İçinde olduğumuz hafta 14 Mart Tıp ve Sağlık Haftası.
Aslında "tıp fakültelerinin kuruluşu" ile bağlantılı olarak hekimlerin özel bir günü ve haftası olan bu hafta, yıllardır, uygulanan yanlış sağlık politikaları nedeniyle sağlık alanında yaşadığımız sıkıntı ve sorunların bir sonucu olarak "toplumun taleplerini dile getirme haftası"na dönüşmüş durumda.
İstanbul Tabip Odası, İstanbul Dişhekimleri Odası, İstanbul Eczacı Odası, İstanbul Veteriner Hekimleri Odası, SES İstanbul Şubeleri, Dev-Sağlık İş yaptıkları bir çağrıyla 10 Mart Çarşamba gününden başlayarak durumu hasta ve hasta yakınlarına anlatarak taleplerini dile getirdiği bir dizi eylem ve etkinlik gerçekleştiriyor.
Bu hafta için dağıtılan broşürde anlattıklarını geçtiğimiz hasta içinde yaşadıklarımla defalarca doğruladım.
Daha önce yazdığım yazılarda belirttiğim, KASDER gibi görnüllü derneklerin mekanlarından atılması, ya da "özel dal hastanesi"yken bir kliniğe dönüştürülen lepra hastanesinin durumu gibi olayların ötesinde, bizzat sağlık hizmetinden yararlanırken yaşadığım örnekler artık bu sorunların yalnızca bazı örgütlerin "muhalefet etmek" için ileri sürdükleri "iddia"lardan çok öte "ciddi sorunlar" olduğunu gösteriyor.
* * *
Kronik yaşlılık hastalıklarına sahip ve eski Emekli Sandığı güvencesindeki annem son aldığı ilaçlara ödediği "50 TL'nin üzerindeki katkı payı"nın nedenini sordu bana. Babam da "eczacıların kendilerini soyduğunu düşündüğünü belirtti." Onlara olan biteni ve bunun gerçek nedenlerini ve doğruları anlattım.
Bir sonraki gün babam bir üst solunum yolu enfeksiyonu için gittiği sağlık kurumundan yeterince muayene edilmeden, anlaşılıp dinlenilmeden bir üst sağlık kurumuna hem de "acil" olarak , üstelik "korkutularak" ve bir de "ambulansla" gönderildi. Bir dolu tetkik ve inceleme yapıldı. Saatlerce sıra bekledi, sağlık ortamlarının ve oralardaki hastaların yaratacakları risk ve tehditlerine maruz kaldı; ya da tersten söz edersek aynı riski onlara yaşattı. Böylelikle "gereksiz bir hizmet tüketiminin" ve israfın nesnesi haline getirildi. Onca inceleme sonunda yazılan iki kalem basit antibiyotik ve solunum açıcı ilacı almak için harcadığı zaman, emek ve maddi kaynak o ilaçların gerçek bedelinin çok üzerindeydi. Dahası onları ancak mahallesindeki eczanenin eczacısını tanıdığı için alabildi; çünkü uygulamaya giren "İlaç Takip Sistemi" işlemediği için eczacı ilaçları veremiyordu.
Bunlar "sağlıktaki dönüşüm"ün gündelik yaşama tercümesinden başka bir şey değildi.
Sonraki günlerde "kamu hastane birlikleri" yasa taslağının meclise sunulduğunu, böylelikle kamunun sağlık kuruluşlarının artık rahatlıkla "özelleştirilebileceğini öğrendik. Özel sağlık kuruluşları için yeni uygulamaya konulan sınıflandırmanın kamu sağlık kurumları için de geçerli olacağı da bu sırada duyuruldu, dahası hastanelerin bu sınıflandırma için hizmetlerine dair bilgi sundukları öğrenildi.
Ardından tam bir "ben yaptım oldu" mantığıyla üç yıldır tartışması süren "hemşirelik yönetmeliği"nin "dağ fare doğurdu" misali yayınlandığını öğrendim. Tam güne geçen hekimlerin günde 18 saate çıkan çalışma süreleri ve koşulları, bu kez de hemşirelere uygulanmaya çalışılıyor. Onlar da benzer durum ve koşullarda çalışmaya zorlanıyor. Hiçbir hakları, çalışma koşulları ve olanaklarına ilişkin düzenlemeler, ve yetkileri söz konusu edilmeden ödevleri ve sorumlulukları sıralanarak, onların sağlık hizmeti ekibinin olmazsa olmaz bu meslek grubunun üyelerini olduğu göz ardı ediliyor.
* * *
Bunların tümü ve daha fazlası yukarıda söz ettiğim örgütler tarafından dile getiriliyor. Onlar her zamanki sözleriyle "sağlıkta yıkıma dur" diyorlar. Etkin, nitelikli, ulaşılabilir bir sağlık hizmetinden yararlanması gereken halka da "sağlık hakkına sahip çık" deniliyor ve destekleri talep ediliyor. O taleplerin hepsi gerçekten de hepimizin talepleri ve hep birlikte dile getirilmeli.
Medya ise bu sorunları göstermeli, bu talepleri hem duyurmalı, hem de bunları yerine getirmeyenlere hesap sormalı. Toplumun ve hepimizin "sağlık hakkı" için... 14 Mart kutlu olsun....(MS/EÜ)