Fotoğraf: AA
Yazmakta özgürüz sanırım, şimdilik. Belki hiç özgür olamayacağımız zamanlar olacak, yazmak için yine, yeniden direndiğimiz zamanlar. Bu yazının tohumu nasıl düştü kafama bilmiyorum ama Kılıçdaroğlu'nun "Oysa gençlik kaygısızlıktır" sözü ve peşi sıra gelen sosyal medya paylaşımlarının bunda büyük payı olduğu kesin.
Twitter ana sayfamda son 21 yılda olan her şey akarken 25 yıllık hayatıma ne kadar çok hayal kırıklığını, ölümü, zulmü, ötekileştirmeyi sığdırdığımı görebiliyordum. Ben 4-5 yaşımdayken iktidara gelen bir parti ben ve benim kuşağımın hayatını tarumar etmişti. En sevdiğim arkadaşlarımla arama kilometreler girmişti. Tüm bunların sorumlusu kimdi, biliyordum.
Üniversiteyi bitirdikten sonra bana yöneltilen en sevmediğim soruysa şuydu: "Neden gitmiyorsun, burada yapacak ne kaldı?" Kalmanın da bir tür direniş biçimi olduğunu kendimce biliyordum. Önceden tepeden baktığım giden insanları ise artık anlıyorum. Bunu anlayabilmek benim için büyük bir gelişmişlik seviyesi, özeleştiri vermek gerekirse. Her yanı rantla çevrilmiş ve hesaplıca bölüşülmüş memleketimiz bizden 21 yılı aldığı gibi faiziyle kalan hayatımızı da istiyordu. Bu durumda gidenlere, başka bir hayatın ihtimalini düşleyenlere ne denilebilir ki. Haklılar, gençler ve kaygısız olmayı arzuluyorlar. İstemedikçe politika konuşmamak belki de. Bir ayakkabıyı alırken 10 kere düşünmemek, sevgilileriyle özgürce bir kafede istediğini yemek içmek, politik düşüncelerinden dolayı hapsedilmemek, zulme uğramamak istiyorlar. Kaygının görece daha az olduğunu düşündükleri veya öyle olduğunu sandıkları ülkelere gitmelerini artık bu sebeplerle daha iyi anlıyorum ve hak veriyorum.
Ama kendi inadım beni burada yaşamaya ve burada kalmaya durmadan yeniden ikna ediyor. 6 Şubat'ta yaşadığımız Kahramanmaraş depremi sonrasında yurtdışında okuyan ama orada acısını paylaşacak kimseleri bulamayan, fiziken Avrupa'da, ABD'de olan ruhen hâlâ burada yaşayan o insanları biliyorum. Gitmişken bile aslında gidememiş olmanın hüznü oldukça tanıdık. Ya da bir daha dönülmeyeceğine emin olunan o ülkenin geleceği hakkında birkaç kişiyle bile olsa konuşabilmek için girilen ve saatlerce çıkılmayan Twitter sohbet odalarına aşinayım.
Gitmek aslında sonunda döneceğini bildiğinde iç rahatlatıcı bir eylemdir. Oysa sonu olmayan bir tünele giren ve her şeyden kurtulduğunu düşünen yaşıtlarım ve diğer pek çok insan için bir karabasan. Kavafis'in o çok haklı dizesinden yola çıkmak gerekirse ülken kaderindir ve ne kadar çok coğrafya değiştirirsen değiştir hep peşinden gelir.
Ayrıca kalmanın ve gitmenin de ötesinde asıl önemsememiz gereken şey, o çok uzaklardan sevgili ülkemize bir gün dönüldüğünde dört dörtlük anahtar teslim bir gelecek alamayacağımız. El ele vermeden, bir mücadelenin parçası olmadan, meydanlarda varoluşumuzu yok sayanlara karşı haykırmadan o gelecek gelmeyecek. Yine de ülkenin tüm bu med cezirlerini ruhen ve aklen kaldıramayacak olan insanları anlamaya çalışmaktan bir an olsun geri durmuyorum. Bilinmezin eşiğinde durduğumuz şu günlerde bize koca bir geleceksizlik vaat eden, bütün direnç rüzgârını yok etmeye yeminli güzide ülkemiz, insanı için fazla kurak ve elverişsiz. Başka coğrafyalarda büyütülen umudun da elbette ki burada bir karşılığı olur.
14 Mayıs'ta sandığa bütün bu 21 yılı ölçüp biçerek, içinde acaba ülkeme dönebilir miyim diyen o insanların yüreğini yüreğimde hissederek gittim. Mührü haksızlığa uğrayan, işlemediği suçlardan hapis yatan insanları düşünerek bastım. Ümidin korkunç bir hastalık olduğunu ve insanı birkaç saniyede ele geçirdiğini bu ülkede yaşayan herkes biliyor. Birkaç ay içinde yurdun 81 ilini saran bu "belki ümidi" de oldukça gerçek ve hakikiydi bu sebeple.
14 Mayıs akşamından itibaren bizi saran endişe, hayal kırıklığı, devam etme sorumluluğu, direnç ve herkesin sıklıkla yazdığı belki de tek yol gitmektir cümleleri, her şey bu son iki hafta içinde yaşanmıştı. Bu ülkede yaşayan kadınlar, LGBTİ+'lar hiç bu kadar korumasız ve açık hedef haline gelmemişti. Aleviler belki de bu ülkede ilk defa bir ihtimal de olsa kendi kimliklerinin cumhurbaşkanı olmaya engel teşkil etmeyeceğini düşünmüştü. Kürtler ülkede artan ve her yeri saran bu milliyetçi rüzgâra karşı yeniden barış umuduna tutunmuştu.
15 Mayıs sabahı ise ABD başkanı Biden'ın ifadesiyle Türkiye'nin, onun deyimiyle dünyanın yeterince sorunlu o kısmında herhangi bir yer olduğunu öğrenmiş bulunduk. Biz Ortadoğu cenderesinin içinden bir türlü çıkamayan, üçüncü dünyanın hayattan aslında çok da şey beklemeyen o insanları olarak çevremizdeki otoriter rejimlerin gölgesinde çok başka olabilecek o geleceğin hayaliyle umut etmeye, umut ederken mücadeleye ve yazmaya devam edeceğiz. Karanlıkta da olsan ayakların seni gitmek istediğin her yere götürür, umut da öyle.
(ED/AÖ)