Üzerinden 26 yıl geçti. 12 Eylül 1980 tarihinde "Türkiye Cumhuriyetinin varlığına, bağımsızlığına ve rejimine yönelik fikri ve fiziki hain saldırıların olanca genişliği ve şiddetiyle süre geldiği bir ortamda milletimiz için başkaca bir çıkış yolu kalmadığı" gerekçesiyle Türk Silahlı Kuvvetleri emir ve komuta zinciri içinde yönetime el koymuştu. İdamlar başladı.
Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, üyeler Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun kendi kendilerini ülkenin "yönetimine" getirdiler.
Sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetim Mahkemeleri kuruldu. Meclis ve kitle örgütleri ile sendikalar kapatıldı. Partiler yasaklandı. 16 siyasetçi Zincirbozan'da zorunlu ikamete götürüldü.
650 bin kişi gözaltına alındı. 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 98 binden fazla insan "örgüt üyesi" olmaktan suçlandı.
171 kişinin işkenceden öldüğü belgelere geçti, idam cezası verilen 50 kişi asıldı. 18 sol ve 8 sağ görüşlü 23 adli suçlu birisi ASALA militanı olan kişi hakkındaki ölüm cezaları hemen uygulandı.
Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. Gazeteler 300 gün süreyle yayın yapamadı, yayınlar yasaklandı. 30 ton gazete ve dergi imha edildi. 14 kişi açlık grevinde öldü. 3 bin 854 öğretmen, 120 üniversite öğretim görevlisi ve 47 yargıcın işine son verildi.
12 Eylül 1980 tarihinde "devlet yönetimine el koymak" zorunda kaldıklarını açıklayan Devlet Başkanı, Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren; 23 Ekim 1981 günü "yasal düzenlemeleri" yapmak üzere kurulan Danışma Meclisi açış konuşmasında Türk toplumuna yaraşır bir Anayasa yapılmasını öneriyordu.
Nasıl bir Anayasa istediklerini açıklarken; geçmiş döneme ait kabahatin tümünü 1961 Anayasasına yıktı. Konuşmasında; "...Kişi hak ve özgürlüklerini hudutsuz olarak genişletip koruyalım derken; Devletin de bekası için birtakım hak ve yükümlülükleri olduğunu, kişi özgürlüğü uğruna Devleti güçsüz bir şey yapamaz duruma getirmeye hakkımız olmadığını..." söyledi.
Nihayet Danışma Meclisi kuruldu. Anayasa yapıldı. 7 Kasım 1982 kabul tarihli 2709 sayılı Anayasa halk oylaması ile kabul edilerek yürürlüğe girdi.
Anayasanın kabulüne evet diyenler aynı zamanda Kenan Evren "evet" demiş olduklarından; halkın "serbest iradesi" dedikleri oylarla, Evren "otomatikman" Cumhurbaşkanı oldu ve 1989 yılına kadar görev yaptı. Anayasa kabul edilmiş oldu. Evren de "sivil" Cumhurbaşkanı seçilmiş oldu.
Salvador Allende 1970 yılında seçimle göreve gelmiş Şili'nin ilk Marksist devlet başkanıydı. 11 Eylül 1973'de Kara Kuvvetleri Komutanı Pinochet, Moneda Başkanlık Sarayı'nı bombaladı ve Allende öldürüldü.
Faşist Augosto Pinochet yönetime el koyarak Hava, Donanma ve Ulusal Polis birlikleri komutanlarından oluşan bir cunta kurdu. Anayasayı yürürlükten kaldırdı. Siyasi partiler ve kitle örgütleri kapatıldı. Meclis feshedildi.
Üç yıl içinde 130 bin kişi tutuklandı. Bir yılda 30 bin kişi öldürüldü. Faşist diktatör Pinochet 1978 yılındaki seçimlerde demokrasiye dönüldüğünü ilan ederken kendini zorla Başkan seçtirdi.
Yeni Anayasa yaptı. Halkoyuna sundu. Zorla kabul ettirdi. Eylül darbesiyle iktidarı ele geçiren General Augusto Pinochet'in acımasız baskı rejimi binlerce insanın yaşamına mal oldu. Bir o kadarı "kayboldu". Sayısız Şilili yurtdışına kaçtı.
Ama Şili halkı 11 Eylül 1973 tarihini unutmadı. Geçmiş acıları ve faili meçhul cinayetleri unutmadı. Hesabını sormak için mücadele verdi. Örgütlendi. Hesap sordu. Şili halkı yaşadığı acıyı ve geçmişi unutmadı.
Nihayet bir gün "diktatör tutuklandı." Sonra serbest kaldı ama "yargı" yüzü gördü. Pinochet'in İspanyol bir yargıcın başvurusu üzerine 1998 yılında İngiltere'de tutuklanması unutulmadı.
Şili halkı kendi geleceğini geçmiş tarihi ile hesaplaşarak yazıyor. Faşizme karşı mücadelesinde hafızasını canlı tutuyor.
Türkiye'de artık; 12 Eylül 1980 tarihinin acıları ile yüzleşmek yerine; "unutmak yoluyla yaşamak" seçiliyor. Şili halkı; aksini yapıyor. Türkiye'de aksi oluyor. Herkes birbirine, "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" derken hafızasız yaşamayı yeğliyor.
Yaşamlarımızda bıraktığı izlerle belli olan 12 Eylül zihniyetine karşı çıkmak yerine; bu zihniyeti benimseyenlerin çoğaldığı bir ülke olduk. Artık, 12 Eylül ile yüzleşmekten korkuyoruz.(Fİ/BA)