrasi umudunun taşıyıcısı konumundalar.
Son aylarda Millet İttifakı inşasının ana kolonu olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun kimi açıklamalarının demokrasi savunucularıyla paralellik göstermesi, demokrasi umudunu büyüten bir etki yaratmakta.
Selahattin Demirtaş’ın uzun süreden beri dile getirdiği siyasal yönelim hatları da demokratik taleplerin, programların savunulmaya devam edilmesi ve muhalif kesimlerle bu yönde bir etkileşim oluşturulmasına işaret ediyor.
Bu siyasal çizgiyi devam ettirmeye çalışmakla birlikte toplumsal gerçeklik bize, cumhurbaşkanlığı seçiminin, özellikle son aylarda giderek artan Erdoğan iktidarı karşıtlığı üzerine inşa edilmesini zorunlu kılmakta. Çünkü muhalefetin ortak paydasını oluşturan dinamik, tam da karşıtlık konumudur.
İnşa için önce bu iktidarın gitmesi gerekiyor
Muhalefetin çok iyi bir demokratikleşme programının ve bu konuda geniş bir uzlaşısının olduğunu varsayalım. Bu programın uygulanması için her şeyden önce iktidar olunması gerekir, değil mi? İktidar arsasında Erdoğan otururken, o arsaya inşaat yapmak mümkün mü? Hayır! önce o arsanın tapusuna sahip olmak gerekir. Bunun yolu da cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmaktan geçiyor.
Erdoğan iktidarına karşı olan muhalif kesimlerin her birinin farklı gerekçeleri var. Bu farklı gerekçelere sahip toplumsal kesimler, ancak Erdoğan iktidarı karşıtlığı üzerinden oluşturulacak bir ortak paydayla mümkün. Bu ortak payda nasıl ki diğer gerekçeleri dışlamıyorsa, demokrasi talebinde bulunan güçleri de dışlamıyor.
O halde cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi yeni bir başlangıç oluşturmanın zorunlu bir aşamasıdır. Millet İttifakının programı devletin reorganizasyonu olabilir. (Bu kadar benzemezden demokratik bir program beklemek zaten hayaldir). Demokrasi güçlerine iktidarın değişmesinden sonra da büyük sorumluluklar düşüyor. Devletin reorganizasyonu sürecine olabildiğince demokrasi şırınga etmek, özgürlük, haklar, adalet ve sivil alanı açma mücadelesini vermek vb.
Bunun için Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na, milletvekili seçiminde ise, demokratik siyasetin parlamentoda olabildiğince güçlü temsilini sağlamak amacıyla başta HDP ve bileşenlerine (Kapatılırsa, Yeşiller ve Sol Parti) oy verilmelidir.
Bu seçim, bir sistem seçimidir. Zaman “Armudun sapı, üzümün çöpü” demenin zamanı değildir.
(HA / HS)