Fotoğraflar: Sosyal Medya
Bugün 12 Eylül.
42 yıl önce bu ülkenin kaderi bugün değişti. Darbenin peşi sıra gelen yargılamalar, idamlar, işkenceler, itiraflar, pişmanlıklar, keşkeler hepsi seksen sonrasında doğmuş ve büyümüş olan kuşakların sırtında bir kambur olarak kaldı.
Darbe ile araya ne kadar çok yıl girdiyse izler de o kadar silikleşti. Çoktan ölmüş gitmiş bir uzak akrabanın anılması gibiydi 12 Eylül’den söz etmek.
Başka bir deyişle çocukları korkutmak için anlatılan bir hayalet öyküsüydü. Uslu durmaları gereken çocuklara daima gece yarıları anlatılan bir hikâye.
Bu hikâyeyi neredeyse aynı dönemlerde dinlemiş, belki aynı şekillerde öğrenmiş milenyumdan hemen birkaç yıl önce doğmuş bir kuşağa “neler hatırlıyorsun” diye sorduk.
Neredeyse darbeden yirmi yıl sonra doğmuş bu kişilerin cevapları kapı kilidi yıllardır zorlanmamış hafıza kapısının da anahtarı aynı zamanda.
Darbeyi dizilerden öğrenmek
*Çağan Irmak'ın yönettiği "Çemberimde Gül Oya" dizisinde Mehmet Ali Nuroğlu, Özge Özbek, Selda Alkor, Tuba Büyüküstün gibi isimler yer alıyor.
Bir kuşak darbeyle nasıl tanışır, merak ediyorum. İlk sorum bu oluyor. Nasıl öğrendik?
Kendime soruyorum bu soruyu ilk olarak, sanırım “Çemberimde Gül Oya” dizisiydi. Kadın çocuğuna süt almaya çıkmıştı, bir asker tarafından durduruluyordu. “Bacım darbe oldu, evine git” diyordu asker. Altı yaşındayım, darbe diye bir şey olduğunu öğreniyorum.
Birkaç gün evlerimizden çıkmıyoruz. Hepsi bu. Ama beni asıl travmatize eden sahne sonra geliyor. Yakılan ve gömülen kitaplar. Uzun yıllar ya kitaplarıma bir şey olursa (ki çoğu roman, öykü ve şiirden ibaretti) korktum. İlk kitaplardan hesap sorarlardı, bizden değil, bunu biliyordum.
Benim gibi aynı dönemlerde 1996-2000 arası doğmuş bu kişiler de benzer şeyler yaşamışlardı. Onlar da kendilerince bu tanışıklığı ifade ediyorlar.
Leyla Umut (26), “Görece muhafazakâr bir ailede büyüdüğüm için 12 Eylül ile çok erken tanıştığımı sanmam. Dizilerden filmlerden öğrenmişimdir yüksek ihtimalle. Evde konuşulduğunu da hatırlamıyorum pek.”
Ümit Yılmaz (25) ise darbeyi sinema ile tanıdığını şu sözlerle ifade ediyor: “İlk defa duymam bir filmle olmuştu, ‘Babam ve Oğlum’da görmüştüm. Sonra anneme sorduğumu hatırlıyorum ama ‘Asker devlet yönetimine el koymuştu’ gibi kısa bir cevapla geçiştirmişti.”
Esa Işık (23) “Ben sol görüşlü bir ailede büyüdüm. O yüzden siyaset küçük yaşlarımdan beri hayatımın bir parçası olmuştu. Komik gelebilir ama 12 Eylül’ü ilk Hatırla Sevgili dizisinde görmüştüm. O zamanlar annemle beraber ben de izlerdim diziyi. Türkiye tarihiyle, 68 kuşağıyla, Deniz Gezmiş’le, komünizm ve sosyalizmle ilk o zamanlar 8’li yaşlarımda tanıştım.”
Televizyonda yayımlanan popüler dönem işlerinin bir kuşağa tarih öğretmesi ya da yakın tarihe bir merak kıvılcımı ateşlemesi yalnız olmadığımı hissettiriyor. Ama bu dizilerin aksine aile içinde konuşulanlardan, televizyonlardaki haber programlarında bu dönemi duyanlar da mevcut.
"Bize pek anlatılmazdı"
Çağdaş Türkiye ve Dünya Tarihi lise müfredatında 12 Eylül’ün anıldığı tek ders. Sadece bu derste yakın tarih işlendiği için bahsi geçiyor. Ama nasıl anlatılıyor?
Ümit Yılmaz hafızasında doğru dürüst hiçbir şey kalmayan o ders için “Sınavda sorusu çıkmayan Yakın Türkiye Tarihi bize pek anlatılmazdı” diyor.
Büşra Ünver (24) ise okulda işledikleri dersten sadece bir cümle anımsıyor: “Darbeler ülkeyi 10 yıl geriye götürür.” Ayrıntılı olarak hafızasında 12 Eylül’den bir şey kalmamış geriye.
M. Fazlı Gök (25) : “Açıkçası bu dersi hatırlayamadım ama nedense okulda 12 Eylül’e uzaktan ve nötr bir şekilde değinilip geçiliyordu diye hatırlıyorum. Ben çocukken kendi izlenimimde 12 Eylül kötü bir şeydi. Büyük bir şeydi. Galiba bir neslin üzerinden geçmişti. Ama okulda ufak bir konuydu bu. İki sayfalık bir konuydu. Böyle hatırlıyorum.”
Darbe bir toplumun hayatına bakışını, alışkanlıklarını değiştirmişti. Yaşattığı toplumsal kriz ve ülkeyi geçmek zorunda bıraktığı eşikle beraber bir sürü soru, anı ve yaşanmışlık da geçmişte kalmıştı.
Peki bu yaşanmışlıklardan geride kalan ne elimizde? Kötü anılar, travmalar ve cevaplandıramadığımız sorular mı? Sanırım hepsinden biraz.
“Oğlumu bir kere göreyim de sonra öleyim”
Işık, ona anlatılanlardan hareketle aile içinde paylaşılan şu hikâyeyi aktarıyor:
“Bana anlatılanlar vardı. Birçok kesimin de yaşadığı şeyler, kitapları yakmak, saklamak gibi. Bir de dayımın 10 sene kaçak yaşadığını biliyorum.
"Tutuklanırsa muhtemelen idam cezasına çarptırılacağı için 10 sene boyunca kaçak bir şekilde yaşıyor. Anneannemler 10 sene boyunca hiç haber alamıyorlar. Daha sonrasında af çıktığında dönebiliyor köyüne. Ve annem anneannemin hep şu sözleri söylediğini söylerdi: ‘Oğlumu bir kere göreyim sonra ölebilirim.’ Gerçekten de öyle olmuş. Dayımın dönüşünden kısa bir süre sonra vefat etmiş.”
Ayça Şen (24) aklına ilk gelenin annesinin korkularını olmasından bahsediyor. 10-13 yaşlarında annesinin ona, dedesinin kitaplarını yakmasını anlattığından bahsediyor. Çocuk annesinin camın önünde volta atan askerlerden ne kadar korktuğu da gözünün önünde canlanan sahnelerden.
Okan Kaya (25), 12 Eylül’ün ondaki izini 2010’daki 1 Mayıs üzerinden açıklıyor. Henüz 14 yaşında lise öğrencisiyken ailesinden gizli katıldığı 1 Mayıs. 32 yıl sonra ilk defa kutlanacak olan 1 Mayıs’ın onda yarattığı heyecanı bir kırılma noktası olarak görüyor.
“2010 1 Mayıs'ı sadece benim için bir kırılma yaratmadı. Benimle birlikte ailemde o kırılmanın içinden geçti. 12 Eylül Darbesi ile gelen korku iklimi, ezilmişlik ve yenilmişlik hissiyatı, Alevi ve solcu olan ailemi de esir almıştı. Az da olsa bu psikolojinin yıkılmasına katkıda bulunduğum bir deneyim yaşadık ailemle birlikte. Bu yüzden çok kıymetli bir deneyimdi.”
Elde kalan kötü anılarının dışında bir de soru işaretleri var. Asla yan yana gelmeyen, gelemeyen kesimlerin aynı döneme, aynı kişilere olan öfkesi.
Gök, bu durumu şöyle açıklıyor: “Ben dindar bir ailenin çocuğuyum. Şunu hatırlıyorum: Biz dindar insanlar, diyordum çocukken, Kenan Evren’den nefret ediyoruz; darbeden de aynı şekilde. Ama solcular da nefret ediyor. Bu ortaklık benim için büyük bir bilinmezlikti.”
Minik Serçe’nin cesur yüreği
Yılların ardından gelen hesaplaşma arzusu ve referandum süreci ise akılda kalan en önemli noktalardan biri. Bunun en önemli sebebi dönemin ünlü sanatçılarının “yetmez ama evet” demeçleri. Ortaokulun son ve lisenin ilk yıllarında olan bir kuşağın “12 Eylül” deyince aklına gelen ilk şey Sezen Aksu ve “Yetmez ama evet” çıkışları.
O yıllarda okul sıralarında oturan bu kişiler o dönemi şöyle hatırlıyor:
Umut, “ ‘Yetmez ama evet’e dair hatırladığım en önemli şey Sezen Aksu. Epey propagandasını yapmıştı. İlk hayal kırıklığımdır kendisi” diyerek o dönemki düşüncelerini paylaşıyor.
Ünver kapalı bir ortamda büyümesinin etkisiyle referandum dönemine bakışını şu sözlerle dile getiriyor: “Hatırlamak dersek 2010’da 13 yaşında bir çocuktum. Gerici bir mahallede büyüdüm. Ne fazla tartışma ne de fazla itiraz hatırlıyorum. Fakat hatırlamayı geçip “bilme” kısmına gelirsek şu an biliyorum.”
Gök, referandumun ertesi gününde liseye başladığını anımsıyor. Okulun ilk günü konuşulanlar ise referandum oluyor.
“2010 referandumu. Çok net hatırlıyorum, çünkü ertesi gün liseye başlamıştım ve lise birinci sınıf öğrencileri olarak yeni tanıştığım arkadaşlarımla öğle yemeğinde bu konuyu tartışıyorduk. Herhalde evet, hayır ve popülerleşmiş söylemler üzerinden tartışıyorduk. Referandumun amacını ya da olası sonuçlarını bildiğimizi sanmıyorum.
"Fakat kafam karışıktı, bunu hatırlıyorum. “Yetmez ama evet”çilere büyük bir öfke vardı. Sezen Aksu evetçi olduğu için İzmir’de onun adını taşıyan bir sokağa başka bir ad veriliyordu. Ama Sezen Aksu gibi pek çok kişi de 12 Eylül’deki darbecilerin yargılanmasını istiyordu. Bu, benim yine anlamakta zorlandığım, farklı gruplar arasındaki ortak duygulardan doğan bir iş birliğini barındırıyordu.”
Yılmaz ise aklında kalan bir manşetten söz ediyor. Sabah gazetesinin o dönem attığı başlık geçen yıllara rağmen aklından çıkmamış: “Minik Serçenin Cesur Yüreği”
Kaya o dönemin referandumuna hâlâ tepki duyuyor. Bunu şu sözlerle de destekliyor:
“Oy hakkım yoktu, olsaydı ‘Hayır’ derdim ve benim gibi milyonlarca genç kandırılmayacak kadar akıllıydı. Kendine ‘aydın’ diyen bu kimselerin de sadece yazılanı okuması yeterliydi.”
“Bir idealin yıkılışı”
Darbenin getirdiği travmaların, acıların, hesaplaşmaların ve kavgaların ortasında bugün dönüp geçmişe bakmak ve bir şeyleri netleştirmek çok güç. O dönemin birinci elden tanıkları bile her şeyle hesaplaşmamışken darbeden yaklaşık 15-20 sene sonra doğmuş bir kuşak neler söyleyebilir ki.
Işık, şu an içinde bulunduğumuz toplumsal kutuplaşmaya ve onun 12 Eylül’deki kökenlerine dair şu cümleleri kuruyor:
“Geçmişe baktığımda aslında bu ülke hemen hemen hiçbir zaman refah içinde yaşamamış hissine kapılıyorum. 12 Eylül, bu ülkedeki birçok kesimin yaşadığı travmaları, sonrasında bu travmaların ülkeye yansımalarını hatırlatıyor.
"Hiçbir zaman bu ülkede bütün halkların kardeşçe yaşayamamış olmasından derin bir üzüntü duyuyorum. Her zaman keskin iki kutup arasında birbirini yok etme isteği ve birbirine beslenen kinle aldığımız yaraların çok uzun süre kapanamayacağının da farkındayım. Bu kutuplaşma devam ettikçe 12 Eylül’ün bize bıraktıklarından asla kurtulamayacağız.”
Gök, Türkiye’deki tüm darbelerin birbirinden ayrı okunamayacağını, hepsinin birbiriyle ilintili olduğunu söylüyor. Ve 12 Eylül’ü trajik bir hayal kırıklığı olarak değerlendiriyor:
“Türkiye için ideal bulduğu yaşamın yıkılışı 12 Eylül ile kesinleşmiştir ki bu korkunç trajik bir hayal kırıklığıdır. Ama ben doğmadan önce gerçekleşmiş bu darbelere baktığımda hepsini bir bütünlük içinde görüyorum ilk olarak.
"Sözgelimi, 76 yılında vefat etmiş Sevgi Soysal’ı okuduğumda, 71’in onun üzerinde bıraktığı etki ile bir 80 mağdurunun anlatılarını kolaylıkla ayrıştıramam. Detaylara rağmen bir benzerlik, bütünlük, bir aynılık hissederim. Bazen 28 Şubat mağduru da karşıma benzer anlatılarla çıkar. Evet, bambaşka bir idealin yıkılışı söz konusudur; ancak tahakküm eden, şu nefret edilesi tiranlar aynı kişilerdir.”
Çağdaş Özdemir (24) ise onun için 12 Eylül’ün ifade ettiklerini şu sözlerle vurguluyor: “Aydınların sindirildiği ve emekçilerin hakkını savunabileceği tüm kurumların yerle bir edildiği, buna imkân verecek hiçbir aracın kalmadığı ve dolayısıyla insanların kendilerini ifade edemeyecekleri, bir kolektif içerisinde kalamayacakları bir yalnızlığa itildikleri bir Türkiye'yi ifade ediyor.”
---
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır.
Edip Cansever-Mendilimde Kan Sesleri
(ED/EMK)
*Metindeki bazı isimler kişilerin isteği doğrultusunda değiştirildi.